- Kategori
- Kültürler
İstanbul'da yemek aramak
Benim ve gördüğüm kadarıyla İstanbul'u görmeye gelen yabancı turistlerin görmek ve gezmek istedikleri İstanbul, tarihi suriçi bölgesidir. Yoksa, ne Kadıköy'de, ne Ümraniye'de, ne de Kartal'da gezen bir turist ben görmedim. İstanbul'un Anadolu yakasında bir Üsküdar var, bir de Çamlıca Tepesi turistlerin ilgisini çeken.
Tarihi Suriçi bölgesinin bir çok semti tarihi ve mistik dokusunu hâlâ sürdürmektedir. Örneğin, bütün turist rehberlerinin Kâbesi olan Sultanahmet Meydanı doğal dokusuyla başlı başına bir açık hava müzesidir. Meydanda durduğunuzda iki dikilitaşı ve onların efsane olmuş yaşamlarını görebilirsiniz. Bir zamanlar başları da olan bir birine dolanmış üç yılanlı anıtı da görebilirsiniz. Onlara oranla çok daha yakın tarihli Osmanlı'ya Almanlar tarafından armağan edildiği için "Alman Çeşmesi" olarak anılan çeşmeyi de görebilirsiniz. Sultahahmet Camisi'nin altı minareli anıtsal duruşunun hemen karşısında Kanuni Sultan Süleyman'ın Sadrazamı olan İbrahim Paşa Sarayı'nı da dışarıdan görebilirsiniz. Şimdi Türk-İslâm Eserleri Müzesi olan bu sarayın sahibinin öyküsü acıdır.
İbrahim Paşa, Kanuni Sultan Süleyman'ın çocukluk arkadaşıdır. Birlikte büyümüşlerdir. Sultan Süleyman'ın kızkardeşiyle evlenmiştir. Böylece tarih yazarları tarafından "Makbul İbrahim Paşa" olarak adlandırılmıştır. Ancak, İbrahim Paşa çok kısa zamanda büyük kazançlar elde etmiş ve çok zengin olmuştur. Bu yönüyle halkın ve Kanuni'nin eşi Hurrem Sultan'ın dikkatini çekmişken, bir de sarayının bahçesine heykeller diktirince daha da dikkat çekmeye başlamış ve adı "Gâvur"a çıkmıştır.
İbrahim Paşa'nın zenginliği olağanüstü artarken, Kanuni Sultan Süleyman ile olan ilişkileri de gittikçe artmıştır. Kanuni'nın eşi Hurrem bu iki durumunu da kıskanmış. Kıskanmış ve eşinden İbrahim Paşa'nın katlini istemiş. Kanuni çılgına dönmüş. Düşünmüş taşınmış. Bir yanda Hurrem Sultan, diğer yanda İbrahim Paşa... Tabi ki Hurrem ağır basmış ve Saray'a çağırılan İbrahim Paşa katledilmiş. Mal varlığı da padişaha kalmış. Böylece tarihçiler tarafından "Makbul İbraha Paşa" diye anılan zat, yine tarihçiler tarafından "Maktul İbrahim Paşa" olarak anılmaya başlanmış.
İşte bugün Türk-İslâm Eserleri Müzesi olarak kullanılan sarayın sahibinin öyküsü kısaca böyledir.
Rehberlerin Kâbesi Sultanahmet Meydanında gezintimize devam ederken, Ayasofya Müzesi'ni de görürüz. Ayasofya ile Sultanahmet Camisi arasında ise Mimar Sinan'ın ünlü hamamına rastlarız. Daha gerilerde ise Topkapı Sarayı ve Ara irini Kilise Müzesini de görebiliriz.
Sultanahmet turu bittikten sonra Haliç ve Haliç kıyı semtlerini gezmek tarihi İstanbul'un tanınması için şarttır. Buradaki tarihi dokuyu öğrenmeyen hiç kimse İstanbu'u biliyorum, tanıyorum diyemez. Ve İstanbul'u tam anlamıyla anlamak ve tanımak için üç gün yalnızca Suriçi bölgesinin gezilmesi gerekir. Çünkü her yapının, her anıtın bir öyküsü vardır. O öyküleri yapının ya da eserin başında öğrenilmesi, anlatılanların iyi dinlenmesi zaman alıcıdır.
Turlara ara verildikten sonra sıra yemeklere gelir.
Yabancı turistlerin büyük bir bölümü kaldıkları otellerde yemek ihtiyaçlarını gidermektedirler. Fakat bir kısmı da bizim yerli turistlerimiz gibi dışarıda yemek yemek zorunda kalmaktadırlar. Ve işte bu sırada "Nerede yemek yemeli?" sorusu cevap bekler.
İstanbul'da iyi bir lokanta bulmak çok zordur. Sıradan kebabçı dükkanlarını, lahmacuncuları, balık ekmekçileri, ekmek arası tavuk dönercileri, kokorecçileri, midye tavacıları İstanbul'un tarihi Suriçi dokusuna yakıştıramadığımız için, onları kendi hâlleriyle baş başa bırakıp şöyle eli yüzü düzgün bir lokanta arayalım deriz. Çünkü, Türk mutfağı bütün dünyaca tanınmıştır. Osmanlı'dan günümüze gelen bu Türk mutfağının çeşitlerini nerelerde bulabiliriz? Et yemekleri, sebzeliler, baharatlılar, çorbalar ve tatlılar... Yani ünlü Türk mutfağının lezzeti nerede?
Boşuna aramayın yok. Bu tür yemekleri yapan lokanta sayısı İstanbul'da bir elin parmakları kadardır. Diğerleri de Türk mutfağı derler ama inanmayın. Hiç bir özen gösterilmeden tamamen ticari kaygı ile yapılmış, ne pişirme süresine dikkat edilmiş, ne yemek içine konulacak malzemenin ve baharatın seçimine ve ölçüsüne özen gösterilmiş... Kısaca damak tadına hiç bir şey sunmayan sıradan yemekleri Türk mutfağı diye sunan lokantalar... Bunlar bırakın Türk mutfağını tanıtmayı, Türk mutfağında hayal kırıklığı bile doğuruyorlar.
Ya buralarda çalışan garsonlar?
Çoğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan gelmiş, bırakın bir yabancı dili, Türkçeyi bile bilmeyen genç insanlar. Müşteriye nasıl davranılacağını bilmeyen insanlar. Oturuyorsunuz bir masaya. Oturur oturmaz bir garson başınıza dikiliyor. "Ne yersiniz?". Bir nefes almadan gelen bu soruyu "ne var?" diyerek yanıtlarsınız. Elinde bir yemek listesi olmadığı için tek tek sayar. Eğer dilinden anlarsanız bir iki sipariş verirsiniz. Sonra yemekleriniz gelir. Bu sefer de masanızın çevresinde gözleri hep sizde en az iki garson dikilir durur. Canı sıkılan garsonlar oralarını buralarını kaşır. Ama, gözleri hep sizin üzerinizdedir.
Büyük bir huzursuzlukla yemeğiniz biter. Ne yediğinizden bir şey anlarsınız ne de yanınızda bir arkadaşanız varsa, onunla yaptığınız sohbetten tat alırsınız. Çünkü, lokantalar umduğunuz gibi değildir, garsonların hemen tamamı eğitimsiz insanlardan oluşmuştur. Hesabı getirirler başınızda dikilirler, bahşiş beklerler.
Yemek sonrası bir kafeye oturursunuz seyyar satıcıların, gül satıcılarının, dilenci çocukların tacizine uğrarsınız.
Tarihi Suriçi bölgesi, tarihi dokusu içinde kendi başına yaşayıp giderken, bu dokuya uygun bir yaşam tarzı ne yazık ki oluşturamadık. Turing Otomobil Kurumu ve rahmetli Çelik Gülersoy bunu tek başına yapıyordu, İstanbul düşmanları ona da engel oldu.
İnsanı yabancı, lezzeti yabancı, kokusu yabancı... Kendine yabancı düşmüş dünyanın incisi bir kent...
Gerçek İstanbullular neredesiniz? Sizleri çok özledik. Yemeklerinizi özledik, selâmınızı özledik, şarkılarınızı özledik, kokunuzu özledik, giyiminizi özledik.
Gerçek İstanbullu belediye başkanları, valiler, emniyet müdürleri, millet vekilleri... Ne zaman yönetime geleceksiniz?
Biliyorum, özlediklerim artık dönmemek üzere gittiler. İstanbul'da görev yapacak İstanbullu ise kalmadı. Doğulular, İstanbul'dan intikamlarını alıyorlar. Asırlardır kıskandıkları kenti rezil ediyorlar. Bilerek, planlayarak.