- Kategori
- Tarih
Tarih bilinci ve İpsiz Recep

İpsiz Recep
Bir milleti millet yapan unsurlardan biri de “tarih bilinci”dir. Atatürk, millet tanımında bu bilinçten bahseder. “Zengin bir hatıralar mirasına sahip bulunan, birlikte yaşamak hususunda ortak arzu ve kabulde samimî olan, sahip olunan mirasın korunmasına birlikte devam hususunda ortak iradeleri olan insanların birleşmesinden meydana gelen toplum.” Zira,1931 yılında Türk tarihinin ilk kaynaklardan araştırılması amacıyla Atatürk’ün talimatıyla Türk Tarih Kurumu kurulmuştur.
Atatürk ne diyor? “zengin bir hatıralar mirası” diyor, “sahip olunan mirasın korunması” diyor. İşte bu ifadelerdeki “miras” geniş anlamda “tarih”tir. Biz o tarihi ne kadar kapsamlı ve ne kadar yakından bilirsek, işte o biliş “tarih bilinci”dir. Bu mirasta yine Atatürk’ün deyişiyle ortak sevinçler olduğu gibi ortak kederler de vardır. Millet; bir ruh, manevi bir değer; çokların bütünüdür.
Bergson'a göre bilinç, öncelikle hafıza anlamına gelir, İngiliz filozofu Lock’un birey için tanımladığı bilinç özellikleri topluma da uyarlanabilir. Toplum kendi kişiliğini bulmak için, kendini tanımak zorundadır. Kendini tanımanın şartları, o günkü durumunu, geçmişini bilmesi ve geleceğe ilişkin düşünceler üretebilmesidir. Toplum bilinci de, Fransız filozofu Bergson'un dediği gibi, geçmişle gelecek arasında bir köprü olarak ortaya çıkacaktır.
E. Carr'a göre tarih, insanlar; zamanın geçişini, mevsimlerin döngüsü, insanın ömrü gibi doğal süreçlerin terimleriyle değil de, insanın bilinçli olarak içine karıştığı ve bilinçli olarak etkileyebildiği belli olay dizilerinin terimleriyle düşünmeye başladığı zaman başlar. Tarih yalnız toplumun bütünlüğünü sağlayan önemli değerlerden biri değil, aynı zamanda onun geleceğini kurmak için kullanılan zeminlerden biridir.
Tarih bilincinin kaygısı, insanların, haklarını ya da devletlerin genelde nasıl geliştiğini bilmek değil, tam tersine, bu insanın, bu halkın ve bu devletin nasıl bu hale geldiğini, bu ülkelerin nerelerden geçip nasıl tam buraya geldiğini anlamaktır. Bir toplum için tarih bilincinin anlamı, öncelikle, belli bir kimlik altında, kendi kültürel sistemi içinde, dünyayı anlayan ve yorumlayan kurumlarıyla varoluşunu sürdürebilmektir.
Kuvayı milliye (günümüz Türkçesi ile Ulusal Güçler), Anadolu'nun Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan birliklerince işgal edildiği ve Mondros Mütarekesi ile ağır koşulların dayatıldığı dönemde çeşitli yörelerde Osmanlı ordusunun silahlarının alınıp dağıtıldığı günlerde doğan bir milli direniş örgütlerine verilen isim olup; Kurtuluş Savaşı'nın ilk savunma kuruluşudur.
Yerel sivil örgütlenmeler, çeteler olarak ortaya çıkan Kuvayı milliye, düzenli ordulardan oluşan işgalci güçlere karşı, bugünkü deyimiyle bir gerilla savaşı uygulamıştır. İlk direniş olayları Güneydoğu Bölgesi'nde Fransızlara karşı görülmüşse de, örgütlü direniş İzmir'in düşmanın ele geçirmesinden sonra Ege Bölgesi'nde Kuvayı milliye olarak başlamış ve tüm ülkeyi kapsayan bağımsız yerel örgütlenmeler olarak ortaya çıkmıştır.
Kuvayı milliye'nin amaçlarının başında hiçbir devletin ve ulusun egemenliğini kabul etmeyerek, Türk Milletinin kendi bayrağı altında yaşama hakkını ve bağımsızlığını oluşturmak gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa Kuvayı milliye'nin kuruluşunu şöyle açıklar: “Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askerî bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve ulusun araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, 'ordu' adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki yurdu savunmak ve korumak olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya, ulusun kendisine kalıyor. Buna kuvayi milliye diyoruz.”
Türk ordusunun terhis edilmesi, İtilaf Devletleri’nin Anadolu’yu yer yer işgal etmeleri, İşgalcilerin halka zulmetmesi, Osmanlı hükümetinin Türk halkının can ve mal güvenliğini koruyamaması, Halkın milliyetçi bilince sahip olması Kuvayı milliye'nin ortaya çıkmasının nedenlerindendir.
”Kuvayı Milliye”, işgal altındaki ülkemizde halk tarafından oluşturulmuş olması ile bir sivil direniş örgütlenme modelidir. 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, bütün bu grupları ve örgütleri aynı amaç çerçevesinde birleştirmişti. Herkes, Türk, Kürt, Çerkez, Arap, Emperyalist ordularına karşı mücadele ediyordu. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının amaçları bağımsız bir cumhuriyet kurmaktı. Emperyalist Batı ordularına karşı verilen savaş sonrasında kurulacak devlet, Batı dünyasına karşı bağımsız olacaktı.
Kuvayi Milliyeciler hayatlarının en canlı, en kanlı ve en anlamlı oyunlarını oynuyorlardı. Bu oyunun içerisinde sevgi, vatan, duygu ve kızıllık vardı. Vatanın bağımsızlık yükü olan onlarca ton yükün altına girmişlerdi. Omuzlarındaki ağırlık gün geçtikçe ağırlaşıyordu. Ülkemizdeki karanlık kabus, karabasan kalkmalıydı. Ancak o zaman ohh diyebileceklerdi.
Bu insanların tek aşkları vatandı, asla içten ağlayamıyorlardı, her birinin göz pınarı kurumuş, gülmeyi unutmuşlardı. Vatan sevdası yüreklerinde kor gibi alev alevdi, her biri halktandı, haktan yanaydı. Yürekleri yumuşak olmalarına rağmen, kendileri sem sertti.
Ya hep vardılar, ya hiçtiler. Var oluşla yok oluşları el ele gidiyordu. Bedenleri yok olsa da kutsal vatan toprakları var olacağı ümidini taşıyordu.
Yurtsever insan, yurtsever insanların çoğalmasına çiğ gibi büyümesine sebep olmuştu. Aynı anda atıyordu nabızları, beyinleri aynı duygu ile yüklüydü, Mücadele.
Anadolu’nun her yerinde alev bacayı sarmıştı. İstanbul’da işgalciler can alıyordu. Rum çeteciler, şımarık yunan askerleri, İngiliz polisleri, Fransız devriyeleri, yerli işbirlikçiler, ihbarcılar, yabancılar adına çalışan yerli uşak ruhlular. Hepside ayrı ayrı belaydı. Bela bela ile def edilir düşüncesi ile büyük bela oldular, göz kırptılar birbirlerine, bir araya geldiler, çoğaldılar, bir başına değil, bir başın etrafına toplandılar.
İşte bu süreçte Atatürk’ün “Emice” diye hitap ettiği kahraman, Kuvayi milliyeci 1862 yılı Rize doğumlu İpsiz Recep ve arkadaşları da bu birliğe katıldılar. Yelkenlisiyle Zonguldak üzerinden kömür taşımacılığı yaparken işlerinin bozulmasıyla eşkiyalığa başlamış, Kandıra civarında Müslüman halka zulmeden Rum çetelerine karşı Kuvayı Milliye saflarında başarıyla karşı koymuştu. Bir Fransız gemisini kaçırmayı başarınca Ankara hükümeti'nce milis yüzbaşı olarak onurlandırılan İpsiz Recep, düzenli kuvvetlere katılarak Yunan ordusuna karşı savaşmıştı. Ona layık görülen istiklal madalyasını geri çevirerek “Ben madalya için değil milletim içim savaştım” demiştir. Sakarya, Ereğli ve Boğaziçi’nde baskınlar yapıp silah ve cephaneye el koymakla kalmaz, düşmanı da yıpratırdı.
Çetesine ilk katılan Mehmet Kaptan olmuştu. Rizeli Mehmet işgal İstanbul’unda düzenlediği bir baskın sırasında Çeşme Meydanı’nda İngilizler tarafından yakalanmış ve işkenceden geçmiş biriydi. Recep’in yanındakiler (Mehmet Altınkanoğlu, Osman Altınkanoğlu, Salih Çavuş (Sürmeneli), İlyas Altınkanoğlu, Kansız Ali) her geçen gün büyüyecek, işgalcilerin korkusu haline gelecekti. Çete her seferinde değişik baskın yöntemleri uyguluyor, bazen motorla Şile’ye geliyorlar, kara yolu ile Boğaziçi’ne gelip Küçükağız’da cephane yüklü Yunan gemilerini basıp tüm yükü Anadolu’ya sevk ediyorlardı.
Recep Reis savaş sonrası İstiklal Madalyası’na hak kazananlardan biriydi. Atatürk, Recep Reis’e 250 lira maaş bağlamıştı. Ancak, paradan başka her şeye önem veren kahraman, erdemli, onurlu insan Recep Reis, maaşını da Tayyare Cemiyeti’ne bağışlayacak, kendisine verilen arazinin altı dönümünü bırakıp gerisini de etrafındakilere dağıtacaktı.
Arjantinli Jose Ingeneieros, bundan yarım yüzyılı aşkın bir süre önce şunu diyordu: “Her kuşak tarihi yeniden gözden geçirmelidir.” Aslında Tarih, geleceği yazmak demektir. “Tarih yazmadaki en uygun amaç, geçmişi anlaşılır kılarak insanların bugünkü durumlarını anlamalarına yardımcı olmaktır.”
Referandum, anayasa değişikliği, yasaların kabulü gibi bazı önemli konularda halkın iradesini belirlemek amacıyla yapılan oylama olup; en hafif hali ile tarih bilincinden yoksun, Rizedeki uyduruk çevre düzenlemesinden dolayı bir Ulusal Önder ile çay bardağını karşılaştırılıyor olması, aymazlığın ta kendisidir. Hele bu Tarih bilinç kayıplı davranışı, Türkiye Cumhuriyetinin Üniversitelerinde eğitim almış akademisyen Profesör, Rize Belediye Başkanının yapıyor olması ise ayrı bir tartışma konusudur.
Ulusal Kurtuluş savaşında, Anadolu güneşine hasret olanlar, güneşi örtme çabasına giren iç ve dış düşmanların kara bulutlarından sıyrılmayı bildiler. Ülkemizin bağımsızlığını kazandıran, emperyalist güçlerle mücadele eden, Kuvayi Milliyeci tüm atalarıma minnet ve şükran duyuyorum. Ruhları şad olsun.
Rize’deki Kahraman İpsiz Recebin torunlarına ve Ülkemizdeki tüm Kuvayi Milli ruhlu insanlarımıza selam olsun.
Nizamettin BİBER