Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

19 Nisan '09

 
Kategori
Siyaset
 

Tarık Akan'ın çelişkileri ve tarihi yanılgıları...

Tarık Akan'ın çelişkileri ve tarihi yanılgıları...
 

Rivayet odur ki, bir düayen gazetecimiz, "yararlı ve zararlı olmak üzere iki türlü darbe vardır" diye ferman buyurmuş. Buna göre 27 Mayıs ve 28 Şubat yararlı, 12 Mart ve 12 Eylül zararlı darbelermiş!

Tarık akan bu görüşlerden ikna olmuş olmalı ki, o da aynı şeyleri savunmaktadır. Tarık Akan'a göre; 12 Mart'ı ve bire bir zararlarını gördüğü 12 Eylül'ü kötülemek 27 Mayıs ve 28 Şubat'ı övmeye engel değildir. Tarık Akan, bir taraftan orduya övgüler yağdırırken diğer taraftan 12 Eylül'e ve Kenan Evren'e demediğini bırakmıyor!

Tarık Akan'ın bu görüşleri normal mantık silsilesine aykırı olduğu gibi tarihsel gerçeklerle de bağdaşmamaktadır. Şöyle ki;

1- Bu görüşe baktığımızda sanki Türkiye'de üç beş farklı ordunun olduğunu ve içlerinden birinin atik davranması halinde yönetimi ele geçirdiğini sanırsınız.

Oysa Türkiye'nin kurumsal kimliğe sahip tek ordusu vardır.

2- Ordunun kurumsal kimliğiyle yani emir ve komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdiği tek bir darbe vardır, o da Tarık Akan'ın beğenmediği 12 Eylül'dür.

28 Şubat, kurmay heyetin organize ettiği ve yürüttüğü, hükümeti değiştirmeye yönelik post-modern bir harekettir.

12 Mart, içlerinde sadece bir kuvvet komutanının bulunduğu genç subayların komünist darbe teşebbüslerine karşı komuta kademesinin yaptığı bir müdahaledir. Esas müdahale ordu içerisine yapılmış, Hükümete yönelik müdahale ise muhtira düzeyinde kalmıştır.

27 Mayıs, tamamen genç subayların illegal bir şekilde organize ettikleri ve uyguladıkları bir darbedir. Buradan 27 Mayıs'ın öncelikle orduya karşı yapıldığı ve kurmay heyetinin değiştirildiği anlaşılmaktadır. Yani önce ordunun meşru yönetimine karşı darbe yapılmıştır. Dolayısıyla 27 Mayıs'ı savunmak orduyu savunmak anlamına gelmemektedir.

Darbeler içerisinde sadece 12 Eylül emir ve komuta zinciri içerisinde, sivil siyasete karşı yapılmış gerçek bir darbedir. 12 Eylül kadar Türk ordusunu temsil edecek başka bir darbe yoktur. Bu nedenle 12 Eylül'ü dışlamak tutarsız bir davranıştır.

3- Darbelerin içerisinde en masumu ve en meşrusu (meşrudur demiyorum) 12 Eylül'dür. 12 Eylül öncesi sivil siyaset, 12 Eylül'ün gelmesi için elinden geleni yapmış ve adeta ona davetiye çıkarmıştır. 12 Eylül'ün arkasındaki %92'lik halk desteğini başka türlü izah etmek mümkün değildir. Çünkü aynı halk ilk seçimde yönetimi yine sivil iktidara teslim etmiştir. Yani en az 12 Eylül kadar, 12 Eylül'e zemin hazırlayan sivil siyaset de suçludur. (Konunun uzamaması için ayrıntıya girmiyorum)

4- Tarık Akan, 12 Eylül kendisini sorguladı ve özgürlüğünü kısıtladı diye 12 Eylül'e kin beslemiş, bu kini büyütmüş, büyütmüş, o kadar ki içine sığmamış ve bir kitapla kinini dışarıya boşaltmış. Tarık Akan 12 Mart'a da kötü demekle beraber o kadar üzerinde durmamaktadır. Oysa 12 Mart'ta kendilerince idealist fidan gibi üç delikanlı darağacına gönderilmişti.

Tarık Akan'ın 27 Mayıs'ı övmesi ise tam bir komedidir. İstiklal Savaşı'nın Galip Hoca'sı, Atatürk'ün Başbakanı Cumhurbaşkanı'nı, Atatürk adına idam etmek için evrensel hukuk ilkelerini bile ayaklar altına aldılar 27 Mayıs'ta... Koca ülkenin başbakanına, bırakın bir kitapla şikayetini arzetmek için zaman vermeyi, ailesiyle helalleşmeye, vedalaşmaya bile fırsat vermediler, kestiler nefesini...

Halkın oylarıyla iktidara gelmiş ülkenin başbakanı ve iki bakanını, onur kırıcı bir yargılama sonucu idam ettiler o Mayıs'ta... Diğer bakanlar ve milletvekillerinin dünyalarını kararttılar...

12 Eylül'de, ağırlıklı olarak, 12 eylül öncesi, hayatlarının baharlarında öldürülen 5000 gencin cinayetlerinin hesabı sorulmuştu. Oysa 27 Mayıs'ta ve 12 Mart'ta hukuk cinayetleri işlenmişti.

Adaletin simgesi adalet terazisini elinde tutan görmeyen kızın gözyaşları bile sel olup akmıştı bu hukuk cinayetleri karşısında... Ama Tarık Akan'ın büyük bir haz aldığı anlaşılmaktadır. Bu bir mazoistlik derecesinde egoizm değil midir?

Tarık Akan, 12 Eylül soruşturmalarının sonucunda aklanmış ve serbest bırakılmıştı. Demek ki 12 Eylül'de, 12 Eylül'ün hukuk dışı uygulamalarına rağmen, son sözü söyleyen bağımsız mahkemeler hala iş başındaymış... Oysa 27 Mayıs'ta kararlar peşinen verilmişti. Gaye işi kılıfına uydurmaktı. Oynanan tiyatro sözde sanıklar için bir işkenceye dönüşmüştü...

Hala 27 Mayıs çok iyi, 12 Eylül çok kötü deniyorsa, ben de "El-insaf" diyorum...

5- Bunca darbe uygulamalarına rağmen, memnuniyetle ifade etmeliyim ki, Türk kurmay subaylarının koltuk sevdaları bulunmamaktadır. En azından ordu disiplini koltuk sevdasını engellemektedir. Bunun doğal sonucu yapılan darbeler kişisel ikbal dışında ülke menfaati amacını gütmektedir. Nitekim darbelerde bile kısa bir süre sonra yönetim sivillere teslim edilmiştir.

Kişisel hırsları ve menfaatleri nedeniyle 40 yıl koltuklarından ayrılmayan siyasi liderlerle karşılaştırıldığında kurmay subayların çok daha demokrat oldukları anlaşılacaktır. Bu nedenle görevdeki kurmay subaya göre darbeleri tasnif etmek ve yakıştırmak son derece yanlıştır.

6- Yararlı darbe- zararlı darbe deyip bu kapıyı açık tutmaya devam ettiğimizde, bugün olmasa bile yarın Tarık Akan'ın kötülediği 12 Eylül'den de daha kötü bir darbenin gelmeyeceğini kim garanti edebilir? Daha da önemlisi birine göre "iyi darbe" diye adlandırılan bir diğerine göre "kötü darbe" olarak adlandırılmaktadır. Bu kargaşa nasıl ortadan kaldırılacaktır?

7- Demokrasinin iyi işlememesi, sistemin yolsuzluklara ve usulsüzlüklere dirençli olmaması sonucu ülkenin uçurumun kenarına gelmesi darbecilere cesaret vermektedir. 21. yüzyıla girdiğimiz şu dönemde, sistemin daha iyi işlemesini savunacak yerde, dolaylı da olsa darbeleri savunmak talihsizlik değil midir?

Darbelere gerekçe olarak gösterilen Atatürk ile onun işaret ettiği çağdaş uygarlık seviyesi ve darbeler arasında en ufak bir ilinti var mıdır? Bugünkü çağdaş ülkeler, darbe kelimesini yıllar önce sözlüklerinden çıkarıp atmışlar!

Peki, Tarık Akan neden darbeleri bugün yeniden gündeme taşıyor?

Meşru yönetimi devirmek iddiasıyla bir Ergenekon Soruşturması yürütülmektedir. 2003-2004 Özden ve Balbay günlükleri ve daha bir sürü darbe alt yapısı çalışmalarını gösteren olaylar deşifre olmuştur.

Tarık Akan'ın, bu olayları inkar ederek "hayır, Ergenekon diye bir şey yoktur" demektense, Ergenekon'a meşruiyet kazandırma yolunu tercih ettiğini sanıyorum.

Eğer böyleyse, bugünlerde bir çoklarının yaptıkları gibi karnından konuşmadığı için Tarık Akan'ı kutlamak gerekir ama bir sanatçı olarak onun, çağdaşlığı, barışı ve özgürlükleri savunması gerekirken hala militarizmden yana tavır koyması çok düşündürücü...
 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara