Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '07

 
Kategori
Tarih
 

Kıbrıs Adası ile Anadolu Yarımadası arasındaki siyasi ilişkinin tarihsel bir analizi (Devam)

Kıbrıs Adası ile Anadolu Yarımadası arasındaki siyasi ilişkinin tarihsel bir analizi (Devam)
 

2.1 Global Güç İngiltere’nin Sahneye Çıkışı ve Kıbrıs Adası’nın Önemi

Sanayi devrimini ilk gerçekleştiren Batılı güç olan İngiltere ile daha sonra onu takip eden Fransa arasındaki sömürge yarışının giderek kızıştığı 19.YY başlarında Hindistan ve bu bölgeye giden yolların kontrolü İngiltere açısından yarışta öne geçme açısından oldukça önemlidir.

Buna yönelik olarak daha önce 1704’de Cebelitarık’ı ve 1800’de Malta’yı ele geçiren İngiltere Akdeniz’de etkinlik arayışını göstermiştir. Ancak bölgede çıkarları bulunan bir diğer güç olan Rusya’nın giderek Osmanlı İmparatorluğu üzerinde artan baskısı ve Akdeniz’de var olma arayışları ve Hindistan’na olan coğrafi yakınlığı İngiltere açısından asıl tehdidi oluşturmaktadır. Bu dönemde Kıbrıs Adası’nın İngiltere açısından önemini 1814’de Doğu Hint Kumpanyası memurlarından bir İngiliz şu şekilde dile getirmiştir;”Kıbrıs’a malik olmak, İngiltere’yi Akdeniz’de üstün bir duruma yükseltecek ve Levant ülkelerinin müstakbel kaderini tanzim edici bir mevkie ulaştıracaktır. Mısır ve Suriye derhal İngiltere’ye tabi olacaklar ve Küçük Asya’nın hareketlerini önleyici bir duruma ulaşılmış olunacaktır. Böylece, Sultan daima kontrol altında bulundurulacak ve Rusya’nın bu bölgedeki tecavüzleri önlenemese bile geciktirilmiş olacaktır.....” (Gazioğlu 1960: 9) (3). Ayrıca Kıbrıs’ın İngiltere’ye devri sırasında Başbakanolan Benjamin Disraeli (Lord Beaconsfield) 1847 yılında yazmış olduğu “TANCRED” adlı kitabında adanın önemine değinmiş ve buranın İngiltere’nin elinde olması gerektiğinden ısrarla bahsetmiştir(Gazioğlu 1960: 9-10).

(3) Ahmet Gazioğlu, “Journey Through Asia Minor, Armenia and Koordistan in the Years of 1813 and 1814, s. 185” adlı kaynaktan aktarıyor.

İngiltere’nin bu politikasının sonucu olarak 1878’de Kıbrıs Adası’nın işgali kararı alındı. Bu süreç içerisinde Osmanlı-Rus savaşının Osmanlı aleyhine gelişimi ve Rus ordularının İstanbul kapılarına dayanması sonucu aynı yıl Ayestefanos Antlaşması imzalanmıştır. Bu ise İngiltere’nin bölgedeki çıkarlarına tamamen ters olmakla birlikte İngilizler’in de Osmanlı’lardan talepte bulunması fırsatını doğurmuştur. Daha sonra ise Osmanlı Sarayı’na yönelik İngiliz baskılarının bir sonucu olarak 4 Haziran 1878’de İngiltere’nin Osmanlı’yı Rus tehdidine karşı koruması karşılığında Kıbrıs’ın geçici olarak İngiliz idaresine idaresine terk etmesine ilişkin antlaşma imzalanır. Aynı zamanda bir Sadrazam değişikliğini de beraberinde getiren ve Yıldız Sarayı’nda gizlice imzalanan iki maddelik Kıbrıs Antlaşması’nın 1. Maddesi

şu şekildedir;”Rusya Devleti, Batum, Ardahan, Kars veya zikredilen yerlerden birini elinde tutupta ileride, her ne vakit olursa olsun, kat’i bir sulh muahedesi ile tayin olunan Asya memalik-i şahanesinden bir kısmını daha zabt ve istilaya girişecek olursa, o taktirde İngiltere Devleti, zikredilen memleketleri silah ile muhafaza ve müdafaa etmek üzere Saltanat-ı Seniyye ile birleşmeyi taahhüt eder. Buna mukabil Zat-i Padişahi dahi Anadolu kıtasında bulunan hıristiyan ve sair tebaanın iyi idare ve korunmaları hakkında ileride devletler arasında sonradan karalaştırılacak olan luzumlu islahatı yapacağını, İngiltere Devletine vaad eder ve adı geçen devleti (İngiltere’yi) kendi taahhütlerini yerine getirebilmesinde luzumlu vasıtaları temin edebilecek bir hale koymak için Kıbrıs adasını tahsis ve asker ikamesiyle idare etmesine muvafakat eyler”(Zia 1975: 39).

Adada daha sonraki gelişmeler İngiltere’nin burada bulunmasının geçici değil kalıcı olduğuna işaret etmiştir. Bunun en somut göstergelerinden birisi de 1911-12 yılları arasında süren Türk-İtalyan savaşı sırasında İngilizlerin kendilerine ait olmayan Kıbrıs’ı tarafsız bölge ilan etmeleri olmuştur. Nihayet 1. Dünya savaşının başlamasını takiben 5 Kasım 1914’te adanın statüsünde İngiltere’nin konumu resmen ilan edilmiştir. İngiliz Bakanlar Kurulu’nda hem Türkiye’ye resmen savaş ilanı hem de Kıbrıs’ı bu nedene dayanarak ilhak kararı alınmıştır(Gazioğlu 1960). Bu emri vakii Osmanlı Devleti tarafından 9 Kasım 1915’de verilen bir nota ile reddedilmiştir. Söz konusu notada daha önce İngiliz Dışişleri Bakanının yakın tarihteki tezine dayanılmıştır: Kıbrıs, karşısındaki Anadolu kıyıları için emniyet kapısı idi ve 1570 fetih seferi de, Anadolu’nun müdafaa masuniyeti için açılmıştı: Coğrafi hakikatler değişirmidir? (Kutay 1975a) (4).

(4) Cemal Kutay, söz konusu İngiliz tezi için “Balkan Savaşının birinci devresi sonucu, barışı aramak zorunluluğu içindeki Hariciye Nazırı Rıfat Paşa’ya, İngiliz Hariciye Nazırı Sir Edward Grey’in söylediklerini aktarıyor: “ Edirne’yi alan Bulgarlar’ı masa-başı görüşmeleri ile buradan çıkarabilmeyi düşünmeniz fazla nikbinlik olur. Fakat Cezair-i Bahr-i Sefid’i (ON İKİ ADAYI), size bırakmanın zaruri olduğu da malum... Hiçbir tarafın, Anadoluyu elinde bulunduran devletten bu adaların alınmasını istemiyeceği de münakaşa götürmez. Bu adaların devamı olan Kıbrıs’ın İngiltere’nin elinde olması sizin için emniyet unsurudur. Münasebetlerimiz bozulmadıkça endişe etmeyiniz.”(Kutay 1975).

2.2 Bölgesel Güç Olarak Yunanistan’ın Sahneye Çıkışı - Sevr Antlaşmasında, Kurtuluş Savaşı Sürecinde ve Lozan Antlaşmasında Kıbrıs

1. Dünya Savaşı’ndan Almanya’nın yanında yenilerek çıkan Osmanlı Kasım 1918’de galip devletlerle Anadolu’nun işgaline kapı açan Mondoros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. Bu gelişmelerle birlikte, Yunanistan’ın Büyük Yunanistan (Megali İdea) tezi doğrultusunda izlediği politikaya elverişli olan ortamda bu politikanın bir parçası olarak Kıbrıs’ın Yunanistana katılması çabaları artarak devam etmiştir (Mütercimler 1992) . Esasen İngiliz kontrolünde geçtikten itibaren adanın Yunanistan ile olan ilişkisi rahatlamıştır. Yunanistan’ da beklenti Kıbrıs ile birlikte, Oniki Ada, Trakya ve Küçük Asya’nın (Batı Anadolu) kendilerine verilerek İstanbul’a kadar uzanmaktır (Arıkan 1993: 26). İngiltere’nin politikasının da bu durumu destekler nitelikte olduğu görülmektedir. Nitekim itilaf devletlerinin temsilcileri arasındaki görüşmelerde şu sözler not edilmektedir; “İtilaf Devletleri’nin Dörtler Konseyi’nde İngiliz Başbakanı L. George, niyetinin Kıbrıs’ı Yunanistan’a vermek olduğunu söyledi. Clemenceau (Fransa Başmakanı)”Benden izin almanız lazımdır” dedi. Bugün Paris’e gelmiş olan ABD Başkanı Wilson “Yunanistan’a bu hediyeyi verebilirseniz değerli bir iş yapmış olursunuz” dedi.”(Sarıhan 1993: 169)(5).

Buna karşılık Anadolu’da kurtuluş mücadelesi devam ederken, Batılılar açısından Doğu Sorununun çözümü olarak ortaya konulan ve 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Devleti ile Müttefik Güçler arasında imzalanan Sevr Barış Antlaşmasında ise Kıbrıs konusu ayrı bir başlık altında 115-117. Maddelerde karara bağlanmaktadır(6). Buna göre İngiltere Kıbrıs’tan vazgeçmediğini göstermekte ve aşağıdaki hükümler gündeme gelmektedir:

- Taraflar İngiliz Hükümeti tarafından 5 Kasım 1914’de ilan edilen Kıbrıs’ın ilhakını tanıyacaklar,

- Türkiye padişaha daha önce Ada tarafından ödenmekte olan vergi de dahil olmak üzere, Kıbrıs üzerindeki tüm ünvan ve haklarından vazgeçecek,

- Kıbrıs’ta doğmuş, ikamet etmekte olan Türk vatandaşları İngiliz vatandaşlığını alacaklar, Türk vatandaşlığını kaybedecekler ve yerel yasalarca düzenlenen şartlara tabi olacaklardır.


(5) Zeki Arıkan, Kitsikis, Dimitri, Yunan Propagandası, 1974, çev (Hakkı Devrim), s.262’den aktarıyor.

(6) Antlaşmanın Taraflarından Müttefik Güçler: Birincil İttifak Güçleri; İngiliz İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japonya, İttifakı Oluşturan Diğer Güçler; Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Çekoslavakya’dan oluşurken, karşı tarafta ise Türkiye vardır. (Kaynak: The Treaty of Sevres, 1920, http:/www.lib.byu.edu/~rdh/wwi/versa/sevres1.html, 08.09.2003)

Ancak bilindiği gibi Sevr Antlaşması onaylanmamış ve yürürlüğe girememiştir. Bu nedenle Kıbrıs’ın durumu Lozan Antlaşması’na kadar belirsizliğini korumuştur.

Milli mücadele süresince Kıbrıs’ın kurtarılmasından zaman zaman söz edilmiş ve basında bu konu yer almıştır. Büyük Millet Meclisi’nde 22 Kasım 1922’de Menteşe (Muğla) mebusu Esad Hoca şöyle demektedir:” Misak-ı Millimizin mahfuziyetine munzam olarak memleketimizin müdafaası ve emniyet nokta-i nazarından elbet de taleblerimiz olacaktır. İngiltere’den Musul’u olduğu kadar, Kıbrıs’ı da isteyeceğiz. Şarki Trakya ne kadar Türk ise, Garbi Trakya da o kadar Türktürr”(Kutay 1975a). Bununla birlikte Lozan’da Türk Heyeti’nin Kıbrıs konusunda talepkâr olmadığı anlaşılmaktadır.

Kutay’a göre (1975b), Londra, Kıbrıs üzerinde Türk hassasiyeti beklemekte ve bu duyganlıktan endişe etmektedir. Nitekim Kıbrıs konusuna benzer durumlar için ayrı birer tali komisyon kurulmamış iken Kıbrıs tali komisyonlardan birisinin müstakil maddesi olmuştur. Lozan’da Kıbrıs için daha sonra yirminci madde olarak kaydedilen karar, Delegeler Kurulları önüne getirildiği zaman, İngiliz Başdelegesi Lord Curzon ile Türk Delegeler Kurulu İkinci Başkanı Dr. Rıza Nur arasında, Ada’nın üzerinde yaşayan milletlerin ırki, dini, milli hususiyetlerinin tam hürriyet ve masuniyet içinde devam eden ve muhafazası ve Ada’da İngiliz hakimiyetinin hiçbir vecihle bir başka memleketin hükümranlığına intikal edemeyeceği üzerinde tartışmalar olmuştur”(Kutay 1975b). Lozan’da Türk heyeti, gerek İngiliz yönetimi altında kalmak üzere Kıbrıs, gerekse İtalyan yönetiminde kalmak üzere güvenlik açısından büyük öneme sahip olan oniki ada üzerinde barışın sağlanması adına fazla ısrarlı olamamıştır. Nitekim Ege sahillerine sadece 5 mil uzaklıktaki Meis adası üzerindeki Türk Heyetinin yoğun ısrarı sonuç vermemiş, bunun üzerine Türk Başdelegesi İsmet Paşa şunları söylemiştir:”Meis Adası Anadolu’nun kara suları içinde ve onun ayrılmaz bir parçasıdır. Anadolu’nun hem asayişi, hem askeri güvenliği, adanın Türkiye’ye bağlı olmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle Türk heyetinin adanın Türk egemenliğine verilmesini isteyen talebi çok meşru sebeplere dayanmaktaydı. Fakat Türk heyeti dünya barışının kurulmasına yardım etmek amacıyla gayet ağır bir fedakârlığı göze alarak, Meis hakkında ileri sürdüğü kayıtlardan vazgeçmeyi kabul eder” (7). (7) Lozan Antlaşmasında Oniki Ada, http:/www.turk-yunan.gen.tr

Lozan’da Anadolu’nun çevresindeki adaların Kıbrıs dahil olmak üzere güvenlik açısından öneminin kaygısı taşındığı açıktır. Bununla birlikte, çok çetin geçen müzakereler esnasında yeni Türk devletinin tam bir bağımsızlığını bile tanımak istemeyen devletlere karşı Kıbrıs gibi Misak-ı Milli dışında kalan topraklar için fazla bir şey yapılamazdı(Gazioğlu 1960:31).

Bununla birlikte Lozan’da Türk tarafı Kıbrıs Adası’nın durumu ile ilgili maddelerin kendisine dikte ettirilmek istenen şekline karşı çıkmış ve adanın Türkiye ile olan ilgisini korumak istemiştir. Lozan Antlaşmasının 16., 20. Ve 21. Maddeleri Kıbrıs konusundadır. Türk Hükümeti 20. Madde ile İngiltere’nin 5 Kasım 1914’de ilan ettiği Kıbrıs’ı ilhak kararını tanıdığını kabul ederken, 21. Maddede ise Kıbrıs Adası’nda oturan Türk tebasının yerel kanunlarda belirlenen koşullar çerçevesinde olmak üzere İngiliz tabiyetine geçişleri düzenlenmiştir. Lozan Antlaşması’nın tartışmaya yol açan 16. Maddedesine göre:

Türkiye işbu Andlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği iş bu Andlaşmada tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği (kaderi), ilgililerce düzenlenmiştir, ya da düzenlenecektir.

İşbu maddenin hükümleri, Türkiye ile sınırdaş olan ülkeler arasında komşuluk durumları yüzünden kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümlere halel vermez(Sarıca 1975)

Oysa Lozan Antlaşmasının 16. Maddesi, yukarıda belirtilen son şeklini alıcaya kadar, görüşmelerde çetin tartışmalara yol açmıştır. Türkiye konferans sırasında bu maddenin ilk şekline itiraz etmiştir. Maddenin ilk şeklinde ise “Bu arazi ve adalar üzerinde ilhak istiklâl veya herhangi bir diğer idare şekli hakkında ittihaz edilen veya edilecek olan bütün kararları kabul ve tasdik eder” hükmü bulunmaktadır. Bu madde ile Türkiye’nin ulusal sınırları dışında yani Kıbrıs’ta da ilhak, “istiklâl” veya başka diğer idare şekilleri hakkında ileride alınacak kararları Türkiye’nin önceden tanıması isteniyordu. Bu durumda Türkiye, konuyla ilgili hiçbir söz hakkına sahip olamayacaktı. Bu nedenledir ki Türk delegesi haklı olarak 16. Maddenin bu kısmına itiraz etti ve madde metninden çıkartılmasını sağladı(Sarıca 1975: 6).

2.3 İngiliz Sömürge İdaresi Dönemi - İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş Dönemi - Türk Tezinde ve Londra-Zürih Antlaşmalarında Kıbrıs Adası

Kıbrıs Adası’nın İngiltere’ye katılmasının Lozan’da kabulünü takiben İngiltere 1925 yılında adanın statüsünü İngiliz taç kolonisine (Crown Colony) çevirmiş, böylece adada 1925 - 1959 arasında 34 yıl sürecek sömürge ve İngiliz valisi yönetimini başlatmıştır. Bununla birlikte bu dönem adadaki Rumların Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlama politikası anlamına gelen ENOSİS’in kuvvetlenerek kendisini gösterdiği bir dönem de olmuştur. Aslında adanın Yunanistan’a bağlanması fikri ve çabaları Osmanlı’nı parçalanma dönemi olan 19 YY. başlarında kendini göstermekte, Büyük Yunanistan (Megali İdea) politikasının savunucusu ve Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasında da etkin rol oynayan "Etniki Eteriya” örgütüne kadar uzanmaktadır(Manizade 1975). Ayrıca İngiliz yönetimi altında iken 1931 yılında memurlara vergi tarhı nedeniyle çıkan ayaklanma da Rumların Adanın Yunanistan’a ilhakı yönündeki eğilimlerini ortaya çıkarıcı bir hal almıştır. Bu isyan sonrasında İngiliz yönetiminin tüm adaya yönelik ağır bir baskı dönemi başlamıştır.

İkinci Dünya Savaşında Türkiye savaşa girmeme politikasını sürdürüken Almanya’nın işgaline uğrayan Yunanistan müttefik güçlerin yanında yer almıştır. Diğer taraftan savaşın Doğu Akdeniz ve Ortadoğuda devam eden bölümünde İngiliz kontrolü altındaki Kıbrıs Adası stratejik önemini korumaya devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra, İngiltere zayıflayıp, İmparatorluğunu tasfiyeye başlaması ve Doğu Akdenizde yerini Amerika’ya bırakması ile birlikte ENOSİS 1950’lerden başlayarak Yunanistan Hükümetince de benimsenmiştir(Esmer 1975).

Türk dış politikasının dönemsel analizinde Türkiye’nin Batı Bloku Ekseninde yer aldığı ve dolayısıyla dış politikada göreli özerkliğin olmadığı dönem olarak adlandırılan(8) ve aynı zamanda Soğuk Savaşın sert olduğu İkinci Dünya Savaşının bitimi ile 1960 arası yıllar, yukarıda değinildiği gibi Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’a bağlanması hareketinin de hızlandığı dönemdir. Uluslararası ilişkilerde iki kutupluluğun hüküm sürdüğü bu dönemde stratejik orta büyüklükte bir devlet olarak nitelenebilecek olan Yunanistan için ise göreli özerkliğin söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.

(8) Baskın ORAN (ed), “Türk Dış Politikası - Cilt I” , 2002 adlı eserde yer alan Türk Dış Politikasının dönemsel ayrımı esas alınmıştır.

Bu dönemde Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin politikası genelde İngiltere’nin iç işine müdahaleden çekinme biçiminde kendisini göstermekle birlikte tamamen pasif bir nitelik de taşımamaktadır. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes 24 Ağustos 1955 tarihli bir beyanatında basında İngiltere Hükümetine “Kıbrıs’taki ırkdaşlarımızın maruz bulundukları tehlikeden duymakta olduğumuz endişe” ile ilgili olarak Türkiye’nin vermiş olduğu nota’ nın gerekçesini açıklarken, adada statükonun korunmasının esas olmakla birlikte statükoda bugün ya da yarın memleket aleyhine olabilecek bir değişikliğe kesinlikle tahammül edilmeyeceğini de ifade etmektedir(Kökdemir 1957: 148 -154).

Ayrıca Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ele alındığı Londra Konferansı’nda dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun savunduğu 1 Eylül 1955 tarihinde basına açıklanan Türk Tezinde; Lozan Antlaşmasının yukarıda değinilen ve Türk tarafının değişmesini sağladığı 16. Maddesine atıfta bulunularak, bu duruma rağmen Kıbrıs’ın geleceğinin yeniden belirlenmesine girişilmesi halinde bunun Lozan Antlaşmasının revizyonu anlamına geleceğini, bu durumda değişikliğin sadece Kıbrıs ile sınırlı kalamayacağını ve Türkiye’ye de bazı taleplerde bulunma olanağı sağlayacak büyük sorunları ortaya çıkaracağını, bu durumda adanın geleceğinin ancak Lozan Antlaşmasının imzalanmasında Kıbrıs ile ilgili taraflar olan Türkiye ve İngiltere arasında karara bağlanabileceğini, bu durumda da Türkiye’nin kendisini birinci derecede ilgili sayacağını ve Kıbrıs adasına ilişkin feragatten önceki duruma dönülmesini talep edeceğini ileri sürmüş, statükonun başka türlü değiştirilmeye çalışılmasının Türkiye’nin dostluğunun sağlanarak mümkün olmayacağını, bu durumun statükoyu değiştirmek isteyenlerce hesaba katılmasının gerektiği, aksi halde Türk halkının vatanın savunması bakımından hayati öneme sahip olan adanın geleceğini başka şekilde mütalaâ edemeyeceğini ilan etmiştir(Kökdemir 1957: 155 - 166).

Bununla birlikte adada statükonun bozulması halinde eskiye dönülerek Kıbrıs’ın tamamının Türkiyeye verilmesine yönelik Türk tezinin zaman içinde TAKSİME razı olunmasına dönüştüğü görülmektedir. Nitekim Başbakan Menderes’in 28 Aralık 1956 tarihinde (Fatin Rüştü Zorlu tarafından Türk Tezinin ilanından yaklaşık 1yıl 4 ay sonra) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplantısında muhalefetin sorusuna karşılık Kıbrıs’a ilişkin açıklamasında;”Hükümetin etraflı şekilde tetkik edilip vardığı netice şudur ki, adanın taksimi oradaki soydaşlarımızın Türk bayrağı altında yaşamalarını temin ederek ve Kıbrıs Türkiye için herhangi bir tehdit sahası olmaktan tamamiyle çıkacaktır. Büyük fedakârlık olarak bunu kabul ediyoruz dedim. Neden fedakârlık kabul ediyoruz: Bir çok sebeplerle, daha ileri bir iddia olarak adanın bize verilmesi talebi hatıra gelebilir. Fakat dünyanın bu karışık zamanında Türk devletinin meseleleri Kıbrıs adasından ibaret değildir. Türkiye bütün maddi manevi potansiyeli ile bu Kıbrıs davasına kendisini bağlayacak bir devlet değildir. Bunu bırakalım. Böyle bir hareket, milletlerin toptan hayatı tehlikede olduğu zamanlarda hem kendi başımıza daha ileri kaygılar, hem de dünyanın başına daha ileri müşküller çıkarmaktan başka bir şey ifade etmeyecektir. Gayri müsmir bir yolda yürümek Türk devletinin şiarı olmamak lazımgelir. Hükümetin düşüncesi budur. Tekrar ediyorum; biz adanın taksimine taraftarız, fakat hiç kimse adayı taksim etmekten başka bir hal suretine Türkiye’yi icbar edemez.”(Kökdemir 1957: 170-171).

Buna karşılık görülen odur ki Türk Tezi bulunduğu bu son noktadan da geri adım atmak zorunda kalmış, 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarıyla İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünde Bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşu karara bağlanmıştır. Bu kapsamdaki Garanti Antlaşmasının 3. Maddesi ile Türkiye Antlaşma hükümlerinin ihlâli durumunda diğer garanti veren ülkeler gibi müştereken veya istişare ederek hareket etmek mümkün olmadığı taktirde antlaşmada tesis edilen durumu kendi başına yeniden tesis etmek gayesi ile hareket etme hakkını almıştır. Söz konusu antlaşmanın 4 Mart 1959 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanması sırasında muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin görüşünü açıklarken Genel Başkan İsmet İnönü şu açıklamayı yapmıştır:

"Bu teşebbüs nihai safhasında emrivaki olarak kabul ve imza edilmiş bir şekilde Meclis huzuruna gelmektedir. Bizim bir taraftan müstakil Kıbrıs Cumhuriyeti anlaşmasını yapıp, onun altında Kıbrıs’ın taksimini fiilen düşünmüş olmamıza imkâ yoktur. Burada TAKSİM tezini bertaraf eden ikinci bir kayıt vardır. Kıbrıs anayasası ihlâl olunursa ve diğer müttefikler alâkadar olmayarak yalnız Türkiye kuvvetini kullanırsa bu halde dahi Türkiye’nin hakkı eski nizamı, yani bağımsızlığını yeniden tesise çalışmaktan ibarettir. İhlâli ve bunu tamir için müdahale fedakârlığını öne sürerek “TAKSİM TEZİ KENDİLİĞİNDEN AVDET ETMİŞTİR” iddiasına gitmemeyi Türkiye başından taahhüt etmektedir. Bu taahhüdü hilafına hareket etmesine hukuken olduğu kadar maddeten de imkân yoktur. Taksim tezi hukuken olduğu kadar fiilen de bertaraf edilmiştir.

Maddenin Enosis ihtimalinde ne dereceye kadar tesirli bir surette tatbik olunacağı yakından tetkik olunmaya değer. Akitler istişare edecekler, müşterek veya beraberce rarlaştırılmış bir hareket mümkün olmazsa her biri eski nizamı yeniden tesis için haklarını mahfuz tutacaklar. Şimdi bir Enosis hareketine karşı Yunanistan’ın bizimle beraber olması az muhtemeldir. İngiltere müdahale için kat’î bir taahhüde bağlanmamıştır. İngiltere anayasanın ihlâl edildiğini ve müdahale lüzumunu teslim etse bile, bu maksatla yapılacak askeri bir harekâta iştirâk edip etmemek kendi takdirine kalmıştır. İngiltere bu şekilde hareket ederse müdahale dörtlü anlaşmadaki gibi beraberce kararlaştırılmış olur. Ama müşterek olmaz. Bu halde davasının ihlâline karşı Türkiye’nin yalnız başına harekete geçmesi mevzuubahis olacaktır.

Ayrıca unutmamalı ki, böyle bir zamanda anlaşmayı ihlâl eden Kıbrıs Cumhuriyeti Birleşmiş Milletlerin âzası bulunacaktır. İhtilâf bütün dünya teşkilatının ve hususiyle Güvenlik Konseyi’nin müşterek meselesidir. Bu vaziyette Türkiye, eğer sür’atle hakkını kullanarak müdahale imkânına malik olursa yapacağı haklı bir emrivâki ile davasını kazanabilir. Halbuki şartların tarafımızdan sür’atli bir askeri harekât yapmaya müsait olduğu ve olacağı her zaman iddia edilemez. Bu sebeple anayasa dışı teşebbüs edilecek Enosis hareketini işbu anlaşma hukuken bertaraf etmiş görünürse de fiilen bertaraf etmemektedir. Halbuki taksim tesi hukuken olduğu gibi fiilen de bertaraf edilmiştir.

Zaten bizim kanaatimizce iki cemaatin beraber yaşamasını temin edecek anayasa hükümleri o kadar muğlaktır ki, bunların hüsnüniyetle işletilmesi ancak ve ancak her iki cemaatin beraber yaşamaktan başka bir çareleri kalmamış olduğuna kat’î olarak inanmaları ile mümkündür. Cemaatlerden birine kanun dışı olsa da fiili bir hal imkânı göründüğü müddetçe anayasa maddelerinden her biri işlemekte büyük güçlüğe uğrayacaktır.

Neticeye bağlıyorum. Yunanistan’a iltihak kapısını fiilen açık bırakmakta olan anlaşmanın eksiği tamamlanmadıkça bunu kabul etmekte mazur olduğumuzu beyan ederiz”(Gazioğlu 1960: 195-196).

Nitekim İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan gelişmelerle 1959’da Zürih ve Londra Antlaşmalarının imzalanması ve 1960’ta Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin Anayasası’nın yürürlüğe girmesi ile sağlandığı görünen çözümün aslında çözümsüzlüğü de içinde barındırdığının açığa çıkması için çok beklenmesi gerekmeyecektir. Kıbrıs’ın geldiği bu son durum aslında Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Adası için değil İngiltere için bir çözümdür. Sözü edilen 1959 Antlaşmalarıyla İngiltere sorunsuz olarak adadaki varlığını ve üs hakkını korumuştur. Söz konusu antlaşmaların bir parçasını oluşturan İngiltere Hükümetinin 17 Şubat 1959 Tarihli Bildirisinde adada iki bölgede egemenliğini koruyacağını ilan etmiştir. Askeri tesislerin bulunduğu bu bölgelerden başka İngiltere ayrıca yolları ve limanları kullanabilecek, kamu hizmetlerinden ve Lefkoşa havaalanından yararlanabilecek, askeri bölgeler dışında da askeri eğitim yapabilecek, Magosa’da özel tesislere sahip olacak ve kendi askeri üzerinde yargı yetkisini tek başına kullanacaktı(Fırat 2002: 612). Bununla birlikte üslerin kaplayacağı alan konusunda İngiltere’nin tavizsiz tutumu nedeniyle anlaşma sağlanması zaman almış ve bu konu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanını geciktirmiştir(Gazioğlu 1960: 205-207).

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmalarında, söz konusu devletin bağımsız egemen ve üniter olacağı belirtilmekle birlikte anayasasını dahi değiştirme hakkı bulunmayan ve böyle bir durumda dışarıdan müdahaleye uğrayacak olan, ülke topraklarının bir bölümünde İngiliz egemenliğini daha başlangıçtan itibaren tanıyan, toprağa dayalı olmasa da işlevsel bir federasyon benzeri yapıya sahip olan Kıbrıs Cumhuriyeti ne bağımsız, ne egemen, ne de üniterdi(Fırat 2002:613).

Bu durumda bağımsız olmasına karar verilen Kıbrıs Cumhuriyeti, jeopolitik konumu itibariyle İngiltere’nin adada varlık nedenini oluşturduğu ve sağladığı üs imtiyazı düşünüldüğünde gerçekte dış müdahaleye açık ve İngiltere’ye bağlı durumdadır.

2.4 1960 Anayasası ile Kurulan Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin Tıkanması ile Türkiye’nin Müdahalesine Giden Süreç ve Jeopolitik Nedenleri ve Sonuçları

İsmet İnönü’nün yukarıda belirtilen öngörüsü gerçekleşmiş ve 1963 tarihinden itibaren adada sükunet bozulmuştur. Kıbrıs Türk toplumu üzerine 1963-64 ve 1967 yıllarında anayasaya tamamen aykırı olarak yapılan Rum saldırıları yaklaşık 20-30, 000 Türk’ü köylerinden sürdü ve Lefkoşe, Baf, Larnaka, Magosa ve Lefkoşe’nin kuzeyindeki birkaç köye sığınmaya zorladı. Böylece, Türk toplumu, adanın kuzey bölgesinde önemli bir toprak üzerinde denetim kurabileceği birkaç bölgede yoğunlaşmaya mecbur kılındı(Karpat 2001: 201). Türkiye’nin 1963-64 olaylarına müdahale olanağı yine İsmet İnönü’nü yukarıda belirtilen öngörüsü ile tartışmalı bir halde iken 5 Haziran 1964 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Johnson’un müdahaleye izin verilmeyeceğine dair mektubu Türk dış politikasında derin iz bırakmıştır.

Diğer taraftan adada 1967 Yunanistan askeri darbesi sonrasında ve adanın kuzeyinden Türkiye kaynaklı yardımların ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun Rum mallarına yönelik gümrük indirimleri sayesinde gerçekleşen ekonomik gelişmeye bağlı olarak Rum lider Makarios ile Yunan cuntası arasında yaşanan siyasi farklılaşma baş göstermeye başlamıştır(Karpat 2001). Bu gelişmelerle gelinen 1972 yılında yeniden başlayan Rum kaynaklı terör olayları sonrasında 15 Temmuz 1974’te Yunanistan’dan subayların komutası altında güçlü bir Kıbrıs Rum Ulusal Muhafız Ordusu birliği, Cumhurbaşkanı Makarios’un Lefkoşe’deki sarayına saldırdı ve EOKA-B’nin lideri Nikos Sampson Enosis’i ilan etmek amacıyla Kıbrıs Cumhurbaşkanı yapıldı. Bu olaydan sonra 20 Temmuz’da Türkiye, 1960 Garantörlük Antlaşmasına dayanarak adaya asker çıkardı ve Kuzey Kıbrıs’ın bir bölümünü ele geçirdi(Karpat 2001).

Kıbrıs’a yönelik yaptığı jeopolitik analizde Karpat (2001: 198-199) şu saptamaları yapmaktadır: Kıbrıs’ın ilhakı, Yunanistan’a, Türkiye’nin güneydoğusunun önemli ihracat çıkış kapıları olan Mersin ve İskenderun limanları da dahil olmak üzere Türkiye’nin güney sahillerini denetim altına alma olanağı sağlayabilirdi. Ayrıca bu adanın güvenli bir biçimde ilhakı tamamlandığında özellikle Kıbrıs’taki iki İngiliz üssünün tamamen elde edilmesinin ardından Yunanistan’a bir bütün olarak Ortadoğu siyasetinde de önemli bir rol oynama olanağı sağlayabilirdi. Diğer taraftan Büyük Britanya, Ortadoğu siyasetinde ve yalnızca ikiyüz mil güneydeki Süveyş Kanalı’nın kaderinde bir ölçüde rol oynayabilmek amacıyla bir zamanlar bölgedeki sınırsız hakimiyetinin son kaleleri olan iki Kıbrıs üssünü elinde tutmak istemektedir. İngiltere Kıbrıs'ı olduğu gibi, kendine bağımlı bir biçimde tutmak arzusundadır, çünkü bu durum üslerin güvenliğini garanti altına almaktadır. Türkiye, ne pahasına olursa olsun Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını önlemek niyetindedir, çünkü böyle bir ilhak Türkiye’nin denizden çevrilmesini tamamlayacak ve Yunanistan’ın yeni toprak iddialarına yol açabilecektir....Böylece nihai çözümlemede, Kıbrıs’ta hem Yunanistan’ın hem de Türkiye’nin yaşamsal öneme sahip çıkarları bulunmaktadır ve her iki ülke de ada üzerindeki etkilerinden vaz geçmek niyetinde değillerdir. Var olan durumun korunması, yani ilhak tehlikesinden tamamen uzak bağımsız bir Kıbrıs’ın varlığı bütünüyle Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmektedir, çünkü bu durum Türkiye’nin güney kıyısını olası bir abluka ve saldırıdan uzak tutarken, aynı statüko Yunanistan’ın etki ve gücünü Doğu Akdeniz’e doğru genişletmesini engellemektedir. Benzer bir analizi Gevgilili (1975) Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik müdahalesinin canlı olduğu 3 Eylül 1974 tarihinde, Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde şu şekilde yapmaktadır: “Türkiye, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yeterince eğilmediği Akdeniz sorununun ağırlığını, 70’lerin dünya bunalımı altında ta yüreğinde duydu. Kıvranan dünya sistemi adeta Akdeniz üstünde düğümlenmişti; çok şeyin anahtarları oradan geçtiği için... Oysa, Türkiye’ye daha 1920’lerde Kurtuluş Savaşı’nın son komutu olarak önerilen şey “İlk Hedef Akdeniz” tezinden başka bir şey değildi. Yeni bir dünya dengesinde Türk toplumuna güç katacak hemen her şey, Akdeniz’de fazlasıyla vardır. Kıbrıs’ın Yunanistan aracılığıyla Batı sistemine tümüyle

ilhakı için “74 yazında yapılan girişimlerin ardındaki tüm araç(9) da zaten buydu. Geçmiş ile bugünün tarihsel bağını kuran Türkiye, çözümü o zaman açıklıkla gördü. Kıbrıs’ın ancak bağımsız ve bağlantısız (tarafsız) kalmasıydı ki, dünyadaki yeni bunalımın Doğu Akdeniz yöresine yayılmasına bir oranda set çekebilirdi. Bunun yolu ise, Kıbrıs’ın bir bloka açıktan ve tek yanlı olarak bağlanmamasıydı. Ankara’nın Sovyetler Birliği’ne, Kıbrıs’ın hiçbir biçimde NATO içinde ele alınmasını istemediğini ısrarla belirtmesi salt bir diplomasi zorunluğu olarak görülmemelidir.

(9) Bu kelime orijinal yazıda “araç” olarak geçmekle birlikte, bir yazım hatası olduğu ve doğrusunun “amaç” olması gerektiği düşünülmektedir.

Görüldüğü gibi iki kutuplu dünya sistaminin hakim olduğu dönemde Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik harekâtının gerisinde; tarihsel bir perspektifle yapılacak değerlendirmede, Kıbrıs Adasında kontrolün tek taraflı olarak Yunanistan ve Batı Bloğu lehinde kaybının yol açabileceği Doğu Akdeniz’den Anadolu anakarasına gelebilecek güvenliğe yönelik tehdidin bertaraf edilmesi stratejisinin rol oynadığı görülmektedir.

Böylece Türkiye’nin Adaya müdahalesi sonucunda adanın bölünmesi gerçekleşmiş ve bunu takiben 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşu ilan edilmiştir. Kuruluş bildirisinde bağımsız Kıbrıs’ın amaçlandığı şu ifadelerle açıklanmaktadır; “Kıbrıs’ın bağımsızlığına karşı olan ve bölünmesi veya herhengi bir devletle birleşmesi yolundaki her girişime kesinlikle karşı koymak inanç ve kararını teyit ederek; ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağlantısızlık statüsünün gerektiğine inanarak ve adanın yabancı çıkarlara hizmet etmesine izin vermemek kararını beyan ederek; ve Kendi bölgelerinde gelecekteki bağımsız Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açacak düzenin hukuki esasını yaratmak gereğini göz önünde bulundurarak; ve Nihai amacın iki bölgeli bir federasyon çerçevesinde Kıbrıs Rum Toplumuyla birleşmek olduğunu teyit ederek; Temel maddeleri milletlerarası hukuka uygun olarak milletlerarası anlaşmalarla saptanmış olan cumhuriyetin 1960 Anayasasının aynı usulle Kıbrıs Federal Cumhuriyetinin anayasası olarak değiştirilmesine ve Federal Cumhuriyetin kurulmasına kadar muhtar Kıbrıs Türk Yönetiminin yeniden düzenlenmesi ve teşkilatlanmasının gerekli olduğunu kararlaştırmıştır. Bu amaçla muhtar Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanının başkanlığı ile bir Kurucu Meclis kurulmasına karar verilmiştir(10). Bu yaklaşım Türkiye’nin yukarıda değinilen Kıbrıs Adasının bağlantısız ve bağımsız kalması yönündeki çıkarı ile paralellik taşımaktadır.

(10) Kaynak: www.kibris.gen.tr/turkce/federe/kurulusu.html, 11.02.2004.

Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanı ile Güney Kıbrıs’taki Türkler ile Kuzey Kıbrıs’taki Rumların gönüllü olarak yer değişimi konusunda anlaşma sağlanmış ve Eylül 1975’te gerçekleşen mübadele ile adanın fiilen iki toplumun temsil edildiği iki bölüme ayrılması gerçekleşmiştir.

Daha sonraki dönemde Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın konuyu uluslararası platforma taşıma çabaları başarılı olmuş ve Birleşmiş Milletler Kıbrıs Türk Federe Devletini ortadan kaldırmayı öngören 13 Mayıs 1983 tarihli kararı çıkarmıştır(Yalçın 2003). Bu gelişmelerin sonrasında toplumlararası görüşmelerde iki toplumlu federal bir yapının kabul görmesine karşın iki kesimli yapının Rumlarca reddedilmesi üzerine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı sürecine girilmiş ve 15 Kasım 1983 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi’nde bu durum oybirliği ile kabul edilmiştir.

Bu gelişme sonrasında Kıbrıs’ta; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriye’tinde devlet yapısının temelinin oluşturulması ve kurumsallaşma yönünde adımlar atılırken, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise özellikle 1990’lardan itibaren Avrupa Birliği’nin de kabulü ile Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak Birliğe üyelik yolunda ilerlemiş ve Yunanistan’ın da yoğun çabasıyla bunu elde etmiştir.

Ancak diğer taraftan bu dönemde Kıbrıs’ın askeri açıdan stratejik konumunu ön plana çıkaran ve bir Türk -Yunan krizine dönüşen S-300 füzeleri olayı patlak vermiştir. Krizi başlatan gelişme Kıbrıs Rum Yönetimi ile Yunanistan arasında 1997’de imzalanan bir anlaşma ile Rus yapımı karadan havaya 140 km menzile sahip S-300 füzelerinin Güney Kıbrıs’ta Baf askeri üssüne yerleştirilmesine karar verilmesidir(Fırat 2002). Bu gelişme üzerine Türkiye, füzelerin adaya konuşlandırılmasını her ne koşulda olursa olsun engel olacağını ilan ederken, Yunanistan ise Türkiye’nin böyle bir girişimini savaş sebebi sayacağını bildirmiştir(Büyükçolak 2002). Ankara ile Atina’yı bir kez daha karşı karşıya getiren bu durumun, Kıbrıs Rum Yönetiminin bir oldubittisi ve Avrupa Birliği üyesi Yunanistan açısından ise bir hata olduğu görüşleri bulunmaktadır(Fırat 2002). Bununla birlikte olayın ortaya çıkması sonrasında yaşanan gerginlik, Yunanistan’ın Kıbrıs Rum kesiminine yönelik iç politikasındaki hassasiyetin ve bu amaçla nelerin göze alınabileceğinin bir göstergesidir.

2.5 Kıbrıs - Avrupa Birliği İlişkileri

Bir taraftan adanın kuzey kesiminde bu gelişmeler yaşanırken güneyde ise 1972 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşmasıyla başlayan Avrupa Birliği ile ilişkiler sonucunda 1987’de Gümrük Birliği Protokolünü, 1990’da tam üyelik başvurusu, 1993’te Avrupa Birliği Komisyonu’nun başvuruya olumlu görüş vermesi ve 1998’de de üyelik görüşmelerinin başlaması izlemiş ve bu süreç Aralık 2002 Kophenhag Zirvesin’de Kıbrıs’ın üyeliğinin kabulü ve Nisan 2003’te de Katılım Anlaşmasınnın imzalanması ile sonuçlanmış ve Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne resmen üye olacağı tarih olan 1 Mayıs 2004 öncesine gelinmiştir. Bu süreç boyunca adayı bir bütün olarak üyeliğe alma doğrultusunda irade göstermekle birlikte Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs’ı dolayısıyla Kıbrıs Rum Yönetimini tüm adanın temsilcisi olarak muhatap almıştır. Oysa bu durum 1960 Antlaşması’nın ihlâlidir (Arsava 2003).

1.6. Kıbrıs Adasının Avrupa Birliği - ABD Açısından Önemi ve Yeniden “Çözüm” Çabaları

Daha önce de belirtildiği gibi Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da etkin olmak isteyen global bir gücün Kıbrıs Adası’nı kontrol etme isteği her dönemde beklenmesi gereken bir durumdur. Avrupa Birliği’nin de siyasi ve askeri bir güç olarak ortaya çıkma çabaları doğrultusunda bu gereksinimi duyması kaçınılmazdır. Bununla birlikte 1991’de Sovyetler Birliği’nin beklenenden de hızlı dağılması sonrasında oluşan günümüz tek kutuplu dünya düzeninde Amerika Birleşik Devletlerinin askeri güce dayanan hakimiyeti bir gerçektir. Bu durumda günümüzün hegemon gücü durumundaki ABD’nin Kıbrıs Adası üzerinde kontrol sağlama isteğinin ağır basması kaçınılmazdır. Nitekim İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya liderliğini ABD’ne devreden İngiltere’nin adada her koşulda ve dönemde koruduğu ve ileride de korumaya devam edeceği anlaşılan askeri üslere ilişkin haklarından stratejik ortağı olan ABD de rahatlıkla yararlanmaktadır. Nitekim ABD’nin Kıbrıs (Güney Kıbrıs) büyükelçisi Michael Klasson, 8 Ocak 2004 tarihinde “Western Policy Center” adlı merkezde gerçekleştirilen forumda Kıbrıs ile ilgili olarak şunları söylemiştir:”Kıbrıs ile olan ilişkilerimizin AB’ne katılımı -ki bu katılım sadece Avrupa’ya değil aynı zamanda trans-atlantik ortaklığına olmaktadır- nedeniyle önem kazanacağını düşünüyorum. Bu ayrıca, Kıbrıs’ın - umulurki bir bütün olarak - geçmişte olduğundan çok daha geniş bir arenaya adım atması, böylece adada yaşayanlar açısından Avrupa Birliği üyeliği ile yeni sorumluluklarla birlikte yeni fırsatların doğuşu anlamına gelmektedir(11). Bu kapsamda değerlendirilebilecek bir diğer gelişme ise Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin Kıbrıs Adası’nın bulunduğu bölgeye yönelik olarak “Büyük Ortadoğu Planı” nı açıklamasıdır(12). Bu gelişme de ABD’nin bölgedeki etkinliğini ve insiyatifini giderek artırma niyetinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ve benzeri görüşlerden de anlaşılmaktadır ki, Amerika Birleşik Devletleri KıbrısAdası’nın Avrupa Birliği’ne bir bütün olarak katılımı ile adada sağlanacak istikrarı kendi uluslararası politikalarında adaya biçilen görevler açısından yarar görmektedir.

(11) www.westernpolicy.org/PolicyForums/, 19.02.2004.

(12) www.washingtonpost.com, 10.02.2004

Diğer taraftan 1999 Helsinki Zirvesi’nde alınan kararların Türkiye’nin Kıbrıs politikasını temelden etkilediği anlaşılmaktadır. Söz konusu kararların Kıbrıs ile ilgili 9. Maddesi şu şekildedir: “AB Konseyi, politik bir çözümün Kıbrıs’ın (AB’nin Kıbrıs’tan anladığı sadece Rum kesimidir) AB’ye katılımını kolaylaştıracağının altını cizer. Üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılamamış olursa, Konseyin üyelik konusundaki kararını yukarıda belirtilen husus çerçevesinde bir ön şart olmaksızın verecektir”(Aydoğan 2003). Bu durumun hukuka aykırılığını savunan Arsava (2003), AB’nin Kıbrıs konusunda 1960 Anlaşmaları ile elde edilen haklarından taviz vermesine yönelik Türkiye’ye olan baskısını bu nedene dayandırmaktadır.

Nitekim bu durum Kıbrıs’ta doğrudan görüşmelerin sonuçsuz kalmasına neden olmuş ve Annan Planı (olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler Planı) 1999 Helsinki Kararları karşısında ortaya çıkmıştır. Plan Kıbrıs Türkleri açısından ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Tezinden ayrılmakta, bu devletin kazanımlarını yok eden, Kıbrıs Türkünün adada varlığını ve hatta birliğini aşamalı olarak ortadan kaldırmaya yönelik düzenlemeler içermektedir. 1960 Anlaşmaları ile oluşturulan sistem sadece iki toplumarasında değil, Türkiye ve Yunanistan arasında da Doğu Akdeniz’deki barış için dengeye yönelikti. Burada garantör devletler garanti edecekleri anayasal ve uluslararası hukuk düzenini iradeleriyle belirlemişlerdi. Bu süreçte ise garantör devletlerden oluşumuna katkı yapmadıkları, henüz tam olarak somutlaşmayan Annan Planı’nın metnini Kıbrıs’ta gerçekleşecek referandum sonuçlarına bağlı olarak kabul etme taahhüdünde bulunmaları talep edilmiştir. Bu taahhüdün doğal sonucu Türkiye'nin 1960 Garanti Anlaşmasından doğan haklarından feragat etmesidir ki AB’nin iradesi de bunu sağlamaya yöneliktir. AB 1960 Garanti Anlaşmasını ihlal ederek Kıbrıs'ı (Kıbrıs Rum Kesimini Adanın tümünün temsilcisi olarak kabul ederek) tam üye olarak kabul etmiştir. Hukukun üstünlüğünü ilke olarak benimsediğini AB Anlaşması’nda ilan eden Avrupa Birliği’nin hukuk topluluğu karakteri ancak Türkiye’nin Garanti Anlaşması’ndan doğan haklarından feragat etmesiyle telafi edilebilir. Avrupa Birliği bunun farkında ve telâşındadır(Arsava 2003).

2. Değerlendirme ve Sonuç

Çalışmanın başlangıcında ileri sürülen saptamaların temelindeki tarihsel analiz Tablo-1’de özetlenmeye çalışılmıştır. Tablonun oluşturulmasından amaçlanan ise bu çalışmanın genelinde yapılmaya çalışıldığı gibi Anadolu Yarımadası ile Kıbrıs Adası arasındaki jeopolitik bağlantının varlığının tarihsel bir perspektifle ortaya konulmasıdır. Tablo incelendiğinde görülmektedir ki:

- Kıbrıs Adası ele alınan 520 yıllık dönemde 1960 yılındaki bağımsızlık denemesi dışında dışarıdan güçlerin (bölgesel ya da global) kontrolünde olmuştur.

- Anadolu’da hakim olan güç ile Kıbrıs Adası arasındaki siyasi ve hukuki bağ süreklilik göstermektedir.

- Anadolu’nda hakim olan gücün, Kıbrıs Adası üzerindeki etkisinin azalması (artması) ile Adadan tehdit algılamasının bulunduğu (bulunmadığı) dönemler paralellik göstermektedir.

- Kıbrıs Adası üzerinde Anadolu’nun etkisinin zayıf olduğu durumda, ancak iki kutupluluğa dayalı uluslararası sistemin varlığında Adada oluşan dengeye bağlı olarak Anadolu’da hakim güç olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Adasından tehdit algılamaması mümkün olabilmiştir.

TABLO - 1: ANADOLU YARIMADASI İLE KIBRIS ADASI'NIN SİYASİ İLİŞKİSİNİN TARİHSEL ANALİZİ


DÖNEM SÜRESİ ULUSLARARASI

SİSTEM
GLOBAL GÜÇ
DOĞU AKDENİZ'DE HAKİM GÜÇ
ANADOLU'DA HAKİM DEVLET İLE KIBRIS ARASINDA SİYASİ BAĞLANTI
ANADOLU'DA HAKİM DEVLETİN KIBRIS ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
ANADOLU' DA HAKİM GÜCÜN KIBRIS ADASIN-DAN TEHDİT ALGILAMASI

Venedik Hakimiyeti
1484 - 1571 (87 Yıl)
Mutlakiyetçi Krallıklar
Yok
Osmanlı İmparatorluğu
Osmanlıya Vergi ile Bağlı
Yüksek (-) (+)

Osmanlı Hakimiyeti
1571 - 1878 (207 Yıl)
Mutlakiyetçi Krallıklar
Yok
Osmanlı İmparatorluğu
Osmanlı Eyaleti
Yüksek
(-)

İngiliz Hakimiyeti
1878 - 1960 (82 Yıl)

- Geçici İdare
1878 - 1914 (36 Yıl)
Tek Kutuplu Yapı
İngiltere
İngiltere
Kontrolü Kaybedilmiş Eyalet
Zayıf
(-) (+)

- İlhak
1914 - 1923 ( 9 Yıl)
Tek Kutuplu Yapı
İngiltere
İngiltere
Kontrolü Kaybedilmiş Eyalet
Zayıf
(+)

- İngiliz Sömürgesi
1923 - 1960 (37 Yıl)
Tek Kutuplu Yapı
İngiltere
İngiltere
Statüko Değiştiğinde Talep Hakkı
Zayıf
(+)

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti
1960 - 1974 (14 Yıl)
İki Kutuplu Yapı
ABD ve SSCB
İki Kutupluluğa Dayalı Denge
Garantörlük
Zayıf
(-) (+)

Türkiyenin Müdahalesi Sonrası
1974 - 1999 (25 Yıl)

- SSCB Dağılmasından Önce
1974 - 1991 (17 Yıl)
İki Kutuplu Yapı
ABD ve SSCB
İki Kutup.Day. Denge + Türkiye
Garantörlük
Yüksek
(-)

- SSCB Dağılmasından Sonra
1991 - 1999 (8 Yıl)
Tek Kutuplu Yapı
ABD
ABD
Garantörlük
Yüksek
(-) (+)

AB Helsinki Kararları Dönemi
1999 - 2004
Tek Kutuplu Yapı
ABD
ABD + AB ve Yunanistan
Garantörlük
Zayıf

Halen Türkiye Cumhuriyeti ile Kıbrıs Adası arasındaki ilişkinin koşullarının 1999 Avrupa Birliği Helsinki Zirvesi kararlarıyla şekillendiği bir geçiş dönemi yaşanmaktadır. Bu çerçevede ortaya çıkmış olan Birleşmiş Milletler Planının (Annan Planı) günümüzde bilinen haliyle uygulanmasının taraflarca (Türkiye, Yunanistan, İngiltere, KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Devleti) kabul edilmesi halinde bir kez daha Türkiye’nin Adadaki etkinliğinin ve bağının zayıfladığı yeni bir dönem başlayacaktır. Bu dönem bir anlamda Türkiye’nin geleceğinin bu günden Avrupa Birliği’nden ayrı olarak şekillenmesinin hemen hemen tamamen dışlanmasını da getiren ve geri dönüşü olmayan bir dönem olacaktır. Bu dönemde yukarıda sözü edilen tehdit algılaması olasılığının ortadan kaldırlmasının koşulu: Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin kesinleşmiş olduğu gözönüne alındığında, ancak Türkiye’nin, garantörlüğünün fiilen geçerli olduğu alana hakim olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bugünkü demografik, coğrafik ve güvenliğinin sağlandığı yapısının temelinin korunduğu haliyle ve bu yapının garanti edileceği bir hukuk oluşturulması ile bir takvim çerçevesinde eş zamanlı olarak ve bugünün koşullarıyla Avrupa Birliği’ne tam üye olabilmesidir.

Bugün Türkiye’nin angaje olduğu anlaşılan Annan Planı’nda bu doğrultuda düzenlemelerin bulunmaması ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin yukarıda belirtilen çerçeveden farklı oluşması halinde, derecesi koşullara göre değişmekle birlikte yukarıda sözü edilen tehdit algılaması var olacaktır. Böyle bir durumda, gelecekte oluşması muhtemel bir güçlü Avrupa Birliği Ortak Dış ve Güvenlik Politikası çerçevesinde Kıbrıs’taki askeri üslerin kontrolü yönünde Avrupa Birliği ile İngiltere ve ABD’nin çıkarlarının çatışması dikkate alınması gereken bir olasılık olarak durmaktadır. Uluslararası yapıda çok kutupluluğa gidişi ifade edebilecek böyle bir durumda uluslararası denge koşulları altında Türkiye açısından Kıbrıs Adasından algılanacak tehdidin azalacağı düşünülebilir. Bununla birlikte diğer bir olasılık olan AB’nin güçlü siyasi ve askeri kurumlarının oluşamaması ve böylece Birliğin Siyasi ve Güvenlik (askeri) ayağının gelişememesi durumu ise Yunanistan’a bölgede bireysel insiyatif ile hareket alanı kazandırabilecektir. Bu durumda AB üyesi ve Türk unsurunun zayıfladığı bir Kıbrıs, Türkiye için daha büyük bir tehdit oluşturabilecektir.

KAYNAKÇA

ARSAVA, Füsun

2003 “Avrupa Birliği ve Kıbrıs Sorunu”, ATAUM Bülten, Kış-Bahar 2003, Yıl:3, Sayı:1-2, Ankara.

AYDOĞAN, Metin

2003 Avrupa Birliği’nin Neresindeyiz, Kum Saati Yayınları, İstanbul.

BÜYÜKÇOLAK, K. Mehmet

2002 “Yunanistan’ın Stratejik Analizi: Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Yunanistan’ın Savunma Politikaları, Güvenlik Stratejileri, Askeri Doktrini ve Silahlı Kuvvetleri”, Türkiye’nin Komşuları, Mustafa Türkeş ve İ. Uzgel (Der.), İmge Kitapevi, Ankara.

ESMER, A. Şükrü

1975 “Kıbrıs, Dün, Bugün, Yarın”, Derviş Manizade (Der.), Kıbrıs:Dün, Bugün, Yarın, Kıbrıs Türk Kültür Deneği İstanbul Bölgesi Yayınları, No:8, İstanbul.

FAROQHI, Suraiya

2000 Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

FIRAT, Melek

2002 “Soğuk Savaş Sonrası Yunanistan Dış Politikasının Yeniden Biçimleniş Süreci”, Türkiye’nin Komşuları, Mustafa Türkeş ve İ. Uzgel (Der.), İmge Kitapevi, Ankara.

FIRAT, Melek
2003 “Yunanistan’la İlişkiler(1945-1960: Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1)”, Türk Dış Politikası, B. Oran (Ed.), İletişim Yayınları, İstanbul.

GAZİOĞLU, Ahmet
1960 İngiliz İdaresinde Kıbrıs - Statü ve Anayasa Meseleleri, Cilt I, İstanbul.

GEVGİLİLİ, Ali
1975 “Kıbrıs’taki Yeni Trajedi ve Türk Deniz Hakları”, (17 Temmuz 1974 Tarihli Milliyet Gazetesi), Milliyet 1974 Yıllığı, Milliyet Yayınları.

KARPAT, H. Kemal

2001 Ortadoğu’da Osmanlı Mirası ve Ulusculuk, İmge Kitapevi, Ankara.

KÖKDEMİR, Naci

1957 Dünkü - Bugünkü Kıbrıs, Ankara.

KULOĞLU, Armağan

2003 Uluslararası İlşkilerde Jeopolitik ve Strateji, ATAUM Uluslararası İlişkiler Uzmanlık Programı Ders Notu, Ankara.

KUTAY, Cemal

1975a “Kıbrıs’la Başlayan “Milli” ve “Milletler-arası” Devir”, Derviş Manizade (Der.), Kıbrıs:Dün, Bugün, Yarın, Kıbrıs Türk Kültür Deneği İstanbul Bölgesi Yayınları, No:8, İstanbul.

KUTAY, Cemal

1975b “Dörtyüz Yıllık Kronoloji İçinde Kıbrıs’ın Kaderinde Tarih İbretleri”, Derviş Manizade (Der.), Kıbrıs:Dün, Bugün, Yarın, Kıbrıs Türk Kültür Deneği İstanbul Bölgesi Yayınları, No:8, İstanbul.

MANİZADE, Derviş

1975 “Kıbrıs Sorununun Başı ve Sonu”, Derviş Manizade (Der.), Kıbrıs:Dün, Bugün, Yarın, Kıbrıs Türk Kültür Deneği İstanbul Bölgesi Yayınları, No:8, İstanbul.

MÜTERCİMLER, Erol

1992 Kurtuluş Savaşına Denizden Gelen Destek: Sovyetler Birliği’nden Alınan Yardımlar-Kuvâ’yı Milliye Donanması, Yaprak Yayınları, İstanbul.

PITCHER, D. Edgar
2001 Osmanlı İmparatorlu’ğunun Tarihsel Coğrafyası, Bahar Tırnakçı (Çev.), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

SANDER, Oral

1989 Siyasi Tarih, İlk Çağlardan-1918’e, İmge Kitapevi, Ankara.

SARICA, Murat, E. TEZİÇ, Ö. ESKİYURT
1975 Kıbrıs Sorunu, İstanbul Hukuk Fakültesi Yayını, No:2071, İstanbul.

SARIHAN, Zeki

1993 Kurtuluş Savaşı Günlüğü - I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI. Dizi, Sa.71, Ankara.

YALÇIN, E. Semih
2003 “Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi”, Türk Hukuk Enstitüsü Dergisi, Şubat 2003, http:/www.turkhukukenstitusu.org/dergi_subat03.htm 24.02.2004.

ZİA, Nasim
1975 Kıbrıs’ın İngiltere’ye Geçişi ve Adada Kurulan İngiliz İdaresi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, No:44, Ankara.

http://hakankildokum.googlepages.com/Kbrs.doc
http://ataum.ankara.edu.tr/tezler.php?Yazar=K%FDldokum&Baslik=&Program=&Danisman=&Tarih=
http://www.cyprusphotogallery.com

 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..