- Kategori
- Dünya
Sizce; Neden ve niçin?

Arabistan
İhtiyar ve karanlık Dünyamızın üzerine 610 miladı yılında bir ışık doğmuştu. Bu ışık karanlıkları boğacak, batılı (mantıksal bir temele dayanmayan inanç ve davranışlar) kovacak, haksızlığı ve zulmü ezecekti.
Bu ışığın İslam Güneşi olduğu belirtiliyordu. Bahse konu güneş doğmadan önce dünyanın her yerinde kötülük, şiddet, adaletsizlik ve haksızlık vardı. Arap yarımadasında ve dünyanın diğer yerlerinde akla hayale gelmeyecek bin bir türlü rezaletler egemenliğini sürdürüyordu. Fakirler, mazlumlar, zayıflar, biçareler sefalet altında inim inim inliyor, insanlar her türlü özgürlükten yoksun bırakılıyordu. Ölmek ise bir anlamda kurtuluş olarak görülüyor, yaşamaktan daha hayırlı sayılıyordu.
İslamiyet’ten önce, Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da ve yeryüzünde var olan tüm insanlar, büyük bir ahlak çöküntüsü içinde yaşıyorlardı. Adalet, özgürlük, insan ve kadın haklarının olmadığı, cahiliyeti ve zulmü kendilerine ilke edinenler, doğru yolda olduklarını sanıyorlardı. Kimi evli kadınlar, başkaları ile ilişkiyi övünç kaynağı olarak görüyordu. Bazı ülkelerde ise kardeşin kardeş ile evlenmesi, kocası ölen kadının yaşamına son vermesi, kadınların zevk aleti olarak görülmeleri, kız çocukların diri diri gömülmeleri, her yerde içki ve fuhuş rezaletinin had safhada olması, insanlar arasında sınıf farklılıkları olması, kölelerin ve kadınların eşya gibi alınıp satılması çok normal olarak kabul ediliyordu.
Güçlülerin hâkim olduğu hiçbir zaman hiç kimsenin yaşamak isteyemeyeceği büyük zulümler zinciri içinde kap karanlık bir dünya söz konusu idi. Böylece İslamiyet öncesi, güven ve huzurun olmadığı her yer, kendi sefaleti ve vahşeti içinde bocalayıp duruyordu.
Halk kitleleri, toplumlar açlık ve sefalet içindeydi. Zenginler, tefeciler, sahtekar düzenbazlar tarafından sürekli olarak sömürülüyordu.
Fakirlikle, tembelliğe, ahlaksızlığa, şiddete bürünmüş İnsanlığın bu kötülüklerden kurtulması, tüm insanların ahlak, adalet ve özgürlük içinde yaşatılması gerekiyordu. Dünya bu kargaşa içinde iken Arap yarımadasında hem Hıristiyanların hem de Yahudilerin, kitaplarında “Tevrat’ta ve İncil’de” yazılı olan ahir zaman (kıyamet öncesinde alametlerle kendisini belli eden zaman dilimi)peygamberinin gelmesi bekleniliyor ve dünyanın içinde bulunduğu bu büyük zulümden kurtarılmasını ümit ediyorlardı.
Araplar, ağaçlara, putlara, güneşe, ateşe tapıyor, birbirleri ile sürekli mücadele ediyor ve savaşıyor, sefahat (zevk ve eğlenceye düşkün) içinde, rezalet karanlıklarında yüzer halde, çölde en ilkel koşullarda bir hayat sürüyorlardı. Kutsal Kitap, Arapların yönünü değiştirecek ve değiştiriyordu. İslam Dinine göre ise mal-mülk yaratanın insanlara bir lütfü (iyiliği) olarak değerlendiriliyordu. İnsanlara sunulan bu lütuf elde edenler tarafından tahakküm (baskı, zorbalık, hükmetme), tahkir (hor görmek, küçük görmek)için değil,insanlığın acılarını dindirmek için kullanılmalıydı.
İslam dininde; insanların sahip olduğu mal-mülk miktarına, suret (görünüş) güzelliklerine bakılmaz, bütün insanlar zengin, fakir, beyaz, siyah, özgür, kölelerin hepsi eşit sayılır, hatta çalışma hayatında da işçi ve patron bile eş değerde görünürdü. Zalime karşı mazlumun yanında durulması esastı, güçlünün değil zayıfın yanında durulmalıydı. Yakın zamanlarda, Roma İmparatorluğunun köle ve işçilere çok kötü davranmasından dolayı yıkıldığı bilinmekteydi.
Bundan tam 2505 yıl önce İhtiyar ve karanlık Dünyamızın üzerine doğan İslamiyet güneşi, ışığı, tüm dünyada ve Arap yarımadasında karanlıkları boğabildi mi?, batılı (mantıksal bir temele dayanmayan inanç ve davranışlar) kovdu mu?, haksızlığı ve zulmü ezebildi mi?İnsanlığın en önemli kazanımları olan adalet, özgürlük ve ahlak kavramlarını içselleştirerek tesis edebildi mi?
Şimdilerde; sizlerde duyuyorsunuzdur, yaşlı Dünyamızın (ahlaksız batı dahil) hasta olduğunu tüm yeryüzünün, eninde sonunda, İslami düşünceye doğru, mutlaka evrileceğini, kapitalist toplumların çürük bir ağaca döndüğünü, tek çarenin ise İslamiyet olduğunu yoğun olarak tekrarlıyorlar!
Bugün; İslamiyet’in en çok yaşandığı Ortadoğu, Arap Yarımadası, Neden? Acı, kan ve gözyaşı, zülüm, “Fakr-u Zaruret” (fakirlik ve çaresizlik) içerisindedir?
Müslümanlar; Niçin?, Yaşadıkları O kadim ve kutsal toprakları terk ederek, ölümü göze alıp, ahlaksız, kefere dedikleri batının topraklarına göç etmektedirler?
Nizamettin BİBER