Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

01 Şubat '08

 
Kategori
Güncel
 

Türbana tapınmak

Türbana tapınmak
 

Bu kadar masum


Zor konudur türban!

Yazsanız bir türlü, yazmasanız!

Karşı görüş yazarsan dinsizsin, kafirsin, katlin vacip ve de namlunun ucundasın!

Hele bu devirde.

Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM Başkanı, Bakanlar, Anayasa Mahkemesi Başkanı , YÖK Başkanı, RTÜK Başkanı, Merkez Bankası Başkanı, TÜRK-İŞ Başkanı, Belediye Başkanı, Milletvekilleri, Parti Başkanı, ...

Bu kuşatılmışlığın içinde gel de bunca gücün dayattığı görüşlerden farklı bir düşünceyi dile getir bakalım. Boşuna mı, açık kalan mikrofonlardan "Öyle söylemesin de görelim" anlamında sözler duyuluyor.

Doğrunun söylenmesi birilerinin işine gelmez.

O birileri ki dini baskı altında yaşamış değil.

O birileri ki din yaslarıyla mahkum olmuş değil.

O birileri ki kadın değil.

O birileri ki genç kız değil.

O birileri ki kız bebek değil!

O birileri sermayenin küresel dolaşımında, ortalama akıl ve hırsın anlayamayacağı doymazlıkla, canlar yokediliyormuş... Umurunda değil!

O birileri ki, türban ekonomik istikrardan önemli değil!

O birileri ki, türban bir kişisel tercih(!) ötesinde şey değil!

Neredeyse 1 yılı aştı, yazacağım.

Yazamıyorum!

Korkudan yazamıyorum!

Bedelini sadece ben ödemeyeceğimden korkuyorum.

Uluslararası sömürgeci güçlerin ülkemde oynadığı oyunun boyutundan korkuyorum.

Daha ilköğretimdeki küçücük kızlarım için, parklarda, arabalarda gördüğüm ilköğretime bile başlamamış kız bebeklerim için korkuyorum.O kız bebeklerin büyüyüp anne olduklarında yetiştirecekleri oğullarım için korkuyorum.

İşimi gücümü bırakıp araştırmış falan değilim, ama kör gözün bile göreceği boyuta ulaştı iş.

Yazın bahçeye indim askılı bir giysiyle. Bahçede oturan türbanlı komşularımdan çığlıklar yükseldi....

Sokaklarda ilköğretim kıyafetleriyle başları türbanlı kızlar...

Daha dün yapılmadı mı "Devletten ihale almak isteyenin eşi başını tabii ki kapayacak." açıklaması. Bir türban dayatması...

İstanbul'un ortasında, 40 derece güneşin altında, daha 3 yaşında, başı sımsıkı türbanlı, ayağında tayt , ayaklarına ellerine dolanan uzun etekleriyle parkta oynamaya çalışan o kız bebek gözümün önünden gitmiyor. Anası babası orada, 25-30 yaşlarında türbanlı, çember sakallı bir çift.

Arabanın , hem de ön koltuğuna, hem de emniyet kemersiz oturtulmuş, camdan türbanla sımsıkı sarılmış başını dışarı sarkıtmış 7 yaşında kızım gözümden gitmiyor.

Istanbul Çamlıca'da, çifte kapılar ardından delikten bakıp kara çarşaflı veya sımsıkı türbanlı olduğunuzu görmeden kapıların açılmadığı söylenen çocuk yuvalarının sayısı kulaklarımı yırtıyor.

Büyük alışveriş merkezlerinde, etraflarında laf edecek veya bakacak herhangibir kişiye saldırmak üzere korumaları ile siyasi gövde gösterisi olarak ortaya atılıp sömürülen, renk renk, şık şıkıdım giysileri içinde başları sımsıkı türbanla sarılımış 10 yaşlarında kızlarım gözümden gitmiyor.

Kimi özel ilkokulların kayıt zamanlarında, dizi dizi simsiyah 4 çeker pahalı ciplerden inen çember sakallı adamların, kara çarşaflı kadınların ellerinden tutarak sürükledikleri başları türbanlı 6-7 yaşlarında kız çocuklarım gözlerimden gitmiyor.

Bir anda ortalığı saran pahalı lüks arabalarında, lüks markalı pahalı giysileriyle yenilerde oluşan ayrıcalıklı sınıfın üyeliğinin gücüyle etrafa küstahça davranan türbanlı genç kızlar gözümden gitmiyor.

Üniversitelerde kişiler artık reşitmiş, dilerlerse türban takmayabilirlermiş, ama inancı gereği saç tellerini göstermek istemeyenin okuma hakkı elinden alınmamalıymış.

Ne masum, ne insanca(!) bir talep.

Altyapı çoktan hazır.

Lise giriş kıskacı ile başlıyor çocuklara ulaşıp ele geçirme. Kurslarla, birebir ablalık, abilikle tomurcuklandırıylıyor.

Dershanelerde devşiriliyor gençler, ufukları kapatılıyor.

Lise girişi, üniversite girişi diye yarıştırılarak en değerli yılları buhar oluyor gençlerimizin.

Etraflarına bile bakamadan, sadece önlerine konulan çözüm yöntemlerini ezberleyerek, düşünmeden, irdelemeden, test çözmeye indirgenmiş tek boyutlu köreltilmiş beyinleriyle kullanıma hazır hale getiriliyorlar.

Üniversiteleri ele geçirmek en önemli aşama.

Arkası çorap söküğü gibi gelecek. Bugüne kadar üniversitelerden mezun erkeklerle ilerlediler ama yetmiyor.

Tarikat kursları ve evlerinde kalmış çok yakından bildiğim gençler var. Hepsi doğruluyorlar aşağıda özetleyeceğim uygulamaları.

Bir arkadaşım, arkadaşının kızını Istanbul Beşiktaş'daki bir tarikat evinden kaçırarak kurtarabildiklerini söyledi bana. Kursa gidenlerin izini kaybettirmek mümkün de , üniversitedekilerin yakasını bırakmıyorlar...

Daha geçen ramazanda (2007), o an bulundugum havuzda yüzme öğretmeni iken ve yeni kazandığı üniversitede okumak için, kirasını ödeyerek kaldığı tarikat evinde;

İstemedikleri halde:

Namaza kalkması için her namaz vakti, oruç tutması için her sahur, başlarına birinin gönderildiğini ve götürüldüklerini;


Okumaları için Saidi Nursi'nin kitaplarının verildiğini ve haftalık toplantılarda denetlendiğini ;


Başlangıç için her gün yarım saat Kuran okumaya mecbur edildiklerini ve bunun takip edildiğini;


Haftada bir "İstişare"ye gelen ablayla toplantıya katılmaya mecbur olduklarını;

Ama baskı görmediklerini (!)

Apartmandaki kimi ailelerin "Niye türban takıyorsunuz?" diye sorduğunu (yanımda başı açıktı , muhtemelen orada türbana da mahkum ama demeye dili varmadı );


Üniversite sınavına hazırlanacak bir gence ders verip, ablalık yapmaya zorlandıklarını ( Derslerimi yetiştiremiyorum diye direnmeye çalışıyormuş ya, O'na yapan olmuş, şimdi sıra ondaymış);


Evden ayrılamadıklarını;

Ama baskı görmediklerini (!)

Üniversitede hocalarına kendini belli etmemeleri; evde olanları saklı tutmaları için uyarıldıklarını;

Birlikte kaldıkları diğer (çoğunlukla 1. sınıf, çünki bir yıl sonra kanıksayıp, benimsiyorlar) kızlarının da bu uygulamaları istemeyerek kabullendiklerini;

"Reşittir, kendi karar verir" denilmesinin kandırmaca olduğunu, ekonomik bağımsızlıkları olmadığı, geçimlerini aileleri sağladığı için, ailelerinin ısrarları ile de bu evlerde kaldıklarını;

Ama baskı görmediklerini (!)

sanan gencecik fidan gözümden gitmiyor.


Atatürk ilkelerine inanılan dönemlerde büyüdüm ben.

O günlerde yetişmiş pek çok kız çocuğunun öyküsünü özetleyeceğim.

Bu öyküdeki umutlar türbanla bohçalandı artık.

Artık yoklar!

Bu öyküdeki kızların, ailelerinin inançları na yer artık yok.

1970'li yıllarda, hem de İzmir, Istanbul'da yasamış kızlarımızın öyküsü bu anlatacağım.

Çok yakından tanıdığım insanlar bu öyküdekiler, yaşanmış yani. Daha eskileri bilmem.

O yıllarda, bu büyük şehirlerimizde bile, kız çocuklarının 5. sınıftan sonra orta okula gidip gitmemesi aile büyüklerince karar verilen bir konuydu. Kızlar can atıyordu okumaya. çağdaş birey olmak istiyorlardı ama ellerinden birşey gelmiyordu. Onlara soran yoktu, kararı büyükleri veriyordu.

En çok düşündüren, okula gidecekse kızın başını açması gerekeceği idi. Kimi aileler başörtüsünü yeğlediler, kimi başını açtırıp okutmayı kızlarını.

Aileler yol ayrımına gelirlerdi. ya kızlarının geleceği olmayacak, evlenecek eşinin eline bakacak, ya da okuyup meslek edinecekti. İHL'de değerlendirilirdi. İHL mezunu üniversiteye gidemeyecek diye İHL seçilmezdi.


Aile tercih yapabilirdi.

Bilindiği gibi pek çoğunun tercihi taassup, tesettür ve katı bir islami yaşam şekli olmadı. Ailelerin seçimi kızlarının meslek edinmesi, bağımsızlaşması oldu..


Meslek edinmek demek ise başını açmak demekti.

Aileler kızlarını okutmaktan yana seçim yapabildiler. "Madem devlet emrediyor, günahı emredene... " diyebildiler. Okutmayı seçen ailelerin önemli bir çıkış noktası vardı . O çıkış sayesinde pek çok kızımız özgür , bağımsız birey olabildiler. Laiklik ilkesi falan pek duydukları konular değildi, önemini de bilmiyorlardı ama basit olarak, "devlet öyle emrediyor" deyip sıyrılıyorlardı baskılardan.

O kızlar ki, başı açık, alnı açık yaşamak istiyorlardı. Ailelerine, çevrelerine karşı tutunacak dalları vardı, sığındıkları bir limanları vardı. Devlet öyle emrediyordu.


Aileler için de devletin emri tutunacak bir daldı.. Çevrelerinin (yeni deyimi ile mahalle ) baskısına karşı bir dayanakları vardı. Devlet öyle emrediyordu.


Seçimlerinin arkasında devlet duruyordu.

Kiminin komşusu, köylüsü "başını açacak, kızın oros. olacak" dediler.

Yıllar geçti, kızlar başlarını açtılar ama oros. olmadılar, doktor oldular, avukat, öğretmen oldular.

Evlendiler, ana oldular.

Boşandılar, evlerinin efendisi oldular.

Hiç boyun bükmediler, ellerine ekmeklerini almışlardı çünki.

Ve kızların okula gitme oranı arttı, varsın açsındı başını.

Mahalle baskısına göğüs gerebildiler.

"Devlet öyle emrediyor" diyebildiler.

Bugün aydınlık yüzleriyle aramızdaki pek çok kadınımızın öyküsüdür bu.

Onlara devletin yasaları kol kanat germişti.

Yani laiklik ilkesi.

Şimdi devletin kolu kanadı, yani vatandaşına verdiği güvenceler kaldırılıyor.

Hem de, hem kağıt üstünde reşit ama ekonomik olarak ailelerine bağlı, hem reşit bile olmayıp ailelerinin korumasında, bakımında olan kız bebeklerimiz, çocuklarımız üzerinden kaldırılıyor.

Daha önemlisi çocuklarına en temel insan hakkını teslim etmek isteyen , çevre baskısına direnirken tutanacak bir dal arayan aileler üzerinden kaldırılıyor.

Asıl yapılan dini inancı gereği türban takanın eğitim hakkını vermek değil, laiklik ilkesinin korunmasında yetişecek aydınlık kuşakların sığınaklarını yıkmaktır.

3 yaşında bebek nasıl karşı gelebilecek ailesine?

10 yaşında çocuk hangi güçle tesettüre girmek istemediğini söyleyebilecek?

Sorarım !

Hayrünisa Gül'ün korumasına alacağı söylenen kız çocuğu, türban takmak, ya da dini eğitim almak istemezse ne yapacak?

O gün başı açık yaşamayı isteyen pek çok kızımız bugün de başı açık yaşıyor. Ama biliyoruz ki pek çoğu o gün başlarını açabilme şansına sahip olmasalar ve tesettüre sokulsalardı, sosyal hayatları tesettürlü çevre içine kısılacak ve bugün de , reşit olmalarına rağmen, tesettürü savunacaklardı. Tıpkı, bugün türbanlı kızlarımız gibi.

Türbanı üniversiteye sokma hamlesiyle bağnazlığın savaşı veriliyor.

Çünki inancın kör karanlığında inanmanın boyutları belirsizleşir.

Şeyhlere tapınmaya, toplu intiharlara, sapkınlığa, yobazlığa kadar geniş bir alana yayılır, izlenemez olur.

Böyle milyonlar yaratıldı mı bir toplumda, sonrasında o toplumu yönetmek kolay olur.

Kızlarımız daha bebekken kapatılmaya başlamıştır. 10 yaşında kız çocuklarımız siyasi gövde gösteri nesnesi olarak alışveriş merkezlerini, sokakları, okul önlerini süslemektedirler.

O çocukların seçme hakkı yoktur.

O çocukların diledikleri gibi giyinme, inanma hakkı yoktur.

O cocukların en temel insan hakları yoktur.

Ve onlar çocuktur, ailelerinin korumasına , bakımına muhtaçtırlar, ailelerine itaat etmeye mahkumdurlar.

Böylece bebeklikten başlayarak itaati öğrenmektedirler, sorgulamadan.

Tam da bu nedenle , "Türban namusumuzdur!" diye yıllardır uğraşılan şey , insan hakları, eğitim hakkı süslemesiyle, devletin emridir çıkış yolunu tıkayıp , aslında insan haklarının ellerinden alınmasıdır kızlarımızın.

Bugün yapılan, toplumun düşünebilen, karşı görüş oluşturabilen insanlarının sayısını bir batımda, en azından yarı yarıya azalmışlar arasından çıkabileceklere indirgemektir.

Toplumun yarısı kadın ve ana. Aklını bağnazlığın kör karanlıklarına tutsak et ki, inancın ayrıntılarında boğulsun Bilime, sosyal gerçeklere vakit ayıramasın. Yetiştireceği evlatlar da yobazlıkla mayalanıp sömürülmeye hazır olsun.

Bugün ulaşılan uygarlık ve bilim düzeyinde hala saçının teli göründü diye erkeği tahrik ederek Allah'ın emrine karşı geldiği korkusuyla titreyen kadından doğru düşünce üretmesini, çağdaş ölçülerle toplum hayatına katılmasını beklemek safdillik bile değildir.

Dini kurallar saçı göstermemekle sınırlı olsa, abarttığım düşünülebilir. Oysa dinini yaşama hakkı , dini kuralları esas alan hukuğa; sokakta, hastanede okulda velhasıl heryerde özel uygulamalara yani şeriata dönmeyi gerektirir.

Esasen türbanın dinle ilgisi bile olmadığı apaçık ortaya konulmaktadır.

"Velev ki siyasi simge olsun..."

Çıkıp sokakta yürüyen insanların başlarına, kılıklarına bakarsınız, kim kimdir, kimden yanadır ortadadır.

Güç kimden yanadır, toplumu yönetebiliyor musunuz , ortadadır.

Türbana bunca destek bundan.

Sömürgeciler mutlu.

Onlar işlerini usul ve sessiz yürütürken.

Sözüm ona sorunu, sözüm ona çözecekleri savıyla...

Koskoca T.C. türbanla yatıp kalkmaktadır.

Adeta türbana tapmaktadır.

 
Toplam blog
: 41
: 1621
Kayıt tarihi
: 29.05.07
 
 

Doğaya, sanata, spora, bilime ve ülkeme bağlı; doğruya, gerçeğe, akla yönelik; uluslara saygılıyı..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara