Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

22 Ağustos '17

 
Kategori
Kitap
 

Turgut Uyar’ın aşk bedeninden…

Turgut Uyar’ın aşk bedeninden…
 

"Tomris'çe" kitabımdan Turgut Uyar tanımı...


 
Tomris’çe…
 
Çeneni elinin üzerine teslim ettiğinde sana görmediğin yerlerden bakar, görmediğin aşkça bakışlarımı bahşederdim. Görmediğinde görmek seni, sevmediğinde sevmek, duymadığımı sandığında derin bir sessizlikle dinlemek, duymak, anlamak, parmaklarının dokunduğu, avucunda katlayıp dilinle ıslattığın mektup zarflarına gözümle, elimle, göğsümle dokun-muş olmak ne muazzam bir duygu.
 
Bakışların kadar keskin ve anlaşılır kelimelerinin sesinle eşleşen melodik tınısını duymak, duymamış gibi yapmak zor. Cemal ve ardından Turgut dediğimde, ‘Tanrı, zaman geç-tikçe daha kuvvetli bir hediye ile beni mükâfatlandırıyor’ diye düşünürdüm.
 
Cemal’in gidişinin ardından alıştırılmış et-kisine rağmen, ruhen sızlarken hala ve suçlarken kendimi kadınca aşk eksikliklerimden, şimdi beni böyle fazla hissettiren adının anlamını iliklerime kadar yaşatan evim, Turgut’um mektuplarınla sızdığın zihnimin sarayına hoş geldin.”“Sen özgürce dokunamadığın hiçbir hayvanı sevmezdin. Ne akvaryum balıkları ne de ka-feste kuşlar senin sevgini kazanabilmişti. Öz-gür olanlarından severdin, insanı da hayvanları da. Martılara hayrandın.
 
İnsanları severdin ama temas etmek için kendince kriterlerin vardı ve kimse öyle kolay kolay senin hayat alanında yer edinemezdi kendine. Sen kendince yarattığın kendi köhne imparatorluğunda sakinlikle sessizlikle yaşamayı, soytarıların olmadığı geniş avlularında kendince eğlenmeyi tercih ederken kendinle dalga geçer, kendini yargılar, kendine kızar bundan zevk alırdın bir de üstelik. Bu gerçekliğini anlayan bir avuç insandık. Kimseyle bir derdin, düşmanlığın olmazdı ama dost da demezdin öyle hemen, yaren de olamazdı kimse sana kolay kolay.
 
Sen penceresinden çok kapısı bol olan bir evdin benim için. Kapının önünde çıkmazlığını, açmazlığını bekliyordum. Her açılan kapı-dan içeri girdiğimde bahar bahçeyi vuruyordu. Her kapanan kapının ardında güzün saklıydı senin ama benim için her yanın bahara teslim oluyor, ruhunun kamburluğa teslim olmuş kemikleri dikleşiyordu, iyileşiyordun.
 
İyileştikçe, iyileştiriyordun beni. Sevdikçe sevdiriyor, her ne yaptıysan gönül rızasıyla bana da yaptırıyordun. Geceler, günler boyu susmadan konuşurdu ruhum seninle. Sen suskunluğunla izlerken eşsiz gözlerinden denizi, keskin çizgili yüzünün huzursuzluğu belirginleştiğinde de hayran oluyordum sana. Senin maskelerin hiç olmadı. Hissettiğinin aynasıydı yüzün. Seni bu yüzden hep sevdim. Sevmeliyim. Seni sevmemek Tanrı’ya nankörlük etmekti benim için. Senin güz imparatorluğunun kır çiçekli tacı ile bahar kokusu eşliğinde salınan kraliçesiydim. Daima kraliçendim ben senin. Bana bunu daima hissettirirdin.
 
Ben senin sarayının bahçelerinde gezinirken yeşerttikçe sen kendi gizine, güzüne saklanma adam; her yanımız bahar bahçe. Sen dallarımızı kurutup, yapraklarımızı sarı turuncu renge boyayıp savurma. Beni beklenmedik rüzgârlarında devirme sakın. Korkutma beni adam. Korkmak, Tomris’çe bir hal değil.”
 
“Bu deniz ve bu koskoca gökyüzü benimle birlikte anıldığında benim dünyam genişliyor sanki. Başka başka hayatlarım oluyor adeta. Her şair için başka bir kadınım. Itırlı bir bitki gibi kokuyorum bazen, pahalı bir parfüm gibiyim bazen, yine kendi gibi pahalı özenerek seçilmiş çiçeklerin özünden yapılmış bir parfüm kokusuyum. Bazen yosun, bazen çam ve mutlaka gökyüzünün sakinleri ile anılıyorum her şiirde. Güneş, yıldızlar, ay, gecenin körlüğü, kuytusu, karanlık hasreti, yakamozu, romantizmi, hem serin hem kızgın kum, kumun üzerinde yakılan ateş, bozuk seslerle söylenmiş, ateşe eşlik eden en güzel şarkılar ile anılan benim. Hepsinde benden zerreler var, biliyorum. Hepsi anlam katar ruhuma, hepsi kıymetlim. Ya sen benim tek şiirim; sen kendini bilir misin?
 
En büyük kinlerin de gizli öznesi benim, en büyük aşkların da. Hasret ve vuslat ile anılan da benim. Hırsların saldırmak istediği o masum, kötü huylu cadı da benim. Adımla birlikte anılır kötü kalpli cadılar. Peki, sen, sen benim emsalsizim, sen kendini bilir misin? Yaratılan tüm insanlardan birer zerre var sende. Her karakterden, her bedenden biraz biraz eklemiş sanki Tanrı; kızgın, kırgın, küskün, aşık, mutlu, mutsuz, kederli ve keyifli. Hepsinden bir tutam eklenmiş ruhuna.
 
Sabahları rüzgârlı oluyorsun güz gibi; öğleden sonraları fırtınalı güz sonu tasvirine ya-kın; akşamüzeri yorgun ve uykulu, kışa daha yakınlaşıyorsun o zamanlarda. Akşam yeni bir hayat başlıyor senin için sanki ve sonra sevdiğin anlar yaşanmalı mütemadiyen. İstediklerin olursa, gecelerin de keyifli ve kıymetli senin. Sabahları pek konuşmamalı seninle, sadece olduğun gibi kabullenilmelisin, dinlenmeli, onaylanmalısın eğer gün güzel başlasın istenirse başka bir yöntemi yok, yaşanacak sabahların sükûnetini sağlamak için. Bunu anlamak zor olmadı. İlk kez aynı tavan altında uyanma çabamız, öğretti bana olması gerekeni.
 
Gün geceye kavuşana kadar günün renklendirilmeli. Sadece ciddi hayat meselelerin-den, arzulardan, kişisel taleplerden pek bahsedilmemeli, önerilerde bulunulmamalı çünkü senin sorumlulukların her şeyden daha mühim. Sana göre yaşanmalı, sen yaşanmalısın. Eşlik edilmeli sen diledikçe. Dokunduğunda sevgi sızdırıyorsun. Çok nadir dilinden sevmek ile ilgili kelimeler çıksa da dokununca akıyor gizlediklerin.
Öpme sevgili. Öpüşün beden kılıfımı boşaltıyor inan. Ruhum firar ediyor kılıfından ve her seferinde aşk denilen sihirli bir halının üzerinde semada dönüyor, bilinmeze. Kayboluyorum. Bitmesin istiyorum. Oysa bitip bitmemesi tamamen senin iki dudak arandaki karara esir. Belki de bu kararların sende oluşu beni aşk yapan.
 
Sen Tanrı’nın dört mevsimi bir arada yaşaması için yarattığı bir adamsın. Dört mevsim, iki baharsın. Cıvıl cıvıl ilkbaharken birden güzsün sen. Senin bu mevsimlerinden, be-nim fırtınalarım, yağmurlarım ve sonrasındaki toprak kokusu sarhoşluğum. Köklerimden gelen bu koku seni benim için eşsiz kılan. Sudan çıkarılıp oltada asılı kalan, avlanması yasak minik bir balık gibiyim bazen. Ölüme yakın ve bir o kadar da hayata karşı umutlu. Tahmin edilemez oluşun belki de gizemin ama sen böyle tahmin edilemez olduğunu zannederken benim seni yaşıyor olmam, her konuda bilinçli olduğumun farkında olmaman da eğlenceli. Kısaca ‘iyi ki’sin be adam!
 
Her mevsimini bir güne sığdıracak kadar renkli, bir o kadar da güz serinliğisin. Mutlaka insan kendini senin serinliğinden korumak için önlemler alır. Nasıl havanın ne yapacağı belli değilse, sen de böyle tahmin edilemezsin. Dışarı çıkarken önlem için üzerimize bir şey alalım, der gibi işte seninle yaşamak. Bir gün dingin bir denizsin alabildiğine mavi ve huzur, bazen hırçın dalgalara kızan deniz kıyısında ürkek bir çocuk, bazen denizde yağmura yakalanmış insanın şaşkınlığı yaşat-tığın. Arada sırada ormanda kaybolmuş ve gecelemek zorunda kalmış, on yaşlarında bir kız çocuğu gibi hissediyorum seninleyken. Nereye gitsem doğru yön değil sanki; kayıp olmanın ürkekliği benimki.
 
Bir sürü basamak var sana ulaşmak için ve her katın çıkış kapısı yüzüme kapalı. Basamakları bir bir eksilttim zannederken bir bir ekliyorsun. Açtığım kapılar ise daima aralık ve sen hep Ekim’sin, Kasım’sın. Kapıların aralığından içeri adım atabilirsem bastığım yerler ilkbahara bırakıyor kendini. Özgürce yeşeriyorsun bir süreliğine sonra kaçırdığın bakışlarının arkasında saklanan hüzünlü hazanına geri dönüyorsun. Benim yegâne şiirim, ben mısraları keyifle, mutlulukla ve huzur anılarıyla yazmak isterken sen toparlanıp gittiğini söylediğin, güz ayları gibi çekip gidiyorsun ilkbaharımdan.
 
Kapılardan vazgeçiyorum, bazen birkaç pencere açıyorum havamız değişsin diye. Ürperiyorsun, yerinden doğrulup bana doğru yaklaşıyor, benim üşüyen yerlerimi korumak istiyor, eksiklerimi tamamlayıp, üzerimi örtmek, ısıtmak istiyorsun beni ve ben bu anlar için ömrümü teslim edebilirim sana ve birden, birden yeniden buz kesiyorsun.
 
Henüz demekten yoruldum artık çünkü hiç henüzün ötesine geçemiyoruz sevgili. Bildiğim bir şey varsa o da şu: Sen bende kalmasını başaramadığım, bende yaşayan, bensin. Sen kendinde bensin. Sen ‘benim’ denilemeyen, bana atılan iftiraların gerçek kimliğisin. Sahiplenilmez Tomris’in ait olduğu tek aşk şiirisin. Turgut, sen adının manasının benim için tek karşılığı, evimsin. Sen benim tek aşk şiirimsin.
Benim kılıfımı değiştirmek yerine, kabullenmediklerini, benimsediklerini bana haykırdığın için sonsuz teşekkür ederim. Bence yaşamımda, bizce yaşamayı başarabildiğin yıllarımız, güzel anılarımız için teşekkür ederim.
 
Aşkın ve eşsiz aşk hissim için teşekkür ederim. Birçok insana göre benim yegâne aşkım merak konusu şüphesiz ve bununla ilgili birçok fikir ve özne ismi var, akılları meşgul eden. Kimse bilmiyor sevgilim. Kimse, Tomris kimdir, Tomris nasıldır, ne hisseder, ne ister, ne istedi, neyi en çok arzuladı, neyi bekledi, neden mutlu olurdu, kimse bunu umursamıyor. Tek konuşulan, ‘O kadar ünlü şairi, bu kadın nasıl kendine aşık etti? Hangi özelliği ile bu kadar aşk şiiri Tomris’e yazıldı?’
 
Tomris ne hissetti, kimsenin umurunda olmadı. Nesiller geçecek yine insanlar tabulu beyinleriyle yargılayacaklar beni. Kesip biçecek, ölçüp dikecek, bataklığa bulayacaklar ki-mi zaman ve belki de kıskanacaklar, bu kıskançlıkla kötüleyecekler acımasızca. Yapsınlar. Ben Tomris’çe yaşadım sevgili. Tomris’çe aşk ne demek, bir ben biliyorum ve bunu her-kese anlatmak, anlamalarını beklemek zorunda değilim.
Herkes bilsin ki benim yegâne aşk bedenim sensin.”
 
“Tomris’çe” kitabımdaki Turgut Uyar tarifidir. Ölümsüz ustamı saygı ve sevgi ile anıyorum.
 
Toplam blog
: 158
: 253
Kayıt tarihi
: 22.08.15
 
 

Karşı kıyıdan kendi topraklarına geri dönmüş bir ailenin İstanbul'daki bolca edebiyat kokan evinde ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara