Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '11

 
Kategori
İzmir
 

Temizlik ve Çevreye Saygı, İmandan Gelir mi?..

Temizlik ve Çevreye Saygı, İmandan Gelir mi?..
 

Geçen gün bir arkadaşım, artık evinde hiç temizlik deterjanı masrafının kalmadığını söyledi. Kaptan Jack Sparrow gibi başım, ense kökümden bir geri gidip geldi, gözlerimi kocaman açıp sordum: "Nasıl?!." Arkadaşım güldü, "Canım, her işe arap sabununu koşturuyoruz. Savvy?!."

Elma sirkesi, arap sabunu ile doğal tuzun bulaşık makinesinde kullanılması önerilerini okumuş ama uygulayamamıştık evde. Makinemizin içinde kimyasal parlatıcı vardı, deterjan gözüne katı arap sabunu koyup tek sepetlik programda çalıştırdık. Parlak bir sonuç elde ettik: Makineyi açınca gördük ki pırıl pırıl temizlenmişti çelik de, porselen de, cam da... Artık arap sabunlu tablet deterjanlar mı üretilir, arap sabununa zam mı gelir, bilemiyorum. Nazik makro ekonomimizin talep arz konusu... Elma sirkesi yerine üzüm sirkesi kullanılıyormuş, parlatıcı bitince sirke boşaltırız parlatıcı yuvasına. Her bulaşık makinesi açıldığında, içinden çıkanları yerleştirirken yıkamış olduğumuz petrol türevli, bilmem hangi kimyasal formüllü makine deterjanı beni çok düşündürür, bir daha çalkalatmak geçerdi içimden. Ayyy, artık reklamlardaki gibi, otuz iki parlak dişimle, erkek yaka inci beyazı gömleğimle, frenç manikürüm çene hizamda, saçlarım ense topuzu gülümsüyorum: "Şimdi içim daha rahat!.." Belki çok kimse bunu uyguluyordu ama biz yeni başladık. Yalnız, tuz değişikliğine biraz çekinerek bakıyorum.

En son çağırdığımız çamaşır makinesi servisi de, kireç önleyici kullanmayı zorunlu tutmamıştı. Hani reklamında, korku filmlerinden kareleri çağrıştıran elastik, jölemsi, mide bulandırıcı, adeta içindeki yarı canlı bir yaratığın, tamircinin kıllı elleri tarafından pörtletildiği pis plastik borularının ve üzeri kireç bağlamış, o eskitilmiş dev ataç tipli rezistanslarının değişimi daha ucuzdur, diye yayılan e-postalar var ya, doğru söylüyorlarmış. Çamaşır yumuşatıcıları ise içine işlediği çamaşırlardan çıkmazmış, cilde zarar veren kimyasal maddeler barındırırmış, böyle yazıyorlardı. Zaten yumuşatıcı deyince hep halamın Almanya'dan getirdiği Lenor vardır belleğimde. Doğayı kirletiyor muydu, bilmiyorduk o yıllarda. Onun uzun menzilli kokusu üzerine de bir daha gelmedi. Lenor, Avrupa demekti çocukluğumda. Çağdaş, temiz, pürüzsüz, uygar, sorunsuz, sağlıklı... Annem, santrfüjlüye de, yürüyüp kapıya dayanmaması için altına beton dökülen toça da bir kapak atardı. Arkadaşım ise yalnız güvendiği bir çamaşır makinesi deterjanı kullanıyormuş, artık yumuşatıcıyı evine hiç sokmuyormuş. Evin döşeme, kapı, parke, fayans temizliğinde de arap sabununa güveniyormuş. Onca markanın renk renk deterjan cümbüşü, insanı zaten psikolojik olarak zora sokuyor.

Yıllar önce , Ağaçkakan diye çok nitelikli, ekolojist bir dergi vardı. Çevreci ve sürdürülebilir yaşamla ilgili güzel yazılar okurduk. Dergiyi ne zaman bıraktım, dergi ne zaman kapandı, anımsamıyorum. O zamanlar daha ilgili, bilinçli, bilgiye meraklı imişiz, demek ki...

Temizlik demişken... Sokaklarımızın durumu ne zaman düzelecek, ne zaman temizleneceğiz? Metruk evler ne olacak? Haftalardır, sokağımızdaki konteynerlerin kaldırılması için yazışıp, konuşup duruyorum. Semtlilerimiz, kendi kapılarının önünde çöp kokusu istemiyormuş ama bizim bu kokuyu, bu görseli çok sevdiğimizi düşünerek çöplerini bizim önümüze dizmişler(!). Balkonlardan, pencereden giren partiküllerle yan bahçemize uçan çöpler cabası. Sonunda, sayıları üçten beşe, en son yediye ya da sekize yükselen ağzı açık konteynerler, gerçek sahibi olan apartmanların önüne taşındı. Kendi kapısının önünde istemediği çöplerini balkonlarımızın, penceremizin önüne atanların konteynerlerinden taşıyor atıkları. Korkunç ve iğrenç olan, bu sokağı Harmandalı Çöp Alanı belleyen başka başka sokakların insanlarının da gezmeğe giderken, pazara çıkarken çöplerini bu konteynerlere atmaları... Aslında atamamaları... Konteyner dolu olduğu için yanına bırakıvermeleri. Hatta otomobilden iniveriyor, torbaları fırlatıp kendilerini bekleyen araca binip kaçıveriyorlar. Çöp torbaları açılıyor, otomobil tekerlekleriyle ezilince püreleşip sokağa yayılıyor.

Bitişik apartmanın zemininde konuşlanmış, tabelasında kendini market sanan bakkal, göbeğinin altına düşen çakma Havai şortu ve şıpıdık terlikleriyle kapısından adım atıp tam kapısının önü yerine, metrelerce uzakta, tam çaprazındaki evimizin karşı duvarına denk gelen koordinatlara üşenmeden salınarak yürüyor, balkonumuzun önüne boşaltıyor kırmızı plastik kovasında biriktirdiklerini. Bir gün rica edecek oldum, kendi kapıları önünde konteyner bulundurmalarını. Adam bizi hiç balkonda ya da pencerede otururken görmediğini(!), rahatsız olmayacağımızı oldukça nezaketsiz, üslupsuz, ölçüsüz ve çirkince bir dille ifade etti. Günlerinin iyi geçmesini banttan söyleyip çıktım, şaşkınlıklar içinde. Üstelik kendi semtimde böylesi bir tavırla ilk kez karşılaşmış olmanın acısı çöktü mideme. Wooow smart bakkal! Ne denir? The acid of the olive oil! Uygarlıktan, insanlıktan anlamayan, konuşmak yerine höykürürce sesler çıkaran "efendi"liği kalmamış bu bakkal ile bildiğimiz dillerle konuşup anlaşmak olanaksızdı. Onun dilinin de gidilecek kursu yoktu. Üstelik nizam olarak bizim apartmandan geride kalan bakkaliyesinden çıkıp karşıya geçer, evimizi de gözetlermiş, düzeysiz bakkal!.. Oysa önceleri, ekmek ya da gazete için sepet sallamamızı, isterse eve servis yapacağını, kendine özgü naziklikle söyler, anneme pek saygılı davranırdı. Evrimi geriye sarmış meğerse.

Sokak kedilerini besleyenler de soslu spagettilerini, risottolarını gazete kağıdı içinde bu konteynerlerin önüne koyuveriyorlar, kendi kapı önleri dururken. Dağılan artıklarla, yağlı kağıtlarla biz ilgileniriz, nasıl olsa... Konteynerler ait oldukları yerlerine taşındıktan bir saat sonra beyaz atletinin önü, sırtından daha kısa, kızgın bir komşu(!), iki kişinin bile yerinden zor kıpırdattığı konteynerini, çekiştire çekiştire kendi cümle kapısının önünden tam bizim önümüze değin taşıdı, kızgınlığını diğer elindeki çöp dolu Tansaş torbasından çıkardı, o daha hafifti. Gerçi konteynere de çok kızmıştı, tekerlekli tabanını ters çevirerek bizim balkonumuzun önüne gürültüyle devirdi, çöp torbasını konteynere çarpa çarpa parçaladı... Şimdi bu Khimera kılıklı adamcağıza ne diyebilirim ki... Allah korusun, oradan zehirli mızrağını, yok, volkanik gırtlağındaki lavlarını bizim eve doğru püskürtüverir.

Bu sokakta, eşyalar da ayrıştırılıyor. Her gün bir kanepe, üç beş halı, dolap, kereste, mutfak ve banyo inşaatına özgü malzemeler çıkıyor. Örneğin bir kanepe bırakılınca en çok on dakikada hiçbir alet kullanılmaksızın, yani manuel, kumaşı sıyırılıyor; süngerleri oracığa atılıyor, içindeki demir iskeleti ile yayları çıkarılıp götürülüyor. Kediler ile ayrıştırıcılara söyleyeceğim yok, onlar alsın diye bırakılıyor. Peki çöp kamyonuna sığmayanlar oracıkta mı kalsın?

Çöp günlüğü tutmaya başlamıştım, asfalyalar attı bizde; yurttaş olarak üzerimize düşeni yaptık: Muhtarımıza bildirdik. Belediye ile yazılı, sözlü görüştük. Yetmeyince HİM'e anlattık, HİM de ayrıca valiliğe aktarmamızı önerdi.

Bienaldeki konferanslardan birinde söylenmişti: Dünyada göç alan beşinci kentmiş İzmir. Pek güzel! Expo kaygısı çeken İzmir'imizde olsun, yaşadığımız diğer belde ve kentlerde olsun bir küçük çöpümü yere atmış değilim, biz de babamın işi gereği Ege'de çok gezdik ama gittiğimiz yerleri kirletmedik. Kentimizi seviyorum, çevreye duyarlıyım, saygılıyım. Çocukluğumda, troleybüslerde biletçiler olurdu. Hani hiçbir direğe tutunmadan, sırtını yaslamadan bacaklarını biraz açık tutar ve düşmeden ayakta yolculuk ederlerdi de hayretle, hayranlıkla izlerdim biletçi amcaları. Boyunlarına çapraz taktıkları keçi derisi çantalarından çıkardıkları koçandan kesip verdikleri biletleri bir kez olsun toplu taşım aracının içine ya da caddeye attığımı anımsamıyorum. Çöp varili bulamazsam hep ceplerimde ve çantamda taşırdım günlük atıklarımı, eve dönünceye dek.

Son yıllarda, çöpünü yere atanı kibarca uyarmak isteyince azar işittim. Kaldırımdaki ağacın dibine kocaman sigara kartonunu atmak, sanırsınız çok normal de atmazsanız belediye ceza keser. Bulvarda, sırtını denize dönüp koro halinde çiğdem yerken kabuklarını ayaklarının dibine atan bir düzine kadının önünde volta atan dev gibi bir adam da çiğdem külahını elinden bırakmaksızın üzerimize yürüdü. Temizlik, insanın içinden gelir, imandan gelir, derler. O zaman sorgulamak gerek... Temizlik ya yeterince yapılmıyor ya da görevliler sayıca bu kente yetemiyor. Nitekim sokağımızı aydınlatan tek sokak lambasının arızası için de günlerce bekledik, zifiri karanlıkta kaldık, tamir ekibi küçükmüş, yetişemiyormuş.

Çözüm yine yöneticilerde. Toplumun ortak kullandığı alanları kirletenlere lütfen yaptırım uygulayın. Konteynerlere apartman adı ve numarası yazılsın. Çöp atılmayacak alanlar kamera ile gözlensin. Uygar olmayı öğrenememişler eğitilsin. Çevreci temsiller izletilsin. Kitaplar okutulsun. Çöp torbası nasıl doldurulur, o da öğretilsin. Plastikler, kağıtlar, diğer atıklar ayrı bidonlara atılsın. Dönüşüm amaçlı ayrıştırmanın yapılmadığı günümüzde, bizim evde çöp torbaları dikkatle hazırlanır. Ne kokar, ne akar; elinize alıp seyahate çıkabilirsiniz.

Şu sıcakta, şu ekşi çöp kokuları arasında şu sokağımızı kirletenlere diyeceğim şu ki "Wagner'in Flying Dutchman'ını izleyemeyesiniz, gördüğünüz göreceğiniz Hans Zimmer'in müziğiyle Pirates of the Caribbean'daki Dutchman ola! Davy Jones'un ahtapot kollu sakalları girsin düşlerinize, Kara İnci'nin laneti de üzerinize ola!.."

Unutmadan... Hey, smart bakkalll! Bizim karşı duvarımıza dek elinde kırmızı plastik çöp kovanla istediğin kadar salınarak tay tay yap, asla Sparrow kadar kırıtamazsın!.. Sonracığıma ben belediyeme, kentliliğime güveniyorum! Savvy?!.

(Akhilleus tendonumdan vurmazlarsa)
Saygıyla...

Ha-ni-miş: Tecimsel mecimsel, Hans Zimmer'in müziklerini severim.

Gezmeli: "Agora Açıkhava Müzesi"
Okumalı: "Görgüsüzlük Çağı Davranış Rehberi" Yüksel Söylemez - ODTÜ Yayıncılık
Dinlemeli: "La Reine Margot" Goran Bregovic
İzlemeli: "Waste Land, Vik Muniz - Çöplük" Lucy Walker, Karen Harley, Joao Jardim, 2010

 
Toplam blog
: 101
: 2403
Kayıt tarihi
: 18.11.07
 
 

İzmir'den merhaba! İzmir'de, Göcek'te, Marmaris'te, Milas'ta, Söke'de, Bodrum'da sonra yine İzmir..