Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '08

 
Kategori
Siyaset
 

Türban Olgusu

Bilinen semavi dinler; Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık kadına, fitne ve fesada yol açmayacak ve husumete maruz kalmayacak biçimde örtünmelerini emretmiştir. Ortak amaç; toplumun huzur ve güvenini sağlamak, aynı zamanda ortaya çıkabilecek husumetlerden kadına zarar gelmesini önlemek yani kadını korumaktır.

Amaç için iki yol vardır:

Birinci yol; kadını toplumsal yaşamdan yani sosyal ve ekonomik faaliyetlerden tecrit etmektir.

Bu yaklaşım, ilk dönemlerde ve kentsel yaşamın getirdiği karmaşa içerisinde, genel ahlâkı ve kadını koruyamayan yönetimlerin acze düşmesine tepki olarak ortaya çıkmış ve kadın, kapalı kapılar, kalın perdeler ve çarşaflar arkasına sığınmak zorunda bırakılmıştır. Evinde dahi kendini güven içinde hissetmeyen kadınlar, dünya işlerinden elini çekip mabetlere veya kutsal mekânlara çekilmişlerdir.

Yönetimler, kadının savunma amaçlı bu geri çekilişini, probleme en kestirme ve en kolay çözüm olarak kabul edip ya yasalaştırmış ya da asırlar içinde, kent yaşamının icaplarından biri olarak gelenekleşmesine sebep olmuştur.

Kendisine ait olana karşı savunmacı, başkasına ait olana karşı istismarcı olan erkek ise kadının bu korunma refleksini kendi hesabına benimserken, diğerlerine yönelik istismar kapılarının aralı olmasını daima yeğlemiştir. Hatta bu konuda aşırılıklara gitmiş; dışarıda fuhuşun yaygınlaşmasına katkıda bulunurken içerde ya kadını duvarlar arasına hapsetmeyi ya da -Cahiliyle Devrinde görüldüğü gibi- doğar doğmaz diri-diri toprağa gömmeyi yegâne çözüm yolu olarak görmüştür.

O nedenledir ki semavi dinler kadın haklarını tanımlamış, her türlü husumete -özellikle erkeğin zaafına- karşı kadının korunmasını, toplumsal hayatın huzuru için esas kabul etmiştir. Bu huzurun tesisi için kadının sosyal ve ekonomik yaşamdan tecrit edilmesini değil; kadın ve erkeğe aşırılıklardan, fitneden, fesattan ve husumetten sakınmalarını emretmiştir.

Nitekim, kadına yönelik gelenekleştirilmiş tercihlerin, İslam ülkelerindeki geri kalmışlığın temel nedenlerinden biri olduğu üzerine yaygın ve haklı kanaatler vardır.

Oysa ne Devr-i Saadet kent yaşamında (Hz. Ayşe Validemiz örneğinde olduğu gibi...) ne de Anadolu kırsal hayatında kadın, sosyal ve ekonomik hayattan asla tecrit edilmemiştir.

İkinci yol; yaşamın her türlü olumsuzluklarına ve tehlikelerine karşı, her alanda koruyucu önlemleri alarak kadının sosyal ve ekonomik hayata katılmasını sağlamaktır. Kadının sosyal ve ekonomik yaşamdan tecrit edilmesindeki riskleri ve olumsuzlukları idrak eden toplumların tercihleri bu yönde olmuştur. Çünkü yaşam, tüm yönleriyle karşılıklı bağımlılıklar içerir. Toplu yaşam ise kadın ve erkek arasındaki karşılıklı bağımlılık ve buna dayalı ilişkiler ve etkileşimler merkezinde genişlemiş ve gelişmiştir.

Her toplumda kadın ve erkeğe farklı roller biçilse de aileden devlete kadar genişleyen sosyal müesseselerin ve bunlar arasındaki bağımlılığa dayalı ilişkilerin sonucu ortaya çıkan etkileşimler, kadın ve erkek ayrımı yapmadan sürüp gider. Asıl olan şey; bağımlılığın, ilişkilerin ve etkileşimlerin sürekli genişleyerek gelişiyor olmasıdır.

Yönetimler de bu gelişmelerden nasibini almış, karşılıklı bağımlılık ilkeleri doğrultusunda cemiyet hayatının tesisi ve sürdürülmesi için çeşitli araçlar geliştirmiştir. Ancak bu konuda, her toplumun ve yöneticilerinin başarılı olduğu söylenemez.

Başarısızlıklarda yani cemiyet hayatının güven vermemesi durumunda kadın veya erkeğin, kendilerini güven içinde duyacakları cemaatlere yönelmeleri kaçınılmazdır. Nitekim her ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarsızlık dönemlerinde insanlarımızın hızla cemaatlere yöneldikleri o dönemlere ait cemaatler ve cemaatlere iştirak sayısındaki artışlarla sabittir.

Cemaatlere yönelim, korunma amaçlı davranışsal bir tepkidir. İnsanın, tehdit olarak algıladığı kişilerin, organizasyonların ve bunlara ait düşüncelerin karşısında veya geçici olarak yanında yer alarak aidiyetler geliştirmek ve bu şekilde kendini emniyete almak şeklinde ortaya çıkan bir tepkidir.

Uzun yıllardan beri:

Medyada; toplumun değerler sistemine ters tercih, eylem ve tutum alışların; marjinal gruplar içinde süregelen toplum ahlâki değerlerine ters çarpık ilişkilerin; kadını seks metaı olarak öne çıkartma tercih ve gayretlerinin inatla sürdürülmesi...

Politikada; fırsat eşitsizliğinin, gelir dağılımı adaletsizliğinin, geçim darlığının; bunlara karşılık hırsızlığın, yolsuzluğun, çeteleşmenin; politik ahlaksızlığın, aklanma ve aklama işbirliklerinin gemi azıya alması...

Ve bütün bunların çağdaşlığın, özgürlüğün, demokrasinin, insan hakkının; dolayısıyla düzenin icaplarındanmış gibi bilinçli veya bilinçsizce savunulması...

Ya da uzun yıllardır sürdürülen ”Bir Millet Yaratma” sevdası uğruna yapılan dayatmalar...

Bütün bu olumsuzluklar, değerlerine bağlı Milletin sessiz tepkilerini, sürekli beslemiş ve büyütmüştür.

İşte “Türban Olgusu”, sözünü ettiğimiz olumsuzluklar ve dayatmalar manzumesi haline getirilmiş cemiyet hayatına ve işleyişine güven duymayan ve bunu reddeden insanların duygu ve düşüncelerinin fırsatçı politikacı tarafından istismar edilerek kadın özelinde ve kadın başörtüsünün simgeleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır.

Sonuçta “Türban”, politikacıların ve müdahil olanların tartışmasız elbirliği ile yarattıkları bir olgudur.

Parti kadın kollarının adeta üniforması olarak tasarlanıp giyilen “Türban” ve müştemilatı, eleştiriler, aşağılamalar, dışlamalar ve dayatmalar sonucunda mevcut düzene ve işleyişine tepki duyanların da cemaatleşme refleksini harekete geçirmiş, hatta, çarşaf ile örtünen kadınlar tarafından dahi kolaylıkla benimsenmiştir. Erkekler ise bu tepkilere, “Türban” arkasında katılmayı yeğlemişlerdir.

“Türban”a yönelim, halâ devam etmektedir. Dün sadece inancından dolayı örtünme aracı olarak algılanmış olsa da bugün, aidiyet geliştirmenin bir aracı, kentsel hayata katılmanın bir gerekliliği ya da moda olarak algılanabilmektedir.

Bu bakımdan “Türban”a yönelim, inanç gereğini, toplumsal hayatın tehditlerine ve husumete karşı korunmak amacını çoktan aşmıştır. Bu yönelim esasta, cemiyet hayatına duyulan sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi güvensizliğin bir simgesi haline gelmiştir. Nitekim bu güvensizlik ve tepkiler, her platformda ve her alanda aynı politik bakış açısından dile getirilmiş ve işlenmiştir.

Tüm olumsuzluklarına rağmen mevcut cemiyet hayatına gerekli tepkiyi göstermeyip “Türban Olgusu”na karşı çıkanların algılamaları, “Simge” ile elbette sınırlı değil; aynı zamanda, simgenin arkasındaki düşünce sistemine ve bu sistemin istek ve beklentilerine yönelik endişeleri; sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi endişeleri de taşımaktadır.

Bu endişeler bile cemiyet hayatının ve bu hayata dair ilişkilerin, algılamaların, tercih ve yaklaşımların gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

Sonuç:

Gelenekçi ailelerde asırlardan beridir dört duvar arasına hapsedilmiş, engellenmiş kadınlarımız, kırsal yaşamdaki gibi kentsel yaşamda da sosyal ve ekonomik hayata katılmak istemektedir.

“Türban Olgusu” simge olmaktan çıkmıştır. Cemiyet hayatına; onun sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkilerine yönelik tepkiye dönüşmüştür. Nitekim bu tepkiler, söz konusu alanlardaki söylemleriyle ve siyasi tercihi ile bugün AKP olarak vücut bulmuştur; yarın başka bir ad altında yine vücut bulabilecektir.

AKP iktidarı, başını çektiği ve kendisinde vücut bulan söz konusu tepkilere cevap veremediği taktirde, bu defa tepkilerin odağında kendisi yer alacaktır.

Cevap verebildiği oranda “Türban Olgusu” veya tepkiler, nostaljik moda gösterimleri olarak veya marjinal söylemler olarak dar alanlara ancak itilebilecektir.

Çözüm için cemiyet hayatına güven tesis edilmelidir. Ahlaki, sosyal ve ekonomik olumsuzluklar ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için bizce en iyi ve en isabetli başlangıç, Düşey Sürekliliğin tesis edilmesi olacaktır.

Millet hafızasından silinmeyecek husumetler yaratmaktan kaçınmalı ve aklıselim içinde hareket edilmelidir. Ortak akıl geliştirilmeli ve ortak eylemler gerçekleştirilmelidir.

Gerekli tedbirler alınmadığı ve müşterek hareket edilmediği taktirde tepkilerin boyutu giderek artacaktır.

Böylesi bir durumda ise politika sektörüne katılacak yeni aktörlerin mutlaka icat edeceği yeni simgeler olacak; bu yeni simgeler etrafında yeni guruplaşmalar, başka ikilikler ve husumetler kaçınılmaz olacaktır. Bu risk, asla gözardı edilmemelidir.

Zaman, bir çok derdin ilacıdır. Bazı problemleri zamana bırakmak gün içinde iyi bir çözüm yolu olabilir ancak; elde tutulması mümkün olmayan zamanı iyi değerlendirmek ve gençlerin önünü açmak zorundayız.

Gençlere öğrenmeyi ve bilimi sevdirmek; onları, dogmalardan, tahakkümlerden ve istismarlardan koruyacak özgür irade geliştirebilmeleri için mutlaka desteklemek...

tüm dertlerin ilacı olabilir diye düşünüyoruz.

 
Toplam blog
: 141
: 926
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

Türk san'at müziği dinlemeyi, okumayı, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Kamudan emekli inşaat mühend..