Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

30 Temmuz '07

 
Kategori
Siyaset
 

Topluma karşı hangi göreve talipsiniz?

Bu yazı Ekim 2002'de yazılmıştı. O günden bu yana kim çalıştı?

Merkezi hükümet yapısı ve bunun içinde yer alan hangi çizgide olursa olsun, tüm gelmiş geçmiş yönetimlerimizin hedeflerine ulaşma da sıklıkla kullandığı "kadroları istila edilmiş" kamu kurumları, hantal bürokrasi, çağın ekonomik gereklerine uyumsuzluk, fevkalade hiyerarşik kurum içi yapılanmaları, bilgi çağına geçildiği bugünlerde artık çağ dışı kaldı değil mi? Bunun için herkes avaz avaz devlet küçülsün diyorsa, toplam enerjisi ve maddesi sabit olan bir evrende yaşadığımız göre, devletin küçüldüğü alanlarda bir başka aktörün büyümesi de kaçınılmaz olacaktır. Devlet küçülürken kim büyüyecek ?

Hangi görüşten siyasi ortaklarla oluşturulsa oluşsun, devlet tek bir amaca hizmet etmelidir: Toplumsal gelişme.

Toplumsal gelişme üç boyutlu bir kavramdır. Hem ekonomik, hem sosyal, hem de bireysel gelişimi içinde barındırır. Mutluluk bireysel olduğuna göre onu da devlet bize söz vermemeli değil mi?

Toplumsal paydaşlarının hepsine ve her birine gelişme imkanı taşıyamayan bir devlet kendi yetkinliğini sorgulamalıdır ( daha iyisi, devletin vatandaşlarının bu sorgulamayı yapmasıdır).

Bugünün dünyasında devlete düşen rol yeniden tarif edilmeli. Devlet, ortak kamu yararına yönelik gerçekleştirilecek işbirliklerinin destekleyici ve kolaylaştırıcı olmalıdır. Toplumsal politikaların her boyutunda devletin amacı, toplulukları ve bireyleri yakınlaştırmak, birlikte aynı amaç için çalışmalarını sağlayacak koşulları yaratmada ve korumada gerekirse arabuluculuk yapmak, toplumsal paydaşlara ortak kazanımlarını bulmada, tarif etmede, hayata geçirmede yardım etmek olmalıdır.

Kendini sınırsız, tek, mutlak zanneden siyasi otorite bugün güç paylaşımı mecburiyetinin karşısında inatla daha ne kadar direnebilecektir? Yurttaşlarının, sivil toplum örgütlerinin, yerel yönetimlerinin tespit, görüş ve önerilerine inatla kulak tıkmaya daha ne kadar devam edecektir? Giderek daha karmaşık ve çok katmanlı bir yapıya bürünen toplumun ihtiyaçlarını doğru tespit edebilmek için artık merkezi otoritenin bizim yerimize düşünüp plan yapması yerine bize danışması gerek. Peki biz neredeyiz?

Sosyal ve siyasi bir reform sürecine girmekte olan ülkemizde iki çok önemli terim belirleyici olacak: Katılım ve çoğulculuk.

Sosyal hak ve özgürlüklerin kazanılması ve uygulanması, sosyal aidiyet duygusundan bağımsız olarak gerçekleşemez. Dolayısıyla bir topluma ait olan her birey, kuruluş, kurum veya şirket, parçası olduğu topluluğa karşı çoğulcu bir sosyal bilinç taşımalıdır. Parçalarını tanımayan, saymayan, kollamayan, gözetmeyen hiçbir bütün bir arada kalamaz, gelişemez, ilerleyemez.

İyi de biz ne yapıyoruz? Ekonomik ve sosyal ayrımcılığın görünmez sınırlarını aşmamızı, işbirliği yapmamızı, ortak hedeflere ilerlerken, birbiriyle örtüşen kazanım tarifleri yapmamızı engelleyen nedir? İşbirliği yapmayı mı bilmiyoruz? Büyük balıkların küçükleri yutacağından mı korkuyoruz? Görüşlerine karşı olduğumuz kesimlere hiç mi güvenimiz yok?

Karşıtları üretken ortaklara nasıl dönüştüreceğiz?

Birilerinin bizim için bir "çoğulculuk" ortamı sağlamasını bekliyorsak daha çok bekleriz. Devlet toplumu olmaktan çıkıp sosyal bir toplum olmaya heveslenmezsek ne devlet “küçülür”, ne bürokrasi azalır, ne de birey ya da topluluk olarak söz ve yetki sahibi olabiliriz.

Her şeyden şikayet etmeye alışmış yapımızla bizler, bugün bilgi teknolojilerindeki gelişime paralel olarak artan ve hızlanan haber alma imkanlarımızdan yeterince yararlanıyor muyuz? İçeride ya da dışarıda, yakında ya da uzakta, bizim gibi olmayan, bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi yaşamayan birileri olduğunun farkında mıyız gerçekten? Ya bu birilerinin başka hayalleri, amaçları, ihtiyaçları, eksikleri olduğunun? Kültürel ve fikirsel alışverişlerimiz ne boyutta? Bakıp geçiyor muyuz yoksa görüyor muyuz? Sadece duyuyor muyuz yoksa durup dinliyor muyuz? Anladığımızı sandıklarımız umurumuzda mı?

Sosyal dayanışma, yalın anlamıyla ekonomik ve sosyal sınıf ayrılıklarını, kişisel kimlik tanımlarını ve önyargıları aşarak ortak kazanımlar için birlikte hareket edebilmek demek. Çoğulculuk aslında bir alışkanlık. Eğer güven ve işbirliğinin hayata geçtiğini görecek yerimiz, zamanımız, fırsatımız olursa unuttuğumuz, dışarıda bıraktığımız, yok saydığımız ya da bilmediğimiz bütün diğerleri ile birlikte, çok daha hızlı ve emin adımlarla ilerleyeceğiz. Bunu başarmak için tek yapacağımız güvenmeyi denemek. Yolları birlikte kat etmeye heveslenmek. Sorumluluk üstlenip harekete geçmek. Verimli işbirlikleri, doğru iş bölümleri ile gerçekleşir. Siz topluma karşı hangi göreve talipsiniz?

 
Toplam blog
: 9
: 464
Kayıt tarihi
: 12.07.06
 
 

Genetikbilim araştırmacısıyım.Hocayım. Danışmanım. Okurum, düşünürüm, yazarım, konuşurum. Merak eder..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara