- Kategori
- Kültür - Sanat
Tırnak içinde Ölüm

“Tırnak içinde Ölüm” [1]
Ölüm Tırnak İçine Alındığında
Namlusuna sürdüğü kelimeleri şakağına dayayıp tehditler savurmaktadır şair; “<ı>Ölürüm ha, her an ölebilirim. Gümüş kurşun olmazsa, mürekkep ya da alkol denizinde boğarım kendimi. Zaten öyle bir hayat yaşarım ki yaşadığımı bile anlamazsınız. Ömrümü hangi lirik intiharla tüketeceğimi bilemezsiniz. En iyi ben ölürüm!..” ı>Okuyucu, kronik intiharlardan sabıkalı bu tekinsiz ruhu korumak adına, alttan alır çoğu zaman. Yaşama şansını “ölme” ihtimalininin gölgesinde çürüten şair, tırnak içinde “ölüm”ü de “yaşamı”da bir ayrıcalık gibi şımarıkça sömürmektedir. Duygularını herkesten farklı ifade etme yeteneği, ona olağanüstü bir dokunulmazlık kazandırmıştır. Kimse, “bir tek sen mi öleceksin” demez, kimse yaşamı da ölümü de hoyratça kullanmasına ses çıkarmaz. Şair, zaten “yaşama özürlü” olduğu için yazandır. Yarasının kabuğunu sürekli kaldırmak zorunda olan, yaşadıklarındaki ölümcül zehri ümitsizce kelimelere damlatandır. Çünki yaşamak mutluluğu, yazmak mutsuzluğu vaat eder. Yaşamak bir gün öldürür, yazmak yazanı hele bir de şairse ölümsüzlükle lanetlenmiş bir hayalete dönüştürür. Yaşamak bu dünyanın, yazmak öte dünyanın ağrılı anısıdır.
Saf ve gerçek yazardır şair. Diğerleri, maskeli öğrencileridir yazı dünyasının. Şair olamayacağını anlayan yazarın avuntusu, düzyazıdır. Taş sektirdiğinde dalgalandırabileceği bir havuzdan fazlasına, enginlerinde gemilerini yüzdürebileceği, derinliklerinde yıldızlarını söndürebileceği hırçın okyanuslara sahiptir şair.
<ı>“Bir tek dize yazmak için yaşamı tüketmiş olmak gerekirı>” diyen Maurice Blanchot’a göre, “<ı>Ölüm karşısında kendimize sahip olabilirsek, onunla egemenlik ilişkileri kurmuşsak yazabiliriz ancak. Karşısında direncimizi yitirdiğimiz şey midir bu, öyleyse kalemin altından sözcükleri çeker alır, sözü keser: yazar artık yazmaz çığlık atar, beceriksiz , karmakarışık, kimsenin duymadığı ya da kimseyi heyecanlandırmayan bir çığlık. Kafka burada derin bir biçimde sanatın ölümle ilişki olduğunu hisseder. Neden ölüm? Çünkü o aşırı uçtur. Ona sahip olan, sonuna dek kendine sahiptir, yapabileceği herşeye bağlıdır, tepeden tırnağa güçtür. Sanat son ana egemen olma, son egemenliktirı>.” [2]
Şiirsel persona, şairin kişisel yaşamının edebi olgulara dönüşebileceği ya da bunun tam tersi olabileceğini gösterir. Peki, şairin yaşamı şiirin yaşamı mıdır?
Tırnak İçinde Ölüm isimli kitabında Svetlaya Boym, şairin birey olarak yaşamından çok, genelleştirilen bir “şair hayatı” mitinin peşinde, “İnsan yaşamı”, “şiirsel yaşam” arasında kesin bir ayrım yapmadan, metinselliğin sınırlarında, modernist benliğe ait sorunlar etrafında geziniyor.<ı> ı>
Şairi kuşatan değişken kültürel mitlerin, onun edebi kişiliğini oluşturduğuna inanan Boym’a göre, edebi kişilik edebi evrimin sonucu ortaya çıkan bir süreç. Kitap ve yaşam ilişkisini Mallarmé ve Rimbaud figürlerinden inceleyen yazar, bu iki şairden hareketle iki ayrı modernlik tarihi yazılabileceği fikrinde. Mallermé’nin yolu, benliği metinde sürekli kaybolan biyografisiz, özerk yazar figürüne, Rimbaud’nun yolu ise edebiyat eleştirmenini, yazarın ölümü geleneğinden çok edebiyatın ölümü geleneğine yakın duran avangard edebiyat geleneğine götürüyor. <ı>“Mallermé’nin miti ile Rimbaud’un mitinin üstüste konması, bizi iki yazarın modernist tavır alışındaki-yani Mallermé’nin kendi gündelik biyografisini silme çabası, mecazi bir ifadeyle, metinlerinin dışında yaşamaktan vazgeçme çabası ile Rimbaud’nun kendi şiirsel geçmişini unutarak edebiyat yazarlığını topyekûn bırakma çabasındaki-radilkalliği sorgulamaya zorlar. Kişi ne tür bir yaşamı olaysız, tarafsız ve tarihsel açıdan ehemmiyetsiz sayabilir ve tür bir bir edebiyatı icra etmekten vazgeçebilir? Başka bir deyişle, edebiyat yaşamsal olmaktan, yaşam edebi olmaktan ne zaman çıkar?”[3]ı>
“<ı>Şairin oluşturduğu metin yazıda girişilmiş bir deneyse, şairin yaşamı da Yeats’in ortaya koyduğu gibi, “yaşamda bir deney” midir gerçekten?”ı> Yaşamdan kopuşu incelerken, biyografisiz yazar modelini, kendi şiirini hayatın öznesi yapan şair modeli ile karşılaştıran Svetlana Boym, Rimbaud’nun ‘dünyanın dışı’ dediği şeyle ‘metnin dışı’ dediği şey arasında bağlantı kuruyor. Şiirlerinde ölüme ait kehanetleri ve intihar temasını işleyen şairlere Nerval, Crevel, Mayakovski, Tsetayeva gibi isimleri örnek gösteren yazar, şairin mecazi ölümüyle, gerçek ölümünü biraraya getirmenin tehlikelerini, “ölmediği için ölme” sözüyle özetlebilen ruh halini, intiharın şiirsel olarak sahnelenişinde devreye giren edebiyat ve biyografi ilişkisini taze bir bakış açısıyla aktarıyor. İster sonsuza kadar sürecek biçimde edebi bir kendini gizleme biçiminde isterse düpedüz yazarlığı bırakarak gerçekleştirilmiş olsun, çağdaş eleştirinin merkezinde yer alan yazarın ölümü mitini yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini düşündürüyor Tırnak İçinde Ölüm.<ı> ı>Eleştirmenlerin ve şairlerin arkalarına bakmadan katledebileceği yaşam nasıl bir yaşamdır? Şairin yaşamı, metninin metonomisi midir, eserinin yanıbaşında sürüp gider mi yoksa evdeki eski mobilyalar gibi metaforik olarak bu yaşamı yakmak mı gerekir, diye soran Boym kitap ve dünya arasındaki ilişkiyi yeniden yorumlamaya çalışıyor.
Günümüzde<ı> sı>adece şairin değil, eleştirmenin de içinde daha rahat hareket edebileceği yeni elbiselere ihtiyacı olduğunu düşünen Boym, kendi ifadesiyle mesleki olarak koşullandığı ‘edebilik’ dürtüsüne rağmen metinle, yaşam arasındaki farkı muhafaza etmeğe ve bunlardan birini diğerine tabi kılmaktan kaçınmaya çalışmış. Ona göre <ı>şair adeta anakronik bir figüre yabancılaşmış bir yazı şehidine, apolitik bir dandy ya da asosyal bir ı>boheme<ı>, ı>De Man örneğinde olduğu gibi eleştirmen<ı> ı>de “biyografisiz bir eleştirmenden”, “biyografi sahibi bir eleştirmene” dönüşüyor.
“<ı>Bu kitapta, şairlerin ve eleştirmenlerin ölümlerine dair mevcut teorik fabllarda, belirli her durumda metin, yaşam ve kültür arasındaki ilişkinin çetrefilliğiyle karşı karşıya gelmenize olanak sağlayan bir dizi menteşe kavram geliştirdim. Bu kavramların hepsi, kültürel mit ile bireysel yazı pratiği, yaşamda kendini biçimlendirme ile metinde kendini biçimlendirme arasındaki gerilimin izini süren bir teorik özgül/metinsel/bağlamsal detaylandırılmasının neticesidirı>”[4] diyen yazar estetik müstehcenlik, duygu biçimciliği ve aşkın yapısı gibi çelişkili, ifadeleri, edebiyat, söylem, yaşam, tarih, kültür gibi kavramları tek bir akademik disiplinin sınırlarına hapsetmek yerine, disiplinler arası ilişki kurarak yeni bir metodoloji deniyor.
Tırnak İçin’de Ölüm, yazarın, devrimci şairin ve şairenin ölümü başlıkları altında üç bölümden oluşuyor. “Yaşamaktan Vazgeçmek ve Yazmayı Bırakmak” alt başlığını “Yazarın Ölümü” bahsinde işleyen Svetlana Boym, şairin ölümünü mecazi olsun olmasın , disiplinler arasındaki deneyim alanı ile metinler alanı arasındaki sınırların değişmezliği yargısı dışında inceliyor ve –retorik olsun olmasın- figürün kırılganlığına dikkat çekiyor. Lidiya Ginsburg’un “bireyin içsel yaşamı ile tarihsel karakteri” arasında çatışmaya atıfta bulunan yazar kitabın bu bölümünü; “‘<ı>Halis bir şair’ addedilse dahi, her şairi yanına bir niteleme sıfatı eklenen bir şair addediyorum. 1. Bölümde Mallermé’nin suretsizleşmesi efsanesi ve çağdaşlarının bu suretsizleşmesiyle ilgili olarak yarattığı bazı tuhaf figürasyonlardan hareketle, biyografisiz şair efsanesi üzerinde duruyorum. Mallermé’nin metinde kendini gizleyişinden Rimbaud’nun yazmayı bırakmasına geçiyor ve metin ile beden arasındaki ilişkinin yanı sıra, edebiyat pratiğinin sınırlarını araştırıyorumı>” sözleriyle özetliyor.
Kitabın ikinci bölümü şiir ve politika odaklı. Devrimci şair mitinden bahseden Boym, politikanın edebiliği ile metnin politikleştirilmesi arasındaki gerilime dikkat çekiyor. Bu çerçevede Mayakovski sarı bluzu ile birlikte otopsi masasına yatırılıyor.
Şairenin Ölümü, üçüncü bölüm; “<ı>edebiyatta kadınlığın kültürel olarak büründüğü çehrelere, grotesk “şaire” imgesine ve şatafatlı giyimineı>” odaklanıyor. Sibirya’da gönderildiği sürgünde kendisini asan Marina Tsetayeva’nın kayıp mezarının başına adeta manevi bir anıt diken Swetlana Boym, Tırnak İçinde Ölüm’e konuk ettiği Tsetayeva hakkında yazdıklarını okurken, keşke onu bağımsız bir kitapla taçlandırsa diye düşünmeden edemiyorsunuz. Tsvetayeva aşık bir kadın şair olarak olağanüstü bir figür. “<ı>Kültürel bir maske olarak şairenin kadın şairi nasıl olup da tuzağa düşürebildiği, ona nasıl meydan okuyup, nasıl ayarttığını ve şairin ölümünün (kimi durumlarda eril olanı peçeleyen) aşkın cinsiyetsizlik ve trajik dişilik barındıran bir dilde nasıl yazılabileceğini inceliyorumı>”[5] diyen Boym, metin tamamında “şaire” ile arasında kurduğu manevi bağı yoğun şekilde hissettiriyor.
Kitabın sonuç bölümünü eleştirmenin ölümüne ayıran yazar ilk sorularını genişleterek tekrar soruyor. Bu açıdan Tırnak İçinde Ölüm, bir cevap kitabı olmaktan çok, cevabı tam olarak verilmemiş bir sorular kitabı. “<ı>Şairin ölümü ne gibi kültürel mitleri ve eleştiriye ait anlatıları beraberinde getirmektedir? Bir biyografi bina etmenin politikası ve poetikası nedir? Bir kültürün ayırt edici özelliği olan şiirsel ve politik mitler birbirine aktarıldığında ne olur?ı> <ı>Çağdaş edebiyat eleştiri pratiğinin kültürel repertuar çeşitliliğine dahil ederek, disiplinlerarası bir yorum stratejisi geliştirmesiı> <ı>nasıl mümkündür?” Bir entellektüelin teorik sürekliliği ile sorumluluğu arasında nasıl bir ilişki vardır? Eleştirmenin hatırasına karşı nasıl bir sorumluluğumuz vardır? Bir eleştiri külliyatının sınırlarını nasıl çizeceğiz?ı> Bir yazarın bütün eserleri organik bir bütün müdür, yoksa bir fragmanlar derlemesi midir?” gibi zihninde uzun zamandır dolaştırdığı belli olan pek çok soruyu kitabın sonuna sıkıştırıp, cevaplarını biraz da okuyucuya bırakıyor. Edebiyat eleştirisi, felsefi deneme ve tarihsel analiz gibi yazı türlerini harmanladığı incelemeler kaleme alan Svetlana Boym, aynı zamanda Harvard Üniversitesi’nde Slav Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde karşılaştırmalı edebiyat dersleri veren bir akademisyen.
Sonuç olarak Boym’a göre<ı>; “ölüm figürü, ‘yazarın ölümü” ve eleştirinin anatomisi gibi çeşitli cisimleşmeleriyle, ne kadar yıkıcı ve ima yüklü olursa olsun edebiyat teorisinin ayrıcalıklı merkezi metaforu olmaktan çıkmalıdır. “Ölüm” sözcüğünün iki yanındaki tırnak işaretlerinden bazılarını kaldırmak, estetik deneyimin ille de öznenin ölümüyle bağlantılı olmadığını ve edebi külliyatın oluşumunun cesetlerden ziyade, bireysel bedenle ilgili olduğu henüz yeterince keşfedilmemiş başka bir alana yönelmemizi olanaklı kılabilir. Fin de siècle (yüzyılsonu) akımının gerektirdiği şey, ölüm üstüne kurulu kıyamet tellalı veya paniğe kapılmış bir eleştiri değil, yaşama ve yapma sürecini konu alan eleştirel bir yeniden değerlendirmedir belki de…Hal böyleyken, ölüsevicilik artık temel akademik dürtümüz olmaktan çıkmalıdır”[6]ı>
Evet belki de okuyucusunu kendi ölümü ile tehdit eden şairin sonu gerçekten gelmiştir. Edebiyat eleştirmeni de okuyucu da şairi edebi intiharıyla başbaşa bırakmalı, “öldürürsen öldür” diyerek elindeki metni etki altında kalmadan okumayı başarmalıdır. “Ölüm” tırnak içinden kurtulduğunda, şairden ve şiirden geriye ne kalır bilinmez tabii...
[1] Svetlana Boym, Tırnak İçinde Ölüm-Modern Şairle İlgili Kültürel Mitler, çev. Emine Ayhan, Metis Yay., 2010
[2] Maurice Blanchot, Yazsınsal Uzam, Çev.Sündüz Öztürk Kasar, Yapı Kredi Yay., 1993, s.84
[3] A.g.e., s.64
[4] a.g.e. s.316
[5] a.g.e., s. 59
[6] a.g.e.s.318-319