Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Türk Solu’nun psikolojik analizi... Ve topal demokrasi

Türk Solu’nun psikolojik analizi... Ve topal demokrasi
 

Atatürk ve İnönü'nden sonra, Ecevit’in CHP’si Türk siyasetine sol kavramını yerleştirmek istemiş fakat, istenilen ölçüde başarı saglayamamıştır. 12 Eylül darbesi sonrası ve Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte tüm dünyada olduğu gibi Türk solu’da kan kaybetmiştir. Solun potansiyel kaybını önlemek ve toparlanmayı sağlamak adına, Ecevit’in CHP dışında yeni bir sol açılımla siyasi hayatımıza taşıdığı demokratik sol kavramı beklenen toparlanmayı sağlayamadığı gibi Türk solunda oluşan kutuplaşmayı daha da derinleştirmiştir.

Yakın tarihe Atatürk sonrasının CHP’sine, milli şef İsmet İnönü döneminden başlayarak, CHP’nin başarılarına bakacak olursak, DP’li Menderes'in eğitim, sağlık, yol, elektrik, tarımsal ve sınai üretim hacmi gibi on yılda başardıkları; CHP'nin 27 yılından kat kat fazladır. DP halka daha yakın, halkın ihtiyaçlarına daha duyarlı olduğu için halkla kolay bütünleşmiştir.

Diğer taraftan, Baykalın CHP’sine gelince, sosyal demokrasi sloğanıyla, sosyal refahı sağlayacak ekonomik değil, siyasi ve kültürel değişime öncelik vermiştir. Cumhuriyet değerleri ve Batılı yaşam tarzı gibi... Baykal’ın CHP’si yoksulluktan ya da asırların alışkanlığından kendileri gibi düşünmeyen ahaliyi "Hasolar, Memolar; faso fiso vatandaşlar" gibi görüp, geçmişe İnönü dönemine özenen elitist bir devlet partisi olmuştur. Sosyal adalet, sosyal refah, sosyal hizmetler, kısaca sosyal düzen gözardı edilmiştir.

Tıpkı Deniz Baykal'ın 1971'deki doçentlik tezinde belirttiği gibi, CHP bugün savunduğu ilkelerle "kavramlar ve değerler" partisi olmuştur. Öbür partiler ise CHP’ye nazaran "hizmetler" partisi olarak kabul görmüştür. Baykal CHP’yi 1971 doçentlik tezinde savundugu kavramlar ve değerler partisi konumuna bilerek ve isteyerek getirmiştir. Baykal’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde izlediği yol, partisinin laiklik anlayışı ve demokrasiden taviz veren tutumu, (27 Nisan bildirisi konusunda takındığı tavırı) sessiz büyük çoğunluğu değil laisizmi savunan elit azınlığı memnun etmiştir. Bu durumda Baykal’ın izlediği politikalrın dışa yansıması üreten ve hareketli bir tolum yaratma amacına yönelik değil, durağan ve değerlere bağlı elitlerin çıkarlarını korumaya yönelik politikalar görümündedir… Halktan kopuk, halka rağmen fakat, halk için mücadele ettiği iddasında bulunan çarpık bir anlayış…

Türkiyede çok partili siyasi hayata geçişten sonra darbeler oldu, partiler kapatıldı ve açıldı. Ama hâlâ CHP'nin ve DP'nin temsil ettiği iki ana çizgi, iki farklı modernleşme anlayışının devam ediyor olması tarihsel ve sosyolojik bir gerçeğe dayanıyor. Hatırlanacagı gibi: 12 Eylül bütün partileri kapattı; 1992'de eski partilerin açılmasına izin veren yasa çıktı. CHP’nin açılış günü 9 Eylül gibi tarihi bir güne denk getirilerek muhteşem bir kurultayla yeniden açıldı… 9 Eylül 1922 İzmir'in kurtuluşu, 9 Eylül 1923 CHP'nin kuruluş günü!.. Baykal'ın "Gürül gürül geliyoruz" dediği ünlü kurultayı... Ardından, toplam oyları yüzde 20'yi aşan SHP ve CHP birleşti ve 95 seçimlerinde ancak yüzde 10 oy alabildi!.. Demek ki tarihsel ve sosyolojik büyüklük, her zaman siyasal büyüklük yaratmıyor!..

DSP ve CHP’nin seçim ittifakına gelecek olursak:…1995 seçimlerinde ittifak değil, SHP ve CHP’nin birleşmesi gerçekleştirilmiştir, o gün de CHP’nin başında Baykal vardı, netice yüzde 20’den, yüzde 10’lara gerileyen bir oy oranıyla sonuçlandı. Tarih tekerrürden ibarettir derler ya… DSP ile CHP arasında olası bir seçim ittifakından büyük başarılar beklemenin ütopik bir beklenti olduğunu düşünmekteyim. Hele şu son bir yıl içerisinde yaşadıklarımız, Baykal ve CHP’nin kendi doğal tabanı soldan umudunu kesmiş olarak merkez sağa yönelme çabası ve son olaylarda demokrasi konusunda güven yitirilmiş olması hesaba katılırsa zamanın beni haklı çıkarcağını düşünüyorum.

Solun diger kandı aydınlık gurubu ve ulusalcılara gelince:… Eski Aydınlık gurubunun önde gelen isimlerinden ve Doğu Perinçek’in eski kayınbiraderi olan Gün Zileli’nin dilinden onun özeleştirisinden alıntılarla yetinmek istiyorum. Türkiye ve Ortadoğu Vakfı’nın yayınladığı Gün Zileli’nin yazdığı “Ulusalcılık Bir İdeolojinin Krizi” adlı kitabından bazı alıntılarla yetineceğim. Zileli kitabında Ulusalcılığı, “milliyetçiliğin ikiz kardeşi” olarak tanımlarken solda güç kaybına neden olduğunu belirtiyor. Perinçek ve İP’nin, CHP’den farklı olarak milli sembol ve değerlere tutunarak nasyonal sosyalizme sapmış olduğuna işaret ediyor. Bu duruma örnek olarakta ulusalcıların olur olmaz yerler ve gösterilerde yoğun olarak milli bir sembol olan Türk bayrağını kullanmalarını göstermiş.

Zileli kitabında Doğu perinçek’e ağır eleştirilerde bulunarak, Perinçek’in milliyetçi popülaritesini artırmak amacıyla İsviçredeki soykırımı yasasını bilerek ihlal ettigini açıklamış… Yazar aynı Perinçek’in 70’li yıllarda Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) Davası Savunmasında “ittihatçı kompradorlar, azınlıklar üzerinde baskı ve katliam uyguladı. Doğu’da yüzbinlerce Ermeni’yi katletti. Gerikalanlarını da yurtlarından sürdü.” İfadelerine yer vererek İP ve Türk solunu siyasette azınlık psikolojisiyle nasyonal sosyalizme yönelmiş olarak değerlendirmekte.

Zileli Türk solu için diğer bir tesbitin de ise “Bugünkü sol denen yığılma, düşünme ve tahlil etme yeteneğinden yoksun hale gelmiş, beynini kullanma yeteneğini bir kenara bırakmış bir insandan farklı durumda değildir. Eger sol, toplumsal ve tarihi olarak kendisine yüklenen anlamın hakkını vermek ve toparlanmak istiyorsa ciddi bir silkinişe girmek ve her şeyden önce düşünsel rönesans başlatmak zorundadır” diyor.

Görülüyor ki sol kendi içinde fikir birliğini sağlayamamış olmanın psikolojisiyle kendisini azınlık konumuna düşüren seçmenleri cezalandırmak için demokratik değerlere saldırıda bulunanlara arka çıkıyor. Solun vitrindeki görüntüsü bir anlamda halkın sağduyusu ve iradesine güven duymuyor…

Başarının şartı olarak, hangi kitlelerden oy almak isteniyorsa o kitlelerin duyarlıkları konusunda ilkeli olmayı, birleşmekten daha önemli buluyorum. DSP ve CHP’nin seçim ittifakından çıkacak sonuca çok fazla iyimser bakamıyorum…Her şeyden önce Türk solu… demokrasi konusunda güven tazelemek zorundadır, ancak o zaman seçmenlerin temayülünü sağlayabilirler.

Bütün siyasi partiler demokratik rejime olan bağlılık, samimiyet ve sadakatleri ölçüsünde kişilik ve kimlik kazanırlar. Son günlerde şahidi olduğumuz hadiseler, solun demokrasiye olan sadakatı konusunda zihinlerde şüpheler uyandırdığı için, DSP ve CHP’nin seçim ittifakından ancak “topal demokrasi” doğar düşüncesindeyim.

 
Toplam blog
: 65
: 3015
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji bölümü  terk. Hollanda'da ikamet etmekte. Hollanda'da ..