Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ekim '18

 
Kategori
Güncel
 

Türkiye, Suriyelilerle Doldu

Türkiye, Suriyelilerle  Doldu
 

Suriyeli mülteciler


Suriye olayları nedeniyle hükümet yetkililerinin açıklamalarına göre 4 milyondan fazla Suriyeli Anadolu’da. 
 
Türkiye şu an dünyada en fazla sığınmacı bulunduran ülke. Suriyeliler beş yılı aşkın bir zamandır Türkiye’deler. Bu nüfusun yarısından fazlasını çocuk ve gençler oluşturuyor. Türkiye’de yüz binlerce Suriyeli bebek doğdu. Bu çocukların geleceği ne olacak. Çoğu, yokluk içinde yaşayan ailelerin bu çocukları ülkeye yük olmayacak mı? Kendi çocuklarımızı bile eğitmekte zorlanan ülkemiz, Suriyelinin çocuklarını mı eğitecek? Eğitilmeden sokakları dolduran bu çocuklar, yetişkin olunca ne yapacakları bilinmiyor. Bu durum başlangıçta sığınmacı olan durumlarını giderek kalıcılığa çeviriyor. Bu ise bir yandan hukuksal statüleri konusundaki tartışmayı çetrefilleştirirken öte yandan toplumsal ve ekonomik uyum sorunları da gündeme getirmekte.
 
Mültecilerin yüzde 15’i Şanlıurfa’da, yüzde 14’lerinin  Hatay ve İstanbul’da, yüzde 12’sinin Gaziantep’te, yüzde 6’sı Adana’da yaşamaktadır.
 
 Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki girişimleri, hem işgücü piyasasını hem de dış ticareti etkiliyor. 2012 yılında 8’i anonim 157 limitet Suriye sermayeli şirket kurulmuşken, 2015 sonunda bu rakam 27’si anonim şirket olmak üzere sayıları 1599’a yükseldi. 2016 yılının ilk üç ayında da bunlara 589 yeni firma daha eklendi. Bunların yabancı sermaye toplamları 300 milyar lirayı aşmış durumda. 2016 yılının ilk çeyreğinde toplam yabancı sermayeli şirketlerin payı, yüzde 25,1.                                                                                                                                                                                                                                             
Mültecilerin on kentte gıda ve konut fiyatlarının artmasına ve istihdama etkileri olduğunu belirtiyorlar. Kayıtmışı sektördeki her 10 mülteci, 6-7 Türk işçisini işsiz bırakırken, bunlardan 3-4’ünün kayıtlı sektörde istihdam edildiğini vurguluyorlar.
 
Suriyeli mültecilerin yüzde 53’ünün 18 yaş altında genç nüfus olduğunu belirterek, “Eğer bu gençler ve çocuklar gelecekte etkin bir biçimde işgücü piyasasına dâhil edilirlerse, Türkiye’nin demografik fırsat penceresini genişletme potansiyeline sahiptir” sonucunu ortaya çıkıyor.
 
Yazarlar, Suriyeli mültecilerin ekonomiye etkilerinden söz ederken, hükümet STK’ların mültecilere dönük harcamalarının 8-10 milyar dolara ulaştığını, ülkemiz GSMH’ sının yüzde 1’i seviyesinde olduğunu aktarıyorlar. Mültecilerin on kentte gıda ve konut fiyatlarının artmasına ve istihdama etkileri olduğunu belirtiyorlar. Kayıtmışı sektördeki her 10 mülteci, 6-7 Türk işçisini işsiz bırakırken, bunlardan 3-4’ünün kayıtlı sektörde istihdam edildiğini belirtiyorlar.( osman.arolat@dunya.com)
 
 
İçlerinde Türkmenler de var ama çoğu Arap. Çoğu yoksul, sokakta dileniyor. Öyle ki küçük yaşta çocuklar, özellikle aileleri ya da yakınlarınca dilenmeye zorlandığını duyuyoruz. Yazılı ve görsel iletişim araçları da bu konuyu gündeme getiriyorlar. Sözgelimi, Halk TV’de, AHPAP Başkanı Haluk Levent, 6  yaşındaki    bir Suriyeli   çocuğu rahatsızlığı nedeniyle doktora götürmek istiyor; dayısı para almadan çocuğu bırakmıyor. Meğer dayısı çocuğu dilendiriyormuş; bu nedenle çocuğun tedavisine izin vermemiş.
                                                                                                                     
Bu, bir örnek. Buna benzer olayların yaygın olduğu görüşündeyim; çünkü ülkenin her tarafında, dilenen Suriyeli çocuklar ya da kucağında çocukla dilenen kadınlar, kimi kez de erkekler görüyoruz. Bu ezik insanlar, yüreğimizi burkuyor; ama bizim de yardımcı olacak gücümüz yok; çünkü ulusal gelirden alacağımız, Suriyeliler için harcanan 33 milyon dolar nedeniyle azaldı.
 
Bir bakanın da söylediği gibi bu kaynakla neler yapılmazdı? Ekonomik kriz, bu denli yıkıcı olmaz; emekli, memur, işçi, çiftçi, esnaf, iş adamı… ne yapacağını şaşırır duruma düşmezdi
 
Sadece ekonomik açıdan değil; son yıllarda ülkemiz insanının yaşam tarzı da gün geçtikçe değişiyor. Yememiz içmemiz, aile yaşantımız, kültürümüz, dilimiz Araplaştı. Başka bir deyişle Türkiye’nin sosyal, kültür, demografi yapısı da değişiyor.  Devlet kuruluşlarında bile Türkçenin yerini Arapça aldı, diyebiliriz.
 
 Eşinden ayrılmadan, ikinci eşini İmam Nikâhı’yla alanlar mı ararsınız? Çalışanların işine el atıp yurttaşlarımızı işsiz bırakanlar mı ararsın? Türkçe işyeri adını Arapça ’ya dönüştüren mi ararsın? Hepsi ülkemizde. Gerçi, İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca… işyeri, firma adlarından geçilmiyor. Kimi kez, Türkiye’de yaşadığımdan kuşku duyar gibi oluyorum. Geçmişte, az da olsa bir iki belde, Türkçe ad vermeyenlere, iş yeri açma izni vermiyordu. Bu kural, yaygınlaştırılamaz mı? Ne dersiniz?
 
Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçe kullanılması ile ilgili (13 Mayıs 1277 tarihinde olduğu düşünülmektedir) fermanı aşağıdaki gibi verilmektedir: Bundan  sonra divanda, dergâhta, bergâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya.(  Karamanoğlu Mehmet Bey Fermanı)  
 
Dil, ulusun temel taşıdır. Nasıl temel olmadan bina yıkılırsa. Dilini yitiren ulusun da geleceği tehlikeye düşebilir. Diyeceksiniz ki günümüzde başka dillerden etkilenmeyen dil var mı? Doğru dersiniz. Popüler kültür, hızlı iletişim ağları, dili de etkilemekte, yatağından uzaklaştırmaktadır. Oysa ulusal dil, ulusun tüm özelliklerini yansıtır. Kaynağı, ulustur. Ulusun tarihidir, kültürüdür. İçinde yabancı sözcükler bulunsa da onları kendi içinde eritir. Başka bir deyişle kendi kurallarıyla biçimlendirir. Ulus, diliyle duyar, düşünür, algılar, irdeler, yorumlar; bilim ve sanat yapar. Hiçbir duygu, dile dönüşmeden var olamaz.
 
Dil, insanca yaşamanın, düşüncenin, buluş ve yaratıların anasıdır. Dil, düşüncenin aynası, ulusal varlığımızın temelidir. Dil olmadan ulusal bilinç gelişmez. Onun içindir ki ulusun oluşmasında en önemli öğe dildir. İnsanlar arasındaki yakınlaşmayı, bütünleşmeyi sağlayan dil ulusal birliğin çimentosudur. Ulus olma, insan topluluklarının belli bir ülkü çevresinde birleşip kaynaşmalarıdır. Bu kaynaşma ve birlik insanların birbirlerini anlamaları, tanımalarıyla gerçekleşir. Bunun için gerekli iletişimi dil sağlar. Alman filozofu Humboldt şöyle diyor:”Bir ulusun gerçek yurdu, onun dilidir. Dil, ulusal dileği belirten güçlü bir kavramdır. Ulusal dil yok olunca ulusal duygu da çok geçmeden yitirilir.”
 
Türk toplumu olarak dilimizi ne denli önemsiyoruz. Anadil konusunda tutarlı çağdaş bir, politikamız var mı? Bu konuda, yeterince araştırma yapıldığını sanmıyorum. Türk diline gönül veren yazarlarımız da dilimize gereken özenin gösterilmediği görüşünde birleşiyorlar:
 
Türk edebiyatının tanınmış şairlerinden Yahya Kemal’in “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” diyerek yücelttiği, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ise “Türkçem, benim ses bayrağım” diyerek hem yücelttiği hem de kutsallaştırdığı dilimize, bugün gerekli özeni gösteriyor muyuz? İnsanlarımızda Türkçe sevgisi, ana dili duygusu, dil bilinci ve duyarlığı yeterince var mı? Bu soruların iyice düşünülmesi, sürekli göz önünde tutulması gerekir.
 
Dil öğrenimi; beyni, dolayısıyla düşünceyi değiştirir, biçimlendirir. Sosyal yapının iç dokusunu ana dili oluşturur. Oysa Türkçemiz giderek zayıflıyor, güdükleşiyor. Bugün Türkiye’de çevre kirlenmesi, hava kirlenmesi, siyaset kirlenmesi gibi çeşitli kirlenmelerin yanı sıra, bir de “dil kirlenmesi” vardır. Dil duyarlığı ve dil bilinci bakımından görülen eksikler, Türkçenin geleceği için ciddî bir tehlikedir.(Kavcar,Çağdaş Türk Dili,2008,s.244) 
 
Ne var ki İngilizce, Fransızca,Almancanın etkisinden kurtulamayan  Türkçemiz,son yıllarda da Arapçanın etki alanında. Batı kaynaklı diller, genellikle Latin alfabesi kullandığı için bu dilleri öğrenmek için başka bir yazı diline gereksinme duyulmuyor. Arapça, öyle mi ya !..Bir de devlet dairelerinde, afiş ve ışıklı tabelaların Arapça olduğunu, yazılı basından öğreniyoruz. Bu durumda, devlet dairesinde işi olanlar, ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
 
Suriye sorunun yakın bir gelecekte çözülemeyeceği oldukça açık. Sorun bugün çözülse bile, ülkede siyasal istikrarın kurulması ve vatandaşlarının geri dönmesi yine yılları bulacaktır. Dünyanın dört bir yanına dağılmış Suriyeliler, gittikleri yerlerde kendilerine yeni yaşamlar kurmaya başladılar. Buna Türkiye’dekiler de dahil.
 
Suriyeliler doğal olarak yeni yaşam kurdukları bu yerlerde kalacaklar. Bu kalışın toplumsal açıdan olumsuz süreçler yaratacak ; bazı sorun ve istekleri getirecektir.Bu aşamada Türkiye’nin bu sorun ve isteklere nasıl yaklaşacağı oldukça önemli. 
 
 
 
 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..