Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '18

 
Kategori
Kitap
 

Teoman - Fasa Fiso

Teoman - Fasa Fiso
 

“...’N’oldu lan?’ diye sordum. ‘Abi ben üstü açık arabada garip hissediyorum, utanıyorum’ demiştin. O konuşmanın devamında bana dedin ki ‘Abi ben bu işi başaracağım. Bi annem var, annemin de bir tek varlığı benim. Ne yapıp edip bunu başaracağım...”

Anneannesi namaz kılarken secdeye kapandığında sırtına çıkıp bazen de kıçını ısıran sıradan bir çocukken, babasızlığın ve fakirliğin ne olduğunu keşfettikçe içe kapanan, insanlarla konuşmaktan utandığı için, yetişkin olduğunda da yapacağı gibi, evde bir başına oturan bir adamın hikayesi. Anne sinirli, ilaç bağımlısı, uykuları sorunlu. Halayla, yengeyle ne zaman buluşsalar babadan bahsedip ağlaşıyorlar. Her söyleneni duyup babalardan bahsedilmesini sevmemeye başlayan bir çocuğun hikayesi bu aynı zamanda.

Halasının dual pikaplarında ‘Yemen Türküsü’nü dinleyip ölen askerden geriye sadece bir çift kundura, bir de fes kalmasından kalbi yaralanan bir ergen. Zaten zenginler kendilerinden utanmalılar, dünyada onca fakir insan varken. Sonra İnce Memed’in Hatice’yi kaçırdığı o mağarada Hatice kadın oluyor, demek ki çıplaklardı. İnce Memed çok şanslı biri olmalı...

Deep Purple (en çok Ian Gillan), Led Zeppelin, Kiss, Iron Maiden, MFÖ, Black Sabbath, Bülent Ortaçgil... Ve tabii ki Elvis...

Küçük insanların küçük hayalleri olur. Birkaç yıl içinde Türkiye’den gitmeli, adını ‘Teo’ yapmalı. Küstah, hazırcevap, popüler biri olmalı. Çok güzel sevgilileri olmalı, esprili biri olacağı için onları bol bol güldürmeli. İyi giyinen arkadaşlarıyla diskoya gitmeli. Motosiklet almalı, siyah deri ceket giymeli, ara sıra da anneyi görmeli...

İşletme okumaktan vazgeçip, aylarca eve kapanıp tek kitapla günde 7-8 saat çalışıp Boğaziçi Matematik’e girebilen TÜBİTAK burslu başarılı bir üniversite öğrencisi o. Öte yandan okul derslerine çok konsantre olamadığı için, atılma korkusuyla beş sene boyunca sürekli üniversite sınavına giriyor, atılırsa aynı sene yeniden kayıt yaptırabilsin diye.

Amerika’da, bir aylığına bir arkadaşının yanına gittiğinde, okuldaki yemeklerin üç buçuk dolar olduğunu görüyor. Öte yandan yemek, onun için hayatı idame ettirmekten başka bir işe yaramayan bir teferruat. Marketten 25 sente konserve yemeye başlıyor. Bir süre sonra yediği ton balıklı konservenin kedi maması olduğu ortaya çıkıyor, 99 sente insan konservesine geçiş yapmak zorunda kalıyor. Türkiye’de de durumlar çok farklı değil, yazın okuldan ayrı geçen periyotta Bodrum’da çalıyor söylüyor, dönüşte elde kalan tek şey orada kazandığıyla alabildiği bir deri mont. Londra’daysa bulaşık yıkıyor, en sevdiği.

İşler yolunda gitmeye başladıktan sonra içindeki detaycı, disiplinli, kontrol manyağı obsesif ve acımasız Führer ortaya çıkıyor. Özensiz konser sözleşmelerine inat, hiçbir maddeyi şansa bırakmadığı 11 sayfalık ‘Teoman sözleşmesi’ piyasada ün salıyor. İlk zamanlar prodüksiyon menajeri yok prodüksiyonun başında. Yavaş yavaş yürüyen ışıkçıyı çağırıyor, par ışıklarının neden takılmadığını soruyor, ışıkçı 10-15 dakikalık işi olduğunu söylüyor. Saatine bakıp ona ‘tam 15 dakikan var’ diyor, sırtından tutup ileri itiyor, ‘hadi bakalım, koş şimdi, sadece 15 dakikan var!’ Adam koşuyor. Bir başka gün müzisyenler provaya geç kalıp köprü trafiğini bahane edince, onlara köprünün açıldığı 1974 yılından beri tıkalı olduğunu söylüyor. Bir gün turnede bavulunda kemerini bulamayıp deliriyor. Bir gece genç bir çocuk yanına gelip çalıştığı dergi için ‘röportaj’ lafını eder etmez hakaret ve küfürlere maruz kalıp neye uğradığını şaşırıyor.

Halbuki mutluluk onun için, çocukken çok ıslanıp üşüdüğü bir kış günü Taksim’den otobüsle eve döner dönmez çoraplarını çıkarıp, pijamalarını giyip ayaklarını kalorifer peteklerinin arasına sokup kitaplarını karıştırmaya başlamaktı. Ama hayat bundan daha çetrefilliydi. Parasızlık diye bir şey vardı, kadınlar vardı, mutsuz bir de anne. Ve ölüm. Nevrini döndüren genelde ölüm haberleri oluyordu. ‘Amca’ diye hitap ettiği kuzeni Mustafa, teyzesi, Murat, M.Ç., Orhan Abi, Kerim Abi, Zeki Abi, Bowie, Prince, Cohen... Etrafındaki ölümler kendine ait korkularını ateşliyor, hayatla hiçbir bağının olmadığını görüp korkuyordu. ‘Ölüm fikri bütün keyfimi kaçırıyor. Birileri öldüğünde, ölümün var olduğu birden büyük bir gerçeklik oluyor. Tırsıyorum. ’

‘...Kütüphanemin önüne geçiyorum, kafamda Oğuz Atay’ın kahramanı gibi kütüphanemdeki bütün kitapları yalayıp yutuyorum bundan sonraki hayatımda. Amacım o olmuş. Kitaplara gömülüp, başka hiçbir şey düşünmüyorum. Çocukluğumdaki gibi, hayatla hiç ilgilenmek istemiyorum ve bu fikrimde çok haklı olduğuma karar veriyorum. Hiç kimsenin derdiyle uğraşmicam artık, diyorum. Yeter başkalarını kafaya taktığım, sadece kitap okuyacağım. Üst kata çıkana kadar hayalimi unutuyorum...’

İlk albümü çıktığında Bodrum sokaklarında dolaşırken küçük bir bardan bir şarkısını duyup 3-5 kızın bağıra çağıra eşlik ettiğini görür. Tüyleri diken diken olur. Şimdiyse o duyguyu hiçbir zaman yaşamayacak olmak kolay değildir. Elinden gelen, kitapçılardan ortaokullar için ‘vücudumuzu tanıyalım’ ve ‘orta atlas’ almaktır. İlerde organların ne işe yaradığını ve ülkeleri filan öğrenip kızına öğretecektir. Hiçbir zaman yeniden ‘Papatya Teoman’ olamayacaktır, ama kızının prensi olma şansını boş geçmeyecektir.

‘Benimle hayat zor, ama kendim için de zor!’

 
Toplam blog
: 53
: 1499
Kayıt tarihi
: 17.10.08
 
 

*Liberal muhafazakar, oldukça postmodernist ve meritokrat bir gezgin  *Kuleli - Galatasaray - Boğ..