- Kategori
- Tarih
Cumhuriyet' e sahip çıkmak

Birinci Dünya Savaşı öncesi, yani 1914 yılının öncesi bütün dünya bir çıkmazın içindeydi. Büyük imparatorluklar 1789 Fransız Devrimi'nden itibaren ellerinde tuttukları toprakları gelişen "milliyetçilik" akımlarıyla tutamaz olmuştu. Dünyanın yeniden paylaşımı gerekiyordu. İşte tam bu sırada, 28 Haziran 1914 yılında, Avusturya Veliahtı ve eşi Saraybosna'yı ziyarete gitmişti. Fırsat bu fırsattır diyen dünya siyaset ajanları Avusturya Veliahtı ve eşini Sırp milliyetçilerine öldürttü. Bu, basit bir cinayet değildi. Nitekim, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da bunun basit bir cinayet ya da suikast olmadığını anladı ve Sırbistan'a ağır şartlar öne süren bir anlaşma sundu. Aslında, bu anlaşma sunulurken, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da, Slavların böyle bir anlaşmaya imza atmayacaklarını biliyordu. Nitekim öyle de oldu. Sırbistan bu anlaşmayı kabul etmedi ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan'a savaş ilân etti.
İşte Birinci Dünya Savaşı'nın başlama nedeni buydu. Birçoğumuzun bildiği bu konuyu bir kez daha yazmamın nedeni, belki genç okurlarımız varsa ilgi duyup dünyanın bu ilk savaşıyla ilgili bilgi edinmeye çalışırlar düşüncesidir. Bilenlerin ise yeniden okumalarında ve bilgilerini tazelemelerinde bir sakınca yoktur. Çünkü, bilgi tekrarlanmazsa silinilir gider.
Dünyanın bu ilk geniş katılımlı savaşı bütün dünya ülkeleri olduğu gibi Türkiye için de çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu nedenle, eğer bizler Birinci Dünya Savaşı'nın nedenlerini ve sonuçlarını bilmezsek, dünya tarihini de öğrenemeyiz. Çünkü, bu ilk savaşla dünyanın haritası neredeyse baştan sona değişmiştir. Yeni ülkeler ortaya çıkmış, yeni milletler paylaşılan topraklarda kendilerine yurt bulmuştur. İmparatorluklar tarihe karışırken, Çarlık Rusya'sının yerine Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altında ve dünyada ilk kez bilimsel sosyalizmi öğretiden uygulamaya geçirecek yeni bir rejim ortaya çıkmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk gibi bir üstün insan, bu savaştan sonra, dünyada ilk kez "Ulusal Kurtuluş Savaşı" adı altında bir mücadeleye başlamış ve bunu başarıya ulaştırmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu çok garip bir olayla ve Enver Paşa'nın kimseye sormadan verdiği kararlarla Birinci Dünya Savaşı'na girmek zorunda kalmıştır. Almanya'ya ait Goeben ve Breslau adlı savaş gemileri Enver Paşa'nın izinleriyle Çanakkale'ye girmiştir. Bunun üzerine Alman gemilerinin peşinde olan İngiliz donanması Osmanlı İmparatorluğu'na uyarı göndererek bu gemilerin derhal Çanakkale'den çıkarılmasını istemiştir. Fakat, Osmanlı bunu kabul etmemiş ve gemileri aldığını söylemiştir. Nitekim bu gemilere daha sonra Yavuz ve Midilli adı verilmiştir. Yine Enver Paşa'nın bireysel kararlarıyla Rusya'nın Sıvastapol ve Odesa limanları bu gemierle topa tutulunca, Osmanlı İmparatorluğu da fiilen savaşa girmiş oluyordu.
Savaşın bitiminde Osmanlı İmparatorluğu diye bir imparatorluk artık yoktu. Osmanlı İmparatorluğu'nun son toprakları da İngiliz, İtalyan, Fransız ve Yunanlılar tarafından işgal edilmeye başlanmıştı. Nasıl olsa Osmanlı yenilmiş, silahları elinden alınmış, ordusu dağıtılmıştı. Osmanlı denilen imparatorluk işgâl kuvvetlerinin gözünde "çantada keklik"ti.
Oysa, Osmanlı İmparatorluğu'nun çok değişik cephelerinde büyük başarılar elde etmiş bir subayı vardı. Sarışın, mavi gözlü bu subay adeta bir mitolojik kahraman gibi olağanüstü zekaya ve yeteneğe sahipti. İşte bu subay, İmparatorluğun kaderini değiştirmek üzere 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basıyordu. Samsun'a bu çıkış bütün dünyanın kaderini değiştirecek bir adımdır. Bütün dünya, büyük uluslara karşı, yoksul bir halkın direnişine tanık oluyordu. İşin ilginç yanı, bu direniş başarıya ulaşıyordu.
Mustafa Kemal Atatürk, nedenleri, niçinleri, bulunduğu zaman dilimi koşullarında başardıklarıyla hiçbir dünya lideriyle karşılaştırılamayacak bir dehaydı. Kültürlü, eğitimli, devrimci, yenilikçi, kararlı, azimli olağanüstü bir liderdi. 1938 yılında bizleri bırakıp giden bu üstün insandan sonra, onun düzeyinin yüzde birine bile ulaşacak bir lider daha Türkiye'ye gelmedi. Kendilerine "büyük yenilikçi" "ülkeye çağ atlatan kişi" dedirten liderler, aslında Mustafa Kemal'in devrimlerini yerle bir ederek, onun gerisine düşerek, onun yaptıklarını yıkarak yenilik yaptıklarını sandılar.
Mustafa Kemal, bizlere çağdaş, laik, sosyal bir devlet bıraktı. Mustafa Kemal'in yaşadığı yıllarda, Türkiye en saygın bir ülkeydi. Ekonomisiyle, eğitimiyle, kültürüyle tam bağımsız bir ülkeydi. Ne yazık ki, 1938 yılından bu yana çok şeyimizi kaybettik. Birinci Dünya Savaşı'ndan yenilgiyle çıkmış, ama Ulusal Kurtuluş Savaşı'yla yeniden ayakları üzerinde, tam bağımsız olarak kalmış Türkiye bugün ne yazık ki yoktur.
İlk olarak ekonomik bağımsızlığımızı verdik. Sonra eğitim hayatımız ellerimizden akıp gitti. Bir cahiller ordusu yetiştirdik. Sonra kültürümüz de gitti. Son yıllarda milliyetçiliğimizin yerine ümmetçiliği koymaya çalışıyorlar. Bu uğurda Türkiye Cumhuriyeti'nin temel direği olan laikliği kaldırmak istiyorlar. Giysilerimizle ümmetçi bir toplum aşamasına ulaşmış bulunuyoruz. Bugün çevremizde gördüğümüz "tesettür" denilen ve dinsel yönetimi temsil eden giysilerle dolaşıp, ne yazık ki çağdaş Türkiye'yi temsil ettiklerini sananlar vardır. Bu giysiler çağdışıdır. Bu giysilerin içindeki kişilere çağdaş diyebilir miyiz? Bu kişilerin zihniyetiyle yönetilen bir ülkeye nasıl çağdaş deriz?
Çok zor şartlarla kazanılan bu ülke ne yazık ki çok cahil insanların elinde kaldı. Yalnız kâr düşünen tüccar zihniyetli insanların elinde oyuncak olduk. Yüzsüzlük ve arsızlık zirvede. Bir de TV'lere çıkıp büyük bir pişkinlikle ve insanın midesini bulandıran sırıtmalarla yaptıklarını, sattıklarını anlatan bu insanlara Türkiye Cumhuriyet'i layık değildir. Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi dünyasına birazcık saygımız varsa onun kurduğu bu Cumhuriyet'e sahip çıkalım.
Sevgili her yaştaki gençler, lütfen ve acilen Atatürk'ümüzün Bursa Nutku'nu okuyun. Orada size verdiği görev ve yetki anlatılmaktadır.
Çünkü ve ne yazık ki bu ülkeyi koruma ve kollama görevini üstlenenler "gaflet" içinde bulunabiliyorlar. Ülke elden giderken sessizliğe bürünebiliyorlar.
Ey Mustafa Kemal, sen ne büyük dahiymişsin ki son durumda ülkenin silahlı güçlerinin bile an gelip bu ülkeyi ve bu Cumhuriyet'i koruyamayacağını anlamış ve görevi taş, sopa ve tırnaklarıyla savaşacak gençlere vermişsin.
Mustafa Kemal'in gösterdiği o gün işte bugündür.
Cumhuriyet'imize sahip çıkalım.