- Kategori
- Güncel
Tehdit ediliyoruz: Susun diyorlar!

Ankara'nın göbeği Kızılay'da, haftada en az bir gün kaldırımın orta yerine dizilmiş polisler görmek sıradan hale geldi. Ne için oradalar, ne yapıyorlar bilebilmek mümkün değil tabii. Gösterici sayısından fazla oluyorlar yer yer zira.
Ben açık söylemek gerekirse bu görüntüden rahatsızım. Polisleri, muhalif hareketlere bu şekilde göndererek herhalde "yüce başbakan, büyük hükümetimizi protesto ederseniz cıssss olursunuz" algısı yaratmaya çalışıyorlar halk içinde. Nitekim, günümüzde muhalif olmak bir yana, muhalifliğini sergileyebilmek cesaret ister bir duruma dönüştürülüyor gitgide. Üstelik bu durum bir "polis devleti" görüntüsü de yaratıyor ki haksızlık olmaz böyle söylemek Türkiye için. Bazen de kalkanlarını kuşanmış, zırhlarını giymiş(!) kaldırımın ortasına diziliveriyorlar sanki hücum edeceklermiş biraz sonra gibi. Otobüs duraklarını, yürüme alanlarını işgal edecek kadar özgürler polisler ve pervasız. Otobüsler gelmiş, durakta duramamış da arkalarda kalmış, yaşlılar otobüsü görememiş, binememiş, otobüs kaçmış. Önemli değil. Hükümetimize zeval gelmesin yeter ki!
Gördünüz işte, başbakanı protesto etmeye giden öğrencileri İstanbul'a almadılar. Dövdüler. İşkence yaptılar hatta. Yani siz mesela Ankara'dan İstanbul'a gitmeye karar verdiniz, ama neden gidiyorsunuz? İşte bu nokta önemli polisimiz için.
Dışarıda tüm bunlar olurken, içeride ise Hüseyin Çelik gençleri ne kadar sevdiğinden dem vuruyor, onları kucaklıyordu. Dayak yiyenleri değil tabii, kastettiği gençlik, yumurta atmayan, protesto etmeyen, işi gücü okumak olan ve ülkesi hakkında kaygı duymaya hakkı olmayan gençlik: AKP Gençlik Kolları!
Konuşmayan bir Türkiye istiyorlar. Demokrasi sadece onlar için var, muhalif hareketler demokratik kapsamda değerlendirilemiyor. Nitekim aynı zihniyeti taşıyan Yurtlar Genel Müdürü'nün ağzından çıkanları duydunuz: "Ne işi var saat 9'da kızın barda. Otursun, ders çalışsın." Toplama kampları, pardon yurtların başındaki kişinin düşünce yapısı bu.
Bir başka itiraf da başbakandan geldi. "Bana 1 milyar doları var diyen şimdi Silivri'de." Silivri'deki davanın iç yüzüne dair büyük bir itiraftır bu açıklama. Tehdittir hepimize karşı: Fazla ileri gitmeyin, kendinizi Silivri'de bulursunuz! Neden susuyorsunuz? Neden manşetlere taşımıyorsunuz bunları? Gündeminiz yapın bu konuları ki basın da görmek zorunda kalsın. Üstüne gitmek zorunda kalsın!
İleri demokrasiye geçtik 12 Eylül 2010'da, görüyorsunuz ileri demokrasiden manzaraları. Gençler hapis cezası alıyorlar protesto gösterilerine katıldıkları için. Onların yanında olmayacak mısınız? Daha ne kadar kanmaya devam edeceksiniz hükümetin söylediklerine? Kafanızı biraz kaldırın Yeni Şafak'tan, Vakit'ten, Zaman'dan, Bugün'den. Kaldırın da başka gazetelere de bir bakın, neler oluyor Türkiye'de görmek için. Bu yazının fotoğrafındaki kıza bakın. O kız dayak yiyor, hükümeti protesto etmek istediği için. Böyle demokrasi olur mu söyleyin, lütfen artık birazcık başınızı gömdüğünüz kumdan çıkarın! 12 Eylül'den önce "Kenan Evren yargılanacak" diye yüzü kızarana kadar bağıran Tayyip Erdoğan, bugün niye Evren'in adını ağzına almıyor bir sorun, n'olur. Niye Evren'in maaşına zam yapılıyor aksine bunu da merak etmiyor musunuz? Ya da Evren'in maaşına zam yapıldığını duydunuz mu? Yetmez ama EVET mi diyorsunuz?
Candan Erçetin şarkısında diyor ya, "var diye bas bas bağırıyorlar ama, hiçbirinin söz hakkı yokmuş." Bugünkü durum böyle maalesef.
Son olarak bir şey daha söylemek istiyorum. Geçtiğimiz hafta, Ankara Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında Marx'ın Dönüşü isimli, Genco Erkal'ın tek kişilik oyununu izledim. Gidip görün lütfen onu da.
Oyunun bir yerinde şöyle diyor Genco Erkal, Marx'ın dilinden:
"Hükümetin ahmaklığı beni delirtiyor. Muhalefet sadece konuşuyor. Basın korkak...." Ekliyor sonra biraz duraksayıp; "1850'lerde tabii bunlar."