Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '10

 
Kategori
Tarih
 

Türk-İngiliz ilişkilerinin tarihsel gelişimine giriş

Geçen yazımda Sömürgeciliğin Keşif Kollarından İngiliz arkeologlarla ilgili bir giriş yapmıştım .
Orada Osmanlı topraklarındaki ilk İngiliz arkeolog Henry Layard’ın faaliyetlerini anlatırken onun siyasi kimliği üzerine bir parağraf açmayı uygun görmüş, Orta-Doğu'da arkeolojik kazı bahanesiyle yaptığı keşif hareketlerini bu haftaya bırakmıştım.

Bu yazıda geçen yazımıza açıklama olması için Türk İngiliz ilişkileri ile ilgili kısa bir bilgi vermeyi uygun gördüm.

Söze İngilitere’nin Osmanlı’ya gönderidği ilk büyükelçi William Harborne’un 1583 yılında İstanbul'da yerleşik Büyükelçi olarak görevine başlama hikayesinden başlamak istiyorum.

17 yaşında okulu terk ederek ticaret hayatına atılan Harborne İspanyol tüccarlarla birlikte levant kumpanyasına katılır ve bu dönemde adı denizaşırı ticaretin büyük isimleriyle birlikte anılmaya başlar.

Aradan birkaç yıl geçer ki William Harborne Londra ile Bab-ı ali’nin arasındaki kapıları açan ilk isim olur.

İstanbul’a yollandığı tarih olan 1583 yılında Osmanlı tahtında sultan Üçüncü Murad oturmaktadır. Yani devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin onuncu sultanı. Bunun anlamı İngilizler Osmanlı sultanıyla mülaki-i şerefyab olmak için oldukça geç kalmışlar demektir. Venedikliler 170 yıldır, Macarlar, ve Fransızlar ise yetmiş seneye yakın zamandır İstanbul’da cirit atmaktadır. Ancak Harborn bu mesafeyi kapatacak dehaya sahip oldukça büyük bir yetenek.

Ne var ki Harborn’un elçi olarak atandığı tarih Osmanlı topraklarına ilk gelişi değildir.

Bunun bir öncesi vardır.

Susan SKILLETE’in anlattıklarına göre Harborn bundan üç yıl önce aynı yolu tepmiş olan Joseph Clemens le birlikte 1 Temmuz 1578’de bir gece Londra’yı gizlice terk eder. Klemens ilk gelişinde Osmanlı topraklarına giriş izni almış.

Ancak Harborn’un böyle bir izni yok.

Bunun için de gizlice giriş yapmak zorunda.

İki tüccar Osmanlı topraklarına kurşun, kalay ve kaba kumaş örnekleri götürmekte bunların tanıtımını yaparak ticari bağlantı yapmak niyetindedir.

Kara yoluyla Osmanlı topraklarına doğru hareket eden iki kafadar Hamburg üzerinden Danzig’e oradan da Lubov’a gidiyorlar. O dönemde Lehistan sınırları içinde kalan Lubov’da Polonya Kralı ile Osmanlı sultanı 3. Murad adına bir anlaşma yapmak üzere gelmiş olan Türk elçileri ile karşılaşıyorlar.

Bu karşılaşma Harborn’un diplomatik kariyerindeki en mutlu tesadüf gerçekleşmesi anlamına geliyor ve Harborn söz konusu elçiler Ahmet ve Mustafa çavuşlarla ahbaplık kuruyor vebu ahbaplık İstanbul’a giriş izni olmayan Harborn’un İstanbul’a girmesini sağlıyor. Harborn’u İstanbul’a getiren elçiler ona Fransız ve Venedikli rakiblerinin dikkatini çekmemesi için Türk kıyafetleri giydiriyorlar.

Harborn bu ilk seyahatinde Osmanlı topraklarında ticaret beratı ve kraliçe Elizabeth’e hitaben bir mektup alarak ülkesine dönmeyi başarıyor.

Elizabeth bu başarılı tüccarı ödüllendiriyor. Fransız ve ve Venedik tüccarlarını atlatarak saraya ulaşabilen bu becerikli iş adamını Osmanlı topraklarına geri gönderiyor. Harborn bu ikinci gelişte tüm İngiliz tebaasını kapsayacak şekilde ticaret imtiyazı almayı başarıyor. Bu arada Osmanlı’yla ilişki kurulmasına sıcak bakmayan londradaki dini çevreler önceleri bu ilişkiye tepki gösteriyorlar.

Ne var ki bu dönemde Avrupa’da Hristiyan birliğiz aten bozulmuş vaziyettedir.

Reformasyonu destekleyen İngilizler ile Katolik İspanyollar arasında sevaş devam etmektedir.

Tarihçi Colin Heywood’a göre İngilizlerin tek Tanrı’ya inanması ve kliselerinden suretleri ve heykelleri temzilemesi İngiliz halkının Osmanlı ile yakınlaşmasına vesile olmuştu.

Bu dönemde Osmanlı henüz duraklama dönemine girmemiş, içte ve dışta kendine güveni tam, çok güçlü bir devlet konumundadır. Ne var ki Doğu cephesinde İran’la savaş sürdüğü için askeri malzeme ihtiyacı çok fazladır.

Papa Osmanlı’ya ambargo koydurmuş, Katoliklerin askeri malzeme satması yasak.

İşte İngiliz Osmanlı ilişkilerinin gelişmesi için protestan olduğundan dolayı papa’ya itaat etmek zorunda olmayan İngilitere’ye bu noktada büyük bir fırsat doğmuştur.

Bu fırsatı iyi değerlendiren İngilizler Harborn’un ilk seyahatinde örneğini getirdiği kalay ve kurşunlardan bol miktarda satıyorlar. Hatta reformasyon hareketleri sırasında kliselerden sökülen çanlar bile eritilerek İstanbul’a gönderiliyor.

Tabii Osmanlı Devleti de bunları silah üretiminde kullanıyor.

Yani ilişkiler çok güzel başlıyor.

Kısacası al gülünü ver gülümü.

Ardından İngiliz kumaşları ve tüccarların ödedikleri çil, çil altınlar.

İngiliz tüccarlar.

İşte 1578’den birinci dünya savaşına kadar artarak ilerleyecek olan Osmanlı İngiliz ilişkilerinin gerçek mimarları.

Tarihçi Daniel Goffman’a göre İngilitere’nin Osmanlı ile ilişkilerini geliştirmeye başladığı dönem Amerika kıtasına açıldığı dönem olan onaltıncı yüzyılın sonlarına denk gelmektedir.

Goffman, bunun nedenini bu dönemde Londra’da güçlü bir merkezi hükümetin kurulmuş olmasına bağlamaktadır. Güçlü merkezi hükümet bu zamana kadar enerjisini sarf ettiği İskoç sorununundan sıyrılarak gerekli ekonomik ve siyasi gücü ele geçirince gözünü güneyde akdenize ve Kuzeyde translantik topraklara çevirmiştir.

Yazar Akdeniz’de İngiliz tüccarlarının başarısını bu dönemde siyasi iktidarın İngiliz tüccarların kontrolüne girmesine bağlıyor.

İşte Harborn da bu tüccarlardan birisi ve sanıldığı gibi Kraliçe tarafından değil , levant kampanyası tarafından yani Akdeniz ticaretini elinde tutan tüccarlar tarafından atanmış bir büyükelçi.

Kraliçe onu sadece temsili olarak onaylıyor.

Parasını ve tüm giderlerini levant tüccarları karşılıyor.

Bundan da şu anlaşılıyor ki Osmanlı İngiliz ilişkilerinin temelinde İngiliz hükümetinin siyasi çıkarlarından ziyade tüccarların göz diktiği ticari fırsatlar ağır basıyor.

Gelecek yazıda buluşmak ümidi ile...

Şimdilik hoşça kalın.

 
Toplam blog
: 79
: 717
Kayıt tarihi
: 30.12.07
 
 

1963 K. maraş doğumluyum. Bir kamu üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Muayyen zama..