Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

06 Ağustos '13

 
Kategori
Felsefe
 

Türk Tefekkür Tarihinden Türk Felsefesine

Tefekkür zihinsel bir faaliyettir. Bu faaliyet sonrası açığa çıkan ürün ise fikirdir. Fikir soyut bir anlamdır. Soyut, beş duyu organıyla algılanamaz. Bu nedenle insan soyut olanı ancak somut üzerinden kavrayabilir. Somut ise, beş duyu organımızla idrak edilebilendir. Soyut olanı somut üzerinden kavrama, somutlaştırma yoluyla “soyut anlama” erişebilme gayretidir. Bir bakıma anlamı somutlaştırma çabasıdır. Yoksa, mutlak anlamda soyutu somut hale getirme ya da somuta indirgeme değildir. Bu çerçevede somut üzerinden soyutu kavramanın bir yolu olarak somut anlam, sadece somut olanda kalmaz. Soyuta da kapı aralar.

Somut, maddî olanla sınırlanamaz. Mesela dil maddî değildir; ama somuttur. Soyut düşüncenin kelimeler vasıtasıyla somutlaşmasıdır. Esasen somut dünyanın ardında ya da içinde gizli ya da açık soyut anlam sürekli varlığını korur. Şu şekilde de söylenebilir: Soyut ve somut anlam, aslen içiçedir. Hangisi temel dayanaktır? Yahut şöyle soralım: soyut mu somutu, somut mu soyutu doğurmaktadır? Bu, cevabı çok zor bir sualdir. Sorun, yapısal olarak felsefe tarihinde filozofları çokça uğraştıran varlık-mahiyet kavgasına ya da gerçekçilik-adcılık-kavramcılık tartışmalarına benzemektedir. Burada bu konuya girilmeyecektir. Ancak şu kadarını söyleyerek Türk tefekkür tarihine bir köprü kurmayı, oradan da Kutadgu Bilig bağlamında “kut felsefesine” geçmeyi deneyelim.

Gerek “mahiyet-varlık”, gerek “isim-mefhum-hakikat”, gerekse “soyut-somut” ilişkisinde içiçelik söz konusudur. Burada tek yönlü yapılan ne öncelik sonralık-sıralaması, ne de iç-dış okuması bütüncül bir açıklama sunabilir. Zira bazen iç, dışın bazen de dış, için yerine geçebilmektedir. Bu nedenle kavramsal düzeydeki ikilik, aslında epistemiktir ve zahirdedir. Esasta ontolojik bir “ikilik” yoktur. “Birlik” vardır. Ona da “hakikat” denir.

Hakikat bağlamında gerek vücut gerekse mevcut ontolojiktir. Malum ise onto-epistemiktir. Onto-epistemik, zihnin dışında bilenden bağımsız varolanın bireydeki tezahürüdür. Fikir ise hem epistemik hem de onto-epistemik olabilir. Demek ki, her malum bir fikir verir, ama her fikir her zaman malumu vermez. Bazı fikirler salt zihinsel bir kurgu olabilir.

Fikrin epistemik yorumu düşünme, onto-epistemik okuması ise tefekkürdür. Ontolojiden kopuk salt düşünme, düşünceyi üretir. Epistemiktir. Sadece düşünme üzerinden Türk tefekkür tarihine yönelmek ise, daha çok sanal parçalanmışlığı körükler. Bu durumda Türk tefekkür tarihi, sadra şifa sunulmak isteniyorsa, iki koldan incelenmelidir: Ya malum üzerinden ya da fikriyat üzerinden.

Salt fikirler üzerinden yapılan bir okuma kesinlikle felsefidir. Malum üzerinden yapılan bir anlamlandırma ise felsefeye açıktır, felsefileştirilebilir. Biz incelememiz de malumu esas alarak malumdaki fikriyata erişmeye çalışacağız. Bu durumda yapmak istediğimiz aslında bir zihin kavgası değil, varolan (mevcut) üzerinden malumun ilanıdır. Buna malumun tefekkürü de denilebilir. Elbette malumun tefekkürü, varolan üzerine üretilmiş olan diğer düşünceleri de dikkate almayı gerektirir.

Türk tarihi ve tefekkürü zengin ve etkin olmakla beraber maalesef öksüzdür. Lakin hayıflanmanın anlamı yoktur. Acilen harekete geçilmelidir. Bireysel olarak yapılabilecek olanlar devede kulak mesabesinde de kalsa, elden gelenin arda konulmaması gerekir. Niçin mi? Çünkü yol önümüzde değil ardımızdadır. Kıymet bilinse de bilinmese de yürüdüğümüz kadarıyla var olup ayakta kalacağız. Yürüdüğümüzle var olmak, önümüze bakmamak anlamında yorumlanmamalıdır. Tabi ki önümüze bakacağız. Bu anlamda önümüzde de yolların olduğu dile getirilebilir. Yaşanmışlık açısından bu bakış gayet doğaldır. Nihayette an ve an belirlediğimiz bir gelecekten daha ziyade belirlenmiş geçmişler içinde yürümek daha kolay görünür. Ancak unutulmamalıdır ki, günün birinde hakkımızda bir hüküm verilecek olursa, o hükmün temel dayanağı büyük ihtimalle yapacağımız değil, yaptığımız olacaktır.

Türk felsefe tarihine giriş, gelecek kurmaktan daha ziyade geçmişi okumakla alakalıdır. Zira ‘geçmişi olmayanların geleceğinin de olmayacağı’ tecrübelerle sabittir. Ayrıca yolun arkada olması da bizi zorunlu olarak geleceği geçmiş üzerinden kurmaya yönlendirmektedir. Bu durumda işe nereden başlamak gerekmektedir?

Öncelikle zeminin fikrî çerçevede incelenmesi, Türk tefekkür tarihinin imkân ve sınırlarını algılamada ufuk açıcıdır. Fikir üzerine elde edilen ufkî okumalar, bizi doğrudan doğruya Türk felsefe tarihine bağlar. Zira felsefe, en vazıh tarifle varlık ve değer üzerine tefekkür etme, tefekkür edileni de düşünmedir. Varlığın ve değerin tefekkürü ile fikir üzerine düşünme (fikretme), elbette bir takım ilke ve esasları göz ardı etmeyen bir temellendirme faaliyetidir. Tarzı vardır. Kısaca ifade etmek gerekirse, eleştirici, düzeltici, bütünleyici, tutarlı ve “rasyonel”dir. Burada “rasyonel” kavramını tırnak içinde kullanmamızın sebebi, rasyonelden gönlü ve duyguyu dışlayan kuru bir akliliği anlamadığımızı vurgulamak içindir. Daha da açmak gerekirse, “rasyonel”, düşünce yoluyla yapılan bir okumadır. Gönlü devre dışı bırakmayan onto-epistemik tefekkür ise, akla dayanır. Akletme, düşünmeyi ve düşünceyi kuşatır.

Epistemik bağlamdan fikretme, onto-epistemik cihetten ise tefekkür olarak anladığımız felsefenin felsefî fikirden ayrıştırılamayacağının altı çizilmelidir. Nasıl her türlü fikrin bir felsefesi varsa, her felsefe de bir dizi fikir ile içiçedir. Kısaca, fikirlerin keşfi felsefeleri verir. Bu meyanda bir yerde fikir varsa, özellikle epistemik açıdan felsefe yoktur denemez. Yüksek ya da düşük seviyede bir felsefe muhakkak vardır. Mamafih felsefenin eski Yunan düşüncesiyle kayıtlanması tutarlı değildir. Elbette eski Yunandan nevi şahsına münhasır bir felsefî düşünce temayüz etmiştir. Felsefenin tarihinde böyle bir devrin öne çıkması, diğerlerini görmemezlikten gelmeyi gerektirmez. Bahusus eski Yunandan önce de sonra da fikir ve felsefe vardır. Eğer insanın ayırıcı vasfı tefekkür ve düşünme ise, insan tefekkür ettiği ve düşündüğü müddetçe felsefe ya epistemik ya da onto-epistemik anlamda var olacaktır.

Felsefenin her türlü varlık ve bilgi üzerine gelen eleştirici, düzeltici, bütünleyici, tutarlı ve aklî bir temellendirme faaliyeti olması, mevcudun yeniden inşa edilebileceğine işaret eder. Öyleyse Türk tefekkür tarihi üzerinden Türk felsefe tarihinin inşası, olmayanın icadı değildir. Varolanın keşfedilmesi, keşfedilenin de düzgün bir okumayla inşaya tabii tutulmasıdır. Burada keşfin ve inşanın içiçe olması kaçınılmazdır.

Çok geniş bir coğrafyayı ve uzun bir zaman dilimini içine alan Türk tefekkür tarihi ve felsefesi, bakirdir. Zaman ve zemin bakımından genişlik, işi hem kolaylaştırmakta hem de zorlaştırmaktadır. Kolaylık, tutulan her bir dalın yüzebilme imkânı sunmasında; zorluk ise dalları fışkırdığı gövdeye, gövdeyi de köke bağlayabilmenin giriftliğindedir. Türk tefekkür tarihi devranî ve devasa bir ağaçsa gövdesi dallı budaklıdır. Kökü de toprağın derinliklerindedir. Modern epistemik okumalar, sadece ağacın parçalanmış görüntüsünü vermektedir. Ağacı ontolojik düzlemde bir bütün olarak görmek ve onto-epistemik bir okumaya tabi tutmak ise büyük dikkat, emek ve sabır istemektedir.

S. D. 

 
Toplam blog
: 51
: 885
Kayıt tarihi
: 27.02.07
 
 

Ben kimim? Kafa kağıdımdaki beyana göre 1969 tarihinde Burdur - Gölhisar'da, doğumuma şahit ala..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara