- Kategori
- Anılar
Tren sevdası
Daha 7-8 yaşlarında iken köyden şehire ilk gidişimdi. Babaannemle birlikte( ben ona " büyükana" derdim)köylüler bir kamyon kasasına doluşup yola çıkmıştık. Kamyonun egsoz kokusu genzimi yakıyordu. Nerdeyse nefes alamıyordum. Bu deneyim bana petrol ve petrol türevleriyle çalışan bütün araçlara karşı antipati duymama neden oldu, olacaktı. O yaşlarda petrolün ne olduğunu bilmiyordum ama daha sonraları öğrenecektim. Heleki 70'li yıllarda yaşanan petrol krizi ile birlikte petrolün ne olduğu kafama kazınacaktı. Petrole yapılan ufak bir zam halkı perişan ediyordu. Yoksul olan halk daha da yoksullaşıyordu. Üstelik petrolde dışa bağımlı idik. Olayın bu yanını daha ileriki satırlarda yazmak üzere şehre olan yolculuğumuza geri dönelim. Kamyon bizi o kadar çok sarsıyorduki bütün uzuvlarımız sanki yerinden çıkıyordu. Kamyon yavaşlayarak durdu. Halbuki daha şehire gelmemiştik. Meğerse lastik patlamış. Lastik tamir edildi ve biz şehire ulaştık. O zamanlar heybelerimiz vardı. Şehirden aldığımız eşyaları yada gıdaları heybelerimize doldururduk. Alışverişimizi yapmış ve heybelerimizi doldurmuştuk. Büyükana beni heybeleri beklemem için tarihi bir yapının dibinde bırakıp kendisi tekrar alışverişe gitti. Birkaç dakika sonra bir ses duydum. İlk defa duyduğum bir sesti. Çok farklıydı, çığlık atar gibiydi, hüzünlüydü,figan eder gibiydi. Sanki beni çağırıyordu. Gel beni tanı beni çok seveceksin diyordu. Heybeleri unutup sesin geldiği yere doğru koşmaya başladım. Birşeyden mi kaçıyordum, yoksa birşeyi yakalamaya mı çalışıyordum. O sesi çıkartan makina işte karşımdaydı. Kapkara kocaman yuvarlak hatları olan, tekerlekleri demirden ve demirlerin üzerinde yürüyen hantal bir varlıtı. Bedeni demirdendi ama sanki bir ruhu vardı. Soluk alıp veriyordu. Hızlanacağı zaman "puf puf " diye ve daha gürültülü sesler çıkartıyordu. Kolları vardı ve kollarının parlak ışıldayan kasları vardı. Bu kaslarla tekerlekleri döndürüyordu. Yine o çok keskin, kesik kesik öten, bazen hırçın asi, bazen hüzünlü o sesi çıkartıyordu. Hayran olmuştum. Ağzım açık öylece bakıyordum. Hatta aşık olmuştum. Bu bir insanüstü varlık mıydı, yoksa bir makina mıydı. Karar veremiyordum. O anda kolumu biri tuttu. Baktım büyükanamdı. Benim çok meraklı olduğumu ve bu merakımı gidermekte kararlı biri olduğumu bildiği için benim buraya geleceğimi tahmin etmişti. Hayranlıktan ve şaşkınlıktan kocaman olmuş gözlerime gülerek baktı. "Torunum; buna şimendifer derler" dedi. Çıkıp sırtına binmeyi çok istiyordum. Büyükanam engelledi ve dedi ki;" bunun vagonlarıda vardır, arkasına takılır, insanlar bu vagonlara binerler" diyede ekledi. Kamyonunki gibi kötü bir kokusu yoktu, egsoz kokmuyordu.Lastikleri patlamazdı. Çünkü tekerleri demirdendi. Yolcularını sarsmazdı, demirlerin üzerinde gidiyordu. Hayranlığım onu tanıdıkça dahada artıyordu.
Köyümüze döndük. Kara treni tanıdıktan sonra zaten sevmediğim kamyondan şimdi nefret etmeye başlamıştım. Köye kara trenle dönemiyorduk çünkü köyümüzden kara tren geçmiyordu. İçimden kara trene çok kızıyordum. Neden köyümüzden geçmiyorsun diye. Önüme çıkan herkese kara treni anlatıyordum. Büyük küçük demeden kara treni tanıyıp tanımadıklarını soruyordum. Büyüklerin birçoğu tanıyordu. Hatta ona bindiklerini dahi söylüyorlardı. Çünkü köyümüzün insanının hemen tamamı inşaat işçisi idi ve çalışmak için Ankara'ya giderlerdi. İşte bu gidiş gelişlerinde Kayseri-Ankara arasını trenle aşarlarmış. İlkokulu bitirdiğimde bende babamla birlikte inşaatlarda çalışmak için Kayseri'den Ankara'ya trenle gidecektim. O ilk kara trene binişimi ve heyecanımı ayrı bir yazımda anlatmak isterim. Kara treni gördüğümü sınıfta öğretmenimede anlattım. Bende ki heyecanı öğretmenimde anlamış olacakki o günkü dersimizin tamamını treni anlatmaya ayırdı. Bize şunları öğretti: Tren çok daha az maliyetle daha çok yolcu ve yük taşıyordu. Petrolle değil kömürle çalışıyordu. Bizim ülkemizde kömür madeni çok olduğu için paramız ülkemizde kalıyordu. Karayollarında çokça kaza olduğu halde demiryollarında hemen hemen hiç kaza olmuyordu. İnsanlarımız ölmüyor ve sakat kalmıyorlardı. Kara taşıtlarına yedek parça ve lastik için dış ülkelere çok fazla para ödüyorduk. Kara yolları bireylere denk gelirken tren topluma denk geliyordu. Tren medeniyet demekti, refah demekti, konfor demekti. O derste anladımki öğretmenimde tren deyince heycanlanıyordu ve treni seviyordu.
Benim için kara tren anadolu demekti. Türkü demekti. Sevda demekti, kilim demekti. Barış demekti, sevgi demekti. Ülkesine sevdalanan trene de sevdalanırdı. Benim için tren dört mevsim demekti, ekmek demekti. O bir defa karaydı ve bizden biriydi. Tren anadolu halkı demekti. Çünkü ona yoksul köylüler, işçiler, memurlar, öğretmenler, öğrenciler velhasıl emekçiler binerdi.
Ankara'ya gidiş gelişlerimde Ankara tren garını tanıdım. Ankara garı benim için trenseverlerin mabedi idi. Ankara garında o kadar çok kara tren vardı ki hangisine bakacağınıza karar veremezdiniz. Karaları da vardı, alaları da. Ben inşaatlarda amelelik yapmadığım günlerde Ankara garına gider kara trenlere bakar onlara ellerimle dokunur severdim. Tabi bunları görevliler görmeden yapardım. Ankara garının o muhteşem yapısına bakar saatlerce içinde oturur gelip giden trenlere bakardım. Daha ileriki yıllarda( 20 li yaşlardan sonra ) delikanlılık yaşlarımda Haydarpaşa garını tanıyacaktım. Ve benim için artık mabed Ankara garı değil Haydarpaşa garı olacaktı. Haydarpaşa garı Ayasofya ise Ankara garı bir mescid idi. Ankara garını yine seviyordum çünkü benim ilk gözağrımdı.
Ülkeyi yönetenler bugünlerde Haydarpaşa garını otel yapacaklarını söylüyorlar. Bende onlara diyorum ki ; Hani sizler köklerine, geleneklerine bağlı insanlardınız .Çıkar gruplarını değil halkı severdiniz. Haydarpaşa garı halkın malıdır. Bırakın orası halkın malı olarak kalsın ve orayı halk kullansın. Sizde hiç mi vefa duygusu yok. Atalarınıza, ülke değerlerine hiç mi saygınız yok. Herşey para mı, maddiyat mı. BIRAKIN HAYDARPAŞA GAR OLARAK KALSIN.