- Kategori
- Tarih
Tarihimizle yüzleşmek: Nasıl Müslüman olduk? "Ceyhun Nehri kan akıyor"- 10

“El işlemeli kumaşlardan giysiler giydirdi, sırma işlemeli kemerler bağlattı ve birliği özel üniformalarıyla ordunun öteki birliklerinden ayırt etti…”
Mes’udi, Halife Mu’tasım’ın Türk kölelerden kurduğu özel muhafız birliğini işe bu şekilde tarif eder.
İslam saraylarında Türk köleler, Kafkaslarda Hazarlarla yapılan savaşlarda alınan tutsaklarla başlar. (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt: 3, sayfa: 1177) İlk önceleri Araplardan kurulu ayrıcalıklı vatandaş ordusu olan, yüksek ücret alan ve ganimet hakkı olan İslam ordularında, Horasan valisi Kuteybe bin Müslim zamanında Horasan ve Mavera’ ün Nehr (Ceyhun ötesi) halkından olan insanların paralı köle askerler olarak kullanılmaya başlandıkları görülür.
Bu paralı askerler gayri Müslim veya Mevali (sonradan olma, dönme) oldukları için, ganimet hakları hiç yoktur. Geçinmelerini sağlamaları için ise rütbelerine göre belli bir ücrete tabidirler. En yüksek sivil memur 300 dirhem, en düşük sivil memur 30 dirhem maaş alırken, bu ordunun subaylarına 2 bin dirhem, kıdemsizlerine ise 80 dirhem ödenek verilirdi. (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt: 3 sayfa: 1177)
Halife Mansur “sülalemizin temel dayanağı” diyerek özellikler Horasan’dan köle askerler getirtir. Harun Reşit ise, İranlı mevali egemenliğini kırmak için Bağdat sarayına azatlı Türk köle hizmetliler almaya başlar.
Harun Reşit’in oğulları Emin ve Me’mun arasında çıkan taht kavgasının sonucunun, dinden ziyade halifeye tam bağlı ve sadık özel muhafız birliği zorunluğunu gerektirmesi, halifeleri savaşçı özellikleri İslam ordularına karşı verdikleri zorlu savaşlarda görülmüş Türklerden kurulu özel birlikler oluşturmaya yöneltir.
İşte Mes’udi’nin yukarıdaki girişte tarif ettiği askeri birlik, Halife Mu’tasım’ın Türk kölelerden kurduğu 4 bin kişilik özel hassa birliğidir. Mu’tasım bununla da yetinmez. Arapların ve İranlıların ordudaki sayıları giderek azaltılırken bunların yerlerini aralarında Slav ve Berberilerinde olduğu ancak ağırlığını Türklerin oluşturduğu, 70 bin kişilik kölelerden oluşan yeni bir hilafet ordusu kurar.
Görüldüğü gibi putperest Roma İmparatorluğundan sonra lejyoner bir ordu, İslam İmparatorluğu tarafından kurulmuştur.
Bu tip ordunun askerleri, tarih boyunca da görüldüğü gibi sadece para için savaşan, hiçbir ideolojik temeli olmayan, hatta zulme karşı başkaldıran kendi milletlerine dahi son derece acımasız ve yabancılaşmış olan askerlerdir.
İktidarını Mevalilere borçlu olan Abbasi Hanedanı, İslam İmparatorluğu’nun geniş bir coğrafyaya yayılması nedeniyle, çok uluslu emperyalist imparatorluk mantığıyla kendisini Araplardan ayırt etmiş ve bir zamanlar unsuru asli olan Arapların, Abbasi despotizmine karşı başkaldırılarında, Araplardan olmayan bu lejyoner ordu, oldukça da işe yaramıştır.
İşte Osmanlı hanedanının giderek kendini içinden çıktığı Türk Ulusundan ayırarak kurduğu, gayri Müslim Devşirme Sisteminin, Türklere yabancı, aşağılayıcı ve acımasız olan despotizmine karış 600 yıl boyunca Anadolu Halkının başkaldırısı, yine bu sistemin bir parçası ve koruyucusu olan devşirme Yeniçeri ordusu tarafından acımasızca ezilmiştir.
İşte mantık, aynı mantık.
İşte despot ve tasallutçu bir zihniyete sahip İslam Şeriatının yönetim şekli yüzünden de, İslam coğrafyasında 1400 yıl boyunca hiçbir zaman huzur olmamıştır.
İşte şeriatçı bir zihniyete sahip Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız bile, bu durumu itiraf etmek zorunda kalır: “En ufak bir otorite zaafı derhal isyanların patlamasına yol açıyordu.” (H. D. Yıldız, İslamiyet ve Türkler, sayfa: 45)
Osmanlıdaki saray darbelerinde Yeniçerilerin oynadığı rol, ilk kez Abbasi sarayında görülür.
Me’mun’un ölümünden sonra yerine geçmesi beklenen Abbas’a rağmen, Mu’tasım’ın halife yapılmasında Türk köle askerleri belirleyici unsur olur.
İşte bu lejyon askerleri, başkent Bağdat halkının başına tam bir bela olmuştu, Bağdat adeta bunların talimhanesine dönüşmüştü ve Bağdat halkı bu askerlerin tecavüzlerine maruz kalmaktaydı. Halk açıktan karşı gelemediği benliğine yabancılaşmış bu köle Türk askerleri, kenar mahallelerde kıstırdıkları zaman öldürmekten de geri kalmıyordu. (H. D. Yıldız, İslamiyet ve Türkler, sayfa: 79)
İşte tüm bu yaşananlar nedeniyle Halife Mu’tasım, Samara adını verdiği yeni bir şehir kurarak Araplardan daha çok güvendiği bu Türk lejyon ordusuyla birlikte, hilafetini de bu yeni şehre taşır.
Me’mun'un halifeliği sırasında Abbasi despotizmine karşı Mısır’da başlayan isyanı bastırması için kardeşi Mısır valisi Mu’tasım’a, köle komutanların en ünlülerinden olan Afşin komutasında bir lejyon ordusu gönderir. Afşin, isyanı çıkaran Mısır’ın asıl yerli halkı Kıptileri, 830-832 yılları arasında katliam yaparak ezer.
Azerbaycan ve İran’da hilafet zulmüne karşı 816 yılından beri devam eden Babek isyanını, 837 yılında yine katliamla bastırır. Halife Mu’tasım, Afşin’in yakalayarak kendisine teslim ettiği İsyanın önderi Babek’i işkenceyle öldürtür.
Uşrusana’lı bir Türk olan ve önemli bir askeri güç elde eden Afşin, gizli din taşımak, sünnetsiz olmak ve boğulmuş hayvan eti yemek suçlamasıyla bizzat yardımcısı ve ırkdaşı olan İnak’a işkenceyle öldürtülür.(Tarihi Taberi, cit:3, sayfa:410)
Hazar Türkü olan İnak, Afşin gibi soylu bir aileden gelmektedir. Arap komutanların ordudaki Türk hâkimiyetine karşı isyanını Afşin ile birlikte ezmiştir. Cafer El Kürdi önderliğindeki Kürt isyanının bastırılmasında gösterdiği başarı önünü açmıştır.
Türk kökenli Aşnaş’ın ölümü üzerine 844 yılında Hilafetin başkomutanı olan İnak, ayrıca Mısır valiliğine de atanır. Halifeden sonra onun küçük oğlunu kukla bir halife yapmak için Vasıf ve diğer Türk komutanlarla yaptığı komplonun başarısız olması üzerine, Türklere rağmen halife olan Mütevekkil tarafından 849 yılında hac dönüşü tutuklanarak, İshak bin Musab’a işkenceyle öldürtülür. (H. D. Yıldız, Abbasiler devrinde Türk komutanlar, 2. broşür)
“…. Türk komutanı Vasıf, halifenin oğluyla birleşerek Mütevekkil’i ve onun kudretli yöneticisi Türk El Feth bin Hakan’ı öldürtür. Yerine geçen ve bir kukla olan Muntasır’ın, birkaç ay taht’ ta kalmasından sonra halife olan Muntasin, Bağdat’a kaçar. Bunun üzerine Türk komutanları hapisten çıkardıkları Mu’tez’i halife ilan ederler. Bağdat kuşatılarak, Muntasin öldürülür. Ancak halife olan Mu’tez, bu kez de Türklerin istediği ücreti ödeyemez. Hakaretlerle sarayı basan askerler halifeyi tahttan vazgeçirterek ölüme terk ederler. Yerine geçen Muhtedi’yi, Türk komutan Musa bin Boğa halifelikten vazgeçmediği için işkenceyle öldürtür.” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt: 3 sayfa: 1179-1180)
Görüldüğü gibi Osmanlının devşirme düzeninde yaşananlar ve yeniçerilerin Osmanlı saray entrikalarında görülen işlevleri, daha önce Abbasi sarayında aynısıyla meydana gelmiştir.
Siyasi ve askeri açıdan iyice güçlenen Türk komutanların çeşitli yerlere vali atanması ise çürüyen bünyenin parçalanmasını da beraberinde getirecektir. “ Samara’dan Mısır’a vali olarak gönderilen Dokuz Oğuzlardan Ahmet, yıllık vergiyi yollamayarak bu parayla kölelerden bir ordu kurar ve bağımsızlığını ilan ederek 868 yılında Tolunoğulları Devleti’ni kurar.” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt: 3, sayfa: 1180) Bu devlet 905 yılına kadar varlığını sürdürür.
Ferganalı bir Türk olan Suriye valisi Tugaç’ın oğlu İğşid, Tolunoğulları’nın yıkılmasından sonra atandığı Mısır valiliğinde, 933 yılında bu kez de İğşidoğulları Devletini kurar. Yine bir köle asker devleti olan Memlûklar’da (Kölemenler) muhafız birliği komutanı Aybey’in 1250 yılında ayaklanma başlatarak Mısır’a el koymasıyla kurulmuştur.
Aybey’in öldürülmesinden sonra yerine geçen Baybars zamanında, Bağdat Moğollar tarafından işgal edilerek Abbasi devleti de yıkılıyordu. Durumdan faydalanan Baybars, canını kurtarmak için Mısır’a kaçan Abbasi Hanedanı’ndan Muntasari’yi halife ilan eder. Böylece Abbasi halifeleri de Memlûklar’ın siyasi birer kuklası durumuna düşüyorlardı.
Abbasi halifeleri adına egemenliklerini Kayseri’ye kadar genişleten Türk Memûk'ların yerini ise, 1380 yılında yine kendileri gibi köle (Memlûk) olan Çerkez Memlûkları alacaklardır. Bu kez de Mısır'ın yönetimine Çerkez asıllı Seyfeddin Berkuk'un gelmesiyle Memlûkların Bahriye kolu, yerini Burciye koluna bırakacaktır.
Yönetimine Çerkezlerin gelmesinden sonra, yine de Türk asıllı yöneticilerinde idaresine ortak oldulduğu ve yöneticileri tarafından Et Devlet-ül Türkiye adı verilen bu devlet, son sultanı Kansu Gavri'nin, 1516 yılında Halep yakınlarındaki Mercidabık'ta Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim'e yenilmesiyle, kuruluşundan 267 yıl sonra tarih sahnesinden silinecektir.
Yine bir köle devleti olan Gazneliler Devleti,961 yılında Samani Devleti emiri Abdülmelik bin Nasır’ın ölmesi üzerine darbeyle yönetime el koymaya çalışan, köle komutan Alp Tekin’in başarısız olarak kuvvetleriyle Gazne’ye kaçıp, buradaki yerel hanedanı devirmesiyle kurulmuştur.
Gazneli Mahmut zamanında en geniş sınırlarına ulaşan Gazneliler Devleti, 1040 yılında Yine bir Türk soyu olan Selçuklulara karşı giriştikleri Dandanakan Savaşı'nda yenilerek tarih sahnesinden çekilir.
Müslümanlaştırılmadan önce Türk ülkelerinde hangi dini inançlar hâkimdi? Zorla Müslüman'laştırma, Türklerde nasıl bir dönüşüm meydana getirmiştir? İslamiyet’i yine de tamamen benimsemeyen Türkler, kendilerine göre Müslüman adı altında nasıl bir inanç biçimi geliştirmişlerdir?
Gelecek yazımda bu konuları inceleyeceğim.
AHMET ELDEN