Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '07

 
Kategori
İstanbul
 

Türk filmlerindeki İstanbul

Türk filmlerindeki İstanbul
 

Ne güzel sinemalarımız vardı anımsar mısınız? Şimdiki gibi "cep sinemaları" değil. Geniş salonlarda izlenen, ayrı bir havası, kokusu, ortamı olan, localı locasız sinema salonları. Üç gong sesiyle izleyicileri çağıran salonlar. Birinci gong salona girin, ikinci gong koltuklarınıza oturun, üçüncü gong sessiz olun. Ve perde açılır. İlk görüntüler beyaz perdeye düşerdi.

Önce "Pek yakında" yani yakında sinemaya gelecek filim tanıtılırdı. Ardından "Gelecek program" yani izleyeceğiniz filim sinemadan gidince yerine gelecek olan filim. Bazı filimler çok tutulduğundan üst üste birkaç "zafer haftası" oynatılırdı. Ve sonra "esas film". Işıklar iyice söner, salonda bir öksürük dalgası dolaşır, son bir kıpırdamalar görülür ve herkes hayal dünyasına dalar giderdi.

Kimler yoktu ki hayal dünyasında. Türkân Şoraylar, Fatma Girikler, Filiz Akınlar, Adile Naşitler, Selda Alkorlar, Çolpan İlhanlar, Feri Canseller, Sevda Ferdalar, Zeynep Aksular, Arzu Okaylar, Muhterem Nurlar, Belgin Doruklar; Ekrem Boralar, Ayhan Işıklar, Eşref Kolçaklar, Murat Soydanlar, Efgan Efekanlar, Cüneyt Arkınlar, İzzet Günaylar, Tarık Akanlar, Yılmaz Güneyler, Süleyman Turanlar, Nubar Terziyanlar, Kadir İnanırlar, Kartal Tipetler, Ediz Hunlar...

1950'li, 60'lı, 70'li yıllarda çekilen duygu dolu, insanlık dolu sıcacık filmler.

Genellikle "aşk" konusu işlenirdi. Yoksul kız zengin erkek, ya da zengin kız yoksul erkek ve bu ilişkiye karşı çıkan ama sonunda yumuşayan ve seyirciden alkış alan Hulusi Kentmen gibi bir baba. Gariban baba rolünü de hep Münir Özkul oynardı. Zamanın en büyük komiği ise Öztürk Serengil ve Feridun Karakaya idi.

Yalnız, 70'li yılların ortasında Yılmaz Güney çıkmış ve "Baba", "Umut", "Arkadaş", "Sürü" gibi filmler çekmiş ve bir anda sinema dünyası karışmıştı. Çünkü artık toplumsal içerikli mesajlar verilmeye başlanmıştı. Başlanmıştı da sinemanın da tadı kaçmıştı. Aileler sinemalardan koptu, salonlar "militanlara" kaldı. Hattâ Yılmaz Güney filmi oynatan sinemalara bombalar konmaya başlandı.

Biz bu toplumsal içerikli sinemamızı şimdilik bir kenara bırakalım. Çünkü o başka bir yazı konusudur ve söylenecek çok şey vardır.

Diğer filmler genellikle iç mekanlarda çekilirdi. Çünkü öylesi daha kolaydı. Ama dış mekanlarda çekilen filmler şimdi birer gizli belgesel durumundadır.

Ben, uzun zamandır bazı televizyonlarda gösterilen siyah-beyaz ya da tam renkli filmleri DVD'ye kayıt ediyorum. Özellikle dış mekanlarda çekilmiş filmler çok keyif verici oluyor. Kamera o eski İstanbul'un sokaklarında, caddelerinde dolaşırken insan çok değişik ayrıntılara takılıyor ve o günler hakkında bilgi ediniyor. Örneğin İstanbul'da ahşabın kullanım alanları. Ahşap evlerin mimari güzellikleri hemen dikkatimizi çekiyor. Sonra bir bakıyorsunuz bahçe duvarı da ahşapla kapanmış. Bir tavuk fırlayıveriyor sokağa, kamera onu da almış. Ayı oynatan bir çingene girmiş görüntüye. Sokaklara henüz asfalt girmemiş. Çocuklar saklambaç, çelik çomak, kovalamaca oynuyor, girmişler görüntüye, ayrımında değiller gizli oyuncu olduklarından. Ahşap evlerin pencerelerine makaralı çamaşır asma ipleri yapılmış, yaşlı bir kadın çamaşır asıyor. Bir bakıyorsunuz omuzunda askısıyla yoğurtçu geçiyor. Bir köşede çocuklara macun veriyor macuncu. Sonra erkek ve kadın giyim kuşamları gizlice o günün modasını yansıtıyor.

Ya yollar? Bir bakıyorsunuz İstanbul yolları bomboş. Sokağa çıkma yasağında falan değil, normal günde çekilmiş ama ne olacak İstanbul'un nüfusu bir avuç insan. Yollarda araç yok. Bir iki tane Skoda otobüs, tramvay ya da troleybüs geçiyor. Görüntüye giren tek heybetli bina İstanbul Hilton oteli. Çekilecekse film de orada çekilecek. Var mı başka seçeneği?

Bir bakıyorsunuz görüntüye eski model bir dolmuş giriyor. 1956 ya da 1957 Chevrolet ya da Dodge... Zamanının en lüks araçları. Konya Ovası gibi, geniş, rahat Amerikan arabaları.

Üsküdar taraflarında çekilmiş bir film. Karşısı neresi? Bomboş, ağaçlıklı, inin-cinin top oynadığı, kuşun uçmadığı kervanın geçmediği yer de neresi yahu? Neresi olacak; Dolmabahçe sırtlarından başlayın, Yıldız Yokuşu, Beşiktaş, Ortaköy Sırtları, Levent yani Boğaz'ın karşı kıyıları işte. İnsanın inanası gelmiyor, her yer boş.

Türk filmlerini o muhteşem sinema salonlarında izlemek büyük bir zevkti. O zevkten mahrum kaldık. Bunun nedeni yalnız televizyon değildi. Aradan çok uzun yıllar geçti, o filmlerde oynayan bir çok sanatçıyı da, onları izleyen bir çok izleyici de yitirdik. Onlar şimdi TV ekranlarında "nostalji" olan güzel İstanbul'un güzel insanlarıydı. Çünkü o zaman İstanbul da güzeldi.

O filmler bazı TV kanallarında gösteriliyor. Şimdi, bir kent tarihini inceler gözle bu filmleri izleyin. Göreceksiniz İstanbul'u daha da çok seveceksiniz.

Tabi İstanbullu olduğunuza inanıyorsanız...

(Not: Türk Dil Kurumu ve Derneği, artık iki sessiz harfin yan yana gelmesini uygun bulmuyor. Bu nedenle tren-tiren; spor-sipor olarak yazılmalı diyor. Böylece "film" "flim" "filim" gibi değişik yazılan sözcüğü ben de "filim" olarak yazdım.)

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..