Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Toplumsalın sonu (mu)?

Toplumsalın sonu (mu)?
 

Günümüz insanı: Gidişatın sonu ne ? lwww.emeginsanati.com


Cumhuriyet heyecanıyla el ele oluşturulan yeni ve ortak bir tarihe şevkle sahip çıkan, yarınlar adına ortaklaşa, güzel hayaller kuran yurttaşlardık. Geçen zaman içinde oluşan değer erozyonlarına yenik düştük: Alım-satımların telaşlı patikalarında koşuşturmaktan helak olan “müşteriler”e dönüştük.

Kıt birikimleri bile tasarrufa dönüştüren kumbaraları olan tasarrufçu yurttaşlardık. Şimdilerde ise, olmayanı harcatan sayısız kredi kartına sahip tüketici "bireydaş"lar olduk. Bu tasarruflarla yurdu demir ağlarla örer, kendi uçağımızı kendimiz yapardık. Şimdilerde ise, dev'asa dış borçlarla, uluslararası konsorsiyumların petrol-doğalgaz ağlarıyla örmekteyiz!

Zihinlerin bir yerinde bireysel gelecek kaygıları hep taşınsa da toplum için hayalleri ve sorumluluk duyguları daha ön planda olan üniversitelilerdik. Modernleşmenin, kurtuluş ve kuruluş’un üç muhteşem atlısı “Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye” hayalleri süslerdi liselilerin zihinlerini… Ya da Köy Enstitülerinin beceri geliştiren, bereketli topraklarında o hayallerle yastığa baş koyar, o hayallerle güzel, berrak sabahlara uyanırlardı. Geçen zaman içinde oluşan değer değişimlerine yenik düştüler: Özel ve vakıf üniversitelerinin salt bireysel hedeflere endeksli, paralı bilgi ve meslek müşterileri oldular. Biraz sivri ve önde olanlara daha da “tenzilatlı”, yani, “burslu” olarak… (1)

Geçmişte gençler o toplumsal idealleri için gerektiğinde canlarını verirlerdi. Günümüzde de gençler ölüyor. Fakat daha çok bireysel, çarpık ve hedonist amaçlar için... Uyuşturucudan, hızlı araç kullanmaktan, aşk-meşk işleri ya da çetelere bulaşmaktan (2).

Alın teriyle üreten, devlet desteğini arkasında gören, yardımlaşmayı, imeceyi bilen, onurlu, emekçi, çiftçi ve köylülerdik. Geçen zaman içinde oluşan değer yitimine yenik düştük, okyanus ötesinin küresel finans kurumlarından gelen “üretme / yat primlerinin” canhıraş müşterileri olduk. Kendi tohumlarımızı saklayıp, geliştirip ekme hakkından bile mahrum kaldık!

Onurlu, özgür iradeli, yarınlarına sahip çıkan seçmenlerdik. Geçen zaman içinde oluşan değer yitimine yenik düştük: Oy avcılarınca kolayca avlanabilen, çıkarcı, toplumsal sorumluk düzeyi oldukça düşük, eyyamcı seçmenler olduk.

Sıcak ev, mahalle ortamlarının sımsıcak, yardımlaşan, yüz yüze gerçek diyaloglar kuran komşularıydık. Uzaklardaysak manyetolu telefon, mektup ve telgrafla, yine de el emeği, göz nuru içeren aygıt ve yöntemlerle özlemlerimizi dindirirdik. Şimdilerde ise internetin başında, sanal ortamlarda, sosyal paylaşım sitelerindeki sörflerle “gerçekliğimizin” uğradığı tenzilatı gece gündüz demeden gidermeye çalışıyoruz.

Kalkınan, planlı bir toplumun işini öncelikle toplumsal faydayı ön planda tutarak yapmaya çalışan, dürüst, onurlu ve çalışkan memurları, bürokratlarıydık. Bir büyüğümüzün “onlar işini bilir” düsturunu tümüyle sahiplenerek iş bitirici, (u)yanık, kamu kaynaklarını (h)iç eden girişimci müşterilerin amansız taleplerine boyun eğerek değer yitimine yenik düştük. Onların aciz elçilerine dönüştük. Bu durumu kabul etmeyen azınlık ise yarı karanlık, donanımsız ve dar odaların çilekeş sakinleri haline geldiler!

Ulus için, amatörce, özverili ve yüce duygularla top koşturan, basket atan, güreşen, yüzen, koşan vb. “milli” oyunculardık. Geçen zaman içinde oluşan değişime ve değer yitimine yenik düştük. Maddi isteklendirmesiz (motivasyonsuz), sponsorsuz adım at(a)mayan müşteri sporcular olduk…

Dur durak bilmeyen göçlerle, çoğunlukla eğitimsiz, yoksul, çaresiz bir halde varoşlarda toplandık. İşportadan giyininerek, yardımlarla yiyip içerek, işporta yaşayarak yaşamlarımızı da işporta kıldık. Babaları, dedeleri komşuları açken tok yatamayan, kentsoylu sayılabilecek, tuzu kuru azınlıklar olarak da mega kent kıyılarındaki güvenli sitelere çekilip dört çekişli araçlarımızı da önüne park ederek kredi kartı puanları ve miller biriktirmeye koyulduk!

Hem varoşlarda hem de kent merkezlerinde kendimize toplumsal sorumluluk yükleyecek her türlü aktiviteden, imece olaydan süratle kaçıp bu mahçubiyetimizi çoğu güdümlü sivil toplum kuruluşlarının bir iki etkinliğinde görünerek gidermeye çalıştık. En ufak bir bireysel çıkar içinse değerlerimizi hiçe sayarak ceplerimizi doldurmaya koyulduk!

Eskiden sendikalardan, derneklerden, kooperatiflerden güç alırdı üreten-çalışan-alın teri akıtan insanlar... Şimdilerde ise, anti-toplumsal yapılanmalar; çeteler, mafya ve cemaatler var!

"Küresel felaket habercisi denince / Akla gelen,/ Artan ısınma, kuraklık ve eriyen buzullar mı?/ Oralarda binlerce yıl yaşayıp ta /Yitip gidecek olan canlılar mı, sadece?/ Kaybolmaya yüz tutan,/ O, insanı insan yapan değerler de eriyor" (İ.Ersin.K.)

Peki, bu dönüşüm nasıl ve neden oldu?

Milenyumla gelen yeni yüzyılımızın başlarındaki en çarpıcı gerçek şu ki; cari, anamalcı iktisadi sistem bir süredir, tek başına ve "yeni liberalizm" adıyla, iletişim devriminden de yararlanıp dünyanın yeni bir fethine çıkmıştır. Onu, doğası ve insanıyla yağmalarken, var olan eşitsizlikleri daha da derinleştirerek; ortaklaşa alanları yok etmeye, emeğin kazandığı mevzileri çiğnemeye ve gelecek için umutları da karartmaya başlamıştır.

Küreselleşme yoluyla şimdilik her şeyin metalaştırıldığı bir süreç ve paranın totalitarizmi altındayız.

Sanki diyalektiğin sona erdiği ve -insanların, toplulukların ve kurumsal yapıların- aşırı uçlar arasında gidip gelmeye tutsak oldukları bir dünyadayız.(3)

Evrenin görünen karmaşıklığı, çıkarların çeşitliliği ve tutkuların düzensizliği temelinde ekonomiyle siyasa, pazarla devlet ve değiş tokuşlarla kimlikler arasında bölünmüş bir dünya imgesi hâkim. Sanki artık “gerçeklik” kaybolmakta…

Hemen her türlü plan ve eylemin özünde artık "...yalnızca bilimsel imgelemin, siyasal istencin ve kar arayışının ürünleri var. “Yüksek modernlik” pozitivist ve anamalcı ussallaş(tır)mayla, kentsoylu bireyciliği birleştiren ulusal hukuk devletinin merkezi rolüne dayanıyordu. Çoğul ve çeşitlilik içeren toplumsal gerçekliği siyasanın ve yasanın birliğine bağlıyordu. Maalesef bu yapı artık çökmek üzeredir. Bu nedenle de iktisadi etkinlikle kişisel ve toplumsal kimliği bir arada tutabilecek bağlar oldukça zayıflamıştır..." . Bu zayıflamanın özgürleştirici bir takım sonuçları da vardır. Fakat bu sonuçlar bizim “eski zamanlardan” bildiğimiz özgürleştirici alan ve eylemlerden de farklıdır (4).

Bu gelişmeler karşısında akla gelen bir başka soru da, "karnı tok, sırtı pek, kolektif amaçlarını ve inançlarını yitirmiş insanlardan oluşan kitleler (çağdaş batı) için geliştirilen gözlemler nasıl oluyor da doğulu ve muhafazakâr yapısı daha baskın bir toplumda da kendini büyük ölçüde hissettirebiliyor?" sorusudur! Küreselleşmeden nemalananla bedeli ödeyenlerin aynı tramplende zıplaması zorunluluğundan olsa gerek!

Bu çıkmazdan sıyrılmaya çalışırken, ileriye dönük bir toplum tasarısı ortaya koy(a)mayacak mıyız?

Dahası, mahzurları ayyuka çıkmış olan mevcut anamalcı iktisadi sistemi nasıl ve hangi güçlüklerle aşacağız?

Yukarıda kesitler sunduğum, dillere dolanan "değişim"in anlamı ne?

Daha insanca bir dünyanın kapılarını açmayacaksa o, neye yarayacak?

Yoksa olan-biten toplumsallığın gerçekten sonu mu?

"Eriyen buzullar mı sadece? / Çok daha acısı / Kaybolmaya yüz tutan, / O, insanı insan yapan / Değerler de eriyor / Buzullarla eşanlı!" (5)

İ.Ersin KABAOĞLU,

7 Ekim 2010, Ankara

Kaynakça ve dipnotlar:

(1) Ahmet Cemal,"Kurtuluşun ve Kuruluşun Sıcak İklimleri", 'Odak Noktası', Cumh. 26.11.2010.

(2) Ankara Genç İşadamları Derneği'nce, 982'si erkek, 712'si kadın 1694 gence yönelik olarak yaptırılan yeni bir anketin sonuçlarına göre, gençlerin yüzde 74,15'i siyaseti takip etmiyor, yüzde 78.14'ü yurtdışında yaşamak istiyor, yüzde 27.91'i aile büyükleri ile en çok para konusunda çatışıyorlar. kaynak: "Gençliğim eyvah!", Açık kapı, Ayhan Aydemir. Milliyet Ankara Eki. 12 Ekim 2010. s.3

(3) Jean Baudrillard, “Sessiz Yığınların Gölgesinde Toplumsalın Sonu”, Çeviren: Oğuz Adanır. Doğubatı Yay., Sayfa:85, 3. Baskı:2006.

(4) Alain Touraine,Eşitliklerimiz ve Farklılıklarımızla Birlikte Yaşayabilecek miyiz?”, Çeviren: Olcay Kunal, Yapı Kredi Yay. Cogito Dizisi, Sayfa: 408. Yıl:2002.

(5) İlgili şiirin tamamı için bkz. : http://blog.milliyet.com.tr/Eriyen_sadece_buzullar_mi_/Blog/?BlogNo=124396

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..