Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '08

 
Kategori
Siyaset
 

Travmayı yaşayan halkımız mı yoksa aydınımız mı?

Travmayı yaşayan halkımız mı yoksa aydınımız mı?
 

Travma kelimesi; karşımıza çıkan sorunları çözemediğimizde içine girdiğimiz psikolojik bir durumun yansıması olarak son zamanlarda hayatımızın merkezine iyice yerleşmiştir.

Vikipedia'da benzer bir tanım yapılmış.

"Psikolojide daha çok; bireyin gerektiği gibi bir tepki gösteremediği, üzerinde durduğu halde çözüme kavuşturamadığı, dolayısıyla bilincin dışına ittiği yaşantıdır."

Burada bir çözememişlik var kuşkusuz. Derinlerde, çocukluğumuzdan gelen bir bastırılmışlık duygusu.

Halkımızın büyük bir bölümünün cumhuriyetle birlikte travma geçirdiğini iddia etmek "yeni" bir yaklaşım değil. Çünkü bizde cumhuriyet sonrasındaki dönemleri travma dışında bir durumla açıklayan aydın henüz varolamadı. Neden? Çünkü aydın dediğimiz kimlik son iki yüz yıldır içine girdiği travmadan kurtulamadı. "İki yüz yıldır aydın olarak sahne almış kişilerin bu coğrafyada yaşayan insanlara ne verdiğini" sormak durumundayız. Bugün için de bu soru çok güncel olarak yer işgal etmektedir.

Cumhuriyetin travmatik bir diktatörlük iddiasından tutun da, çok partili hayata geçiş, oradan askeri darbe ile bürokratik devlet modeline geri dönüş (1960) ve sonra peş peşe gelen askeri darbeler yoluyla toplum üzerinde sürekli bir travma yaratmış olduğundan söz edilir oldu.

Travmayı yaşayan halk mıydı yoksa aydın mıydı, bu sorunun cevabını bugün çok daha kolay verebiliriz. (Okumayanlar için baş ucu kitabı niteliğindedi Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı önerebilirim.)

Bugün herkesin taban olarak gördüğü ve "iktidarı süresince" demokrasinin temel unsuru olarak lanse ettiği halkımız için birincil sorunun ne olduğunun cevabını aydın dediğimiz fenomen hala sorgulamaktan aciz duruyor.

1908 Devrimi öncesindeki çok dar bir çevre tarafından verilen hürriyet mücadelesinin sonunda nasıl bir diktatörlük kurulmuşsa, peş peşe gelen süreçlerde de benzer şeyler yaşanmıştır.

Ancak halkın birincil önceliği hiç değişmemiştir.

Onun adı, yoksulluktur.

Bugün meclis çatısı altında yaşayanların önemli bir bölümünün toprak ağası kökenli, bir diğer kısımının iş sahibi, girişimci olduğunu gözönünde bulundurduğumuzda aslında bu çatı altında yapılan demokrasi sohbetlerinin bizim için tatmin edici olmadığını söyleyebiliriz.

Sorumuz şu olabilir.

Cumhuriyet devrimlerinin büyük travma yaptığı halkımızın yoksullukla mücadelesi sırasında siz neredeydiniz ve açlık, yoksulluk duygusunun yönlendirdiği o sosyal travmadan haberiniz var mıydı?

Yoksulluk sorununu çözmek kimin görevidir?

Şimdi şu soruyu soralım.

Türkiye'de yoksulluk sorununun büyük bir problem olduğu bölgelerde iktidar partilerine genel olarak kütlesel ve blok oylar çıkmaktadır.

Eğitim ve gelir seviyesi arttıkça oylar çok daha bilinçli ve seçici dağılmaktadır.

Bu durumda iktidarda daha güçlü olmakla o iktidarın devamını sağlayan oyların dayandığı tabanın yoksulluğu arasında çok ciddi bir bağlantı kurulmaktadır. Bu çelişik duruma rağmen yoksullukla ve özellikle eğitimin yükseltilmesiyle ilgili mücadele samimiyetle yerine getirilebilir mi?

Örneğin 2001 krizinin ülkemizde yarattığı travma mı daha güçlüdür yoksa cumhuriyet devrimlerinki mi?

2001 "Ekonomik" Krizi olmasaydı ülkemizdeki 2002 seçimlerinin ve devamında 2007 seçimlerinin sonuçları nasıl olurdu?

Halkın ve yaşam mücadelesi yapan insanların içinde yaşayan biri olarak ekmek kavgasının insanlar üzerindeki yıkıcı etkisini gördükten sonra cumhuriyet devrimlerinin yarattığı travmanın toplumdan çok başkaların üzerinde etkili olduğunu görebiliyorum.

Esas sorun da bu travmadan kurtulamadan insanlara yol göstermesi imkansız olan bir elitle birlikte yaşamak.

Ne diyelim?

Allah hepimize sağlık versin.

Uzay Gökerman



 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..