- Kategori
- Tarih
Tufandan önce ve sonra insanlar neredeydiler? Adem ve Havva kim olabilir?

Bir önceki yazıda başlangıçta tatlı su gölü olan Karadeniz’in nasıl denize dönüştüğü ve Tufana ilişkin araştırma sonuçları yer alıyordu. Peki, bu süre zarfında insanlar neler yaptılar:
35.000 yıl önce Avrupa’ya ulaşan modern insan (homo sapiens) avcılık ve toplayıcılık ile geçiniyor, hayatta kalmaya çalışıyordu. Bir kaç aylık avcı kamplarında kalıyor, avladıkları hayvan derilerinden giysi yapıyor, av fazlasını daha sonra tüketmek üzere toprağın altına gömerek depoluyordu.
Daha güneyde nispeten ılıman bölgelerinde yaşayanlar ok, yay ve mızrakla avcılık, balıkçılık yapıyorlardı.
Günlük gereksinim dışında sanat eseri sayılabilecek, fonksiyonun ötesinde bezemeler, kolye, bilezik gibi takılar, sembolik anlamlar taşıyan eşyalar da yapmaya başladılar.
Ölülerini gömüyor, yanlarına hediyeler, av aletleri bırakıyorlardı. Demek ki, ölümden sonraki yaşama inanıyor, bu eşyaları ve takıları ölünün sonraki yaşamında kullanacağını düşünüyorlardı.
Bu dönemde Fransa’daki ve İspanya’daki mağara duvarlarına avladıkları geyik, mamut ve diğer hayvan resimleri yaptılar. Bu resimler büyük olasılıkla sadece bezeme ve sanat olmaktan çok av hayvanlarını yanlarına çekmek, büyü yapmak amacıyla yapılmışlardı.
12.500 yıl önce, Avrupa’da yeni bir buzul çağı başladı. Sıcaklık azaldı. Karadeniz’de yağış azalırken gölün su seviyesi Sakarya ırmağı kanalıyla Marmara’ya tatlı su akışını sağlayacak seviyenin altına düştü.
Göl daralmaya başladı. Gölün kıyıları kızgın güneşe maruz kalmaya, toprak çatlamaya başladı.
Kıyı boyunca ise yeni akarsu vadileri oluştu, akarsuların getirdikleri topraklar nehir ağızlarında yeni deltalar oluşturdular. Bu da kıyıları insanlar için tekrar yaşanabilir hale getirdi.
Karadeniz kıyılarına, değişik yerlerden, kuraklıktan kaçan, yerleşme ve avlanma alanı arayan insan toplulukları geldi. Daha önce yabani olarak topladıkları arpayı ve buğdayı ekmeye ve yetiştirmeye çalıştılar. Farklı bölge insanları bildiklerini birbirlerine aktardılar.
11.400 yıl önce, buzul çağının kurak iklimi sona erdi.
Kuraklık sona erince insanlar tekrar farklı yerlere göç etmeye başladılar. Anadolu, Mezopotamya, Doğu Akdeniz’e giderken yeni öğrendiklerini, tecrübelerini ve bilgilerini oralara taşıdılar.
M.Ö.9600-7.300 yılları arasında, Göbeklitepe’de (Şanlı Urfa) insanlığın bilinen ilk tapınağını kurdular.
İnsanı simgeleyen 3-5 tonluk tek parça “T” biçimli taşlara hayvan resimleri işlediler. O günün koşullarında o taşları nasıl işleyip, taşıdıkları henüz anlaşılamadı. Yirmiye yakın tapınma yerini yapan bu insanlar henüz yerleşik düzene bile geçmemişlerdi. Belki pek çok kabilenin zaman zaman ziyaret ettiği ortak bir tapınma, kült alanıydı.
Çayönü (Diyarbakır) M.Ö. 7.250-6.750 ve Nevali Çori’de (Şanlı Urfa) M.Ö. 9. binde şehirleşme ve yerleşik düzene geçildiği belirlendi
M.Ö. 6200’de sadece kuzey yarım kürede oluşan bir buzul çağı başladı. Ukrayna’ya ve Rusya’ya kuraklık gelirken, Anadolu’nun ve G.Doğu Asya’nın göllerindeki su seviyeleri düşmeye, akarsu miktarları azalmaya başladı.
Anadolu’da ve Mezopotamya’da tarım yapan insanlar Karadeniz kıyısında kalmış olan sulak alanlara döndüler. Çiftçilik ve ticaret yapmaya başladılar.
M.Ö.5800’de buzul çağı sona erdi.
M.Ö.5600’de, yani Tufan olduğu zaman Karadeniz gölü kıyında yaşayanlar yanlarına alabildikleri her şeyi alarak yükseklere, uzaklara kaçmaya başladılar. Kaçanların bir kısmı Balkanlara, bir kısmı Ege’ye gittiler. Bir kısım Paris’e kadar giderken, diğer kısmı Hazar Denizi yakınlarına göçtüler.
Sami dillerini konuşanlar Anadolu’ya, Mısır Nil deltasına kadar yayıldılar.
Yağmurlar başlayıp kuraklık sona erince Karadeniz kıyısındaki insanların bir kısmı başka sulak alanlara göç etmeye başladılar.
Kur’an’a göre Nuh’un gemisi Cudi dağına (Şırnak yakını) oturmuştur.
Kur’an’ın dikkat çektiği bölge Anadolu’nun Güney Doğu kısmıdır. Bu bölgede gerçekten insanlık tarihi için önemli yüzlerce tarih öncesi yerleşim yeri vardır. Tapınak, şehir, tarım ilk önce Anadolu’da başlamış, sonra Mezopotamya’ya ulaşmıştır.
Nuh Peygamberin 950 yıl yaşaması da büyük olasılıkla önce yabani olarak toplanan buğdayın yüzyıllar sonra ekimine başlandığına işaret etmektedir
Konya yakınındaki, insanlığın bilinen en eski şehri Çatalhöyük M.Ö. 6.800-5.500 yıllarına tarihlenir. Çatal Höyük’te yaşayan çiftçiler, damdan girilen, duvar duvara bitişik evler yaptılar. Ölülerini yaşadıkları evlere gömdüler, yanlarına hediyeler bıraktılar.
Kutsal mekânları, boğa boynuzları, duvar resimleri ile bezediler.
Doğa ile kadını özdeş görüp, doğurmayı kutsadılar, iri kalçalı, şişman bazen doğururken resmedilmiş ana tanrıça heykelcikleri yaptılar.
Evlerde bulunan mühürler mülkiyetin varlığına işaret eder. Ancak tapınak, kale, saray gibi yönetici sınıfın, sınıflar arası eşitsizliğin kanıtlarına rastlanmaz.
Çatalhöyük’te bulunan buğdayın dünyanın bilinen en eski buğdayı olarak 8.500 yıllık olduğu kesinleşti.
Kafkas dillerini konuşanlar Mezopotamya’ya yayıldılar. Mezopotamya’nın daha da güneyine yerleşen ve tarımla uğraşan topluluk daha sonra Sümerler olarak bilinen uygarlığı kurdular.
Sümerler M.Ö.3000 yılında yazıyı buldular.
Tarım yapılınca çiftçiler tarım yapmayanları beslemeye başladı. Bu şehirlerde din adamları ve idareciler sınıfı oluştu.Toplumdaki eşitlik bozuldu.
Yönetimi eline geçiren sömürmeye, kendini yüceltmeye başladı.
Han, hamam, saray ve altınla yüceleceğini, ölümsüzlüğe kavuşacağına inanmaya başladı.
Mülkiyet ve ihtiyaç fazlası için savaşlar, zengin olmak için biriktirmek, komşunun açlığına duyarsızlık başladı.
Topluluk olarak yaşayınca kadınlara taciz, tecavüzü, kıskançlık ve sataşmayı önlemek için giyim kuşam önem kazandı.
Düzeni sağlamak için yasalar yapmak gerekti.
Tarım, dokuma, üretim, sanat, hukuk gibi gelişmeler sonunda dil zenginleşti.
Böylece insan birlikte avlanıp veya toplayıp birlikte yemek yerine üretimin zorlu sürecine girdi.
Daha önce yeryüzü ve gökyüzü herkesinken mülkiyet, zenginlik yüzünden eşitlik bozuldu. Kıskançlıklar, huzursuzluk başladı.
Devamında insanlık tarihinin ayıpları, güçsüzün elindekini almak için düzenli ordularla savaşlar, yıkımlar, kurulan ve yıkılan düzenler devri geldi.
Cennet gitti, yerine cehennem geldi.
Adem ve Havva, işte bu zenginden ve zalim yöneticiden mi, güçsüz ve yoksuldan mı yana olacağını seçen, kimin yanında safını tutacağını seçme yeteneğine, bilincine sahip onlardır. Dini açıdan da bu bilinç aşamasından sonra, doğru ve yanlış duygusuna sahip, Tek Yaratıcı’ya inanma aşamasına kadar gelişmiş, artık yazan–çizen (Hz.Musa’ya Tevrat, Hz.İsa’ya İncil, Hz.Muhammet’e Kur’an verilmiştir.) bilinç seviyesine gelmiş insan yaptığının sonuçlarından, inançtan, sevaplardan ve günahlardan sorumlu tutulacak olan insandır. Adem ve Havva bunun sembolik başlangıcıdır.
Peki, önceki nesiller, günümüzde hala taş devrini yaşayan kabileler? Onlar yaptıklarından hesaba çekilmeyecekler mi? Bu, bizim konumuz dışındadır. Zaten her kul kendisine verilenden ve kendi yaptığından sorumlu tutulmuştur. Herkesin düşüncesi de kendi beyninde. Onun gibi her kul da sadece kendinden sorumlu. Öncekilere, sonrakilere ne olup olmadığı, onların doğruları veya yanlışları bizi bağlayıcı da değil, yanlışları tekrarlamak için mazeret de değil!
“Firavun dedi: ‘Peki, ilk nesillerin hali ne olacak?’ Musa: ‘Onlara ilişkin bilgi, Rabbim katında bir Kitap'tadır. Rabbim ne şaşırır ne de unutur." (Ta-Ha,51,52)