- Kategori
- Siyaset
Türkiye’nin 100 yıllık sorunu

Hayat seçimlerden ibarettir. Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir.
Türkiye'de eskiden gelen üç güçlü siyasi akım var. Hürriyet ve İtilaf Partisi, İttihad ve Terakki Partisi ve Halk Partisi veya cumhuriyetçiler. MHP İttihad ve Terakki’nin, AKP Hürriyet ve İtilaf'ın devamı. Cumhuriyetçiler de gerçek Atatürkçüler.
Hürriyet ve İtilaf, yani padişah yanlıları dine dayalı olmakla birlikte bir yandan da batı hayranlarıdır. İngiliz Muhipler Cemiyetini, yani İngilizleri sevenler derneğini bunlar kurmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın en sıcak günlerinde, hatta dünya savaşında onlarla savaşırken bile İngilizlere yalakalık yapmışlardır. Günümüzün liboşlarıyla o yüzden araları çok iyidir. Ortak noktaları batıya yaranmak, güçlü olanla birlikte olmaktır. Anadolu’da kurtuluş savaşı verenlerin sonuçta ne yapacağını çok iyi anlayıp isyanlar çıkartmış, İngilizlerle birlikte Yunanlıları padişahın yardımcısı gibi göstermişlerdir. Anadolu’da birçok saf köylü de bunlara kanmıştır. Günümüzde de bu hareket AKP aracılığı ile sürmektedir. Bugün hapiste olanlar da Halk Partililer, yani cumhuriyetçiler ve İttihad ve Terakkililerdir.
Gizli bir örgüt olarak kurulan İttihad ve Terakki hareketi milliyetçidir ama cumhuriyetçi değildir. İsyan etmiş, dağlara çıkmış ama Padişahlık düzenini devirmeyi hiç düşünmemiştir. O sadece kişilerle uğraşmıştır. Yani o padişah olmasın da şu padişah olsun biçiminde. Netekim iktidarı ele geçirince isyancı karakteri hemen dinmiştir. Onlar da batıya ve güce taparlar. Güçlü ile birlikte olmak isterler. 1. Dünya Savaşından önce Fransa ve İngiltere ile uzlaşmak için heyetler gönderilmiş ama – savaşın menüsünde Osmanlı Devleti olduğu için – bir sonuç alamamışlardır. Mliiliyetçilik konusu dışında İttihad ve Terakkiciler, Hürriyet ve İtilafçılara çok benzerler. O yüzden bugün MHP’nin tabanı çok kolay bir şekilde AKP’ye kayabilmiştir. Amaçları güçlü veya yönetilebilecek bir lider çevresinde toplanmaktır. Turancılık ise hiç gerçekleşmeyecek bir hayal olarak varlığını sürdürmektedir. Bu model daha sonra ortaya çıkan Hitler modeline çok iyi uyum göstermekle birlikte başlangıcı daha önceye dayanır. Dünya savaşının kaybedilmesi ve kurtuluş savaşının başlamasıyla bir kısmı ortadan kaybolmuş, bir kısmı kaçınılmaz olarak savaşanların yanında yer almıştır. Daha sonra Orta Asyacılar (Nihal Atsız) ve Türklükten çok dini öne çıkaranlar (Necip Fazıl) olarak ikiye ayrılmışlar, dini öne çıkaranlar liderliği ele geçirmiştir. 1980 sonrası daha da bölünmüşler ve MHP’den – dini daha da çok öne çıkaran – BBP çıkmıştır.
Cumhuriyetçiler Mustafa Kemal ile birlikte Kurtuluş savaşını başlatanlar ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlardır. Elbette ki padişahlık düzenine ve dinle yönetilen bir devlete karşıdırlar. Devletin temelinde laiklik olmalıdır, din, devlet işlerinden elini çekmelidir. Aynı zamanda milliyetçidirler. Savaşlardan sonra Türkiye’nin yönetim biçimi zorla da olsa Cumhuriyet olmuştur. Çünkü böylesi dünya üzerinden yok olmamak ve ilerleyebilmek için daha iyidir. Milliyetçilik, Osmanlı devletinin parçalanmasına sebep olmakla birlikte o durumlara büyük ölçüde dinin tutuculuğu sebep olmuştur. Din, ilerlemenin önünde engel olmuştur. Örneğin matbaa bulunduktan tam 300 yıl sonra Osmanlı devletine girebilmiştir. Sebep, Kuran’ın matbaada basılmasının günah olmasıdır. Böylece Osmanlı devleti yıkılırken ülke çapında okuma yazma oranı %5 oranında kalmıştır. Tutucular her türlü yeniliğe karşı çıkmışlardır. Din nedeniyle Osmanlı vatandaşları arasında ayırımcılık yapılmıştır. Ama Türk vatandaşlığı dindaş olmaktan daha kapsayıcıdır.
Kürtler Halk Partisi’nden, cumhuriyetçilerden türemiştir. Kurtuluş Savaşı’nda canla başla birlikte mücadele ettiğimiz insanlar 1925 yılında tam Musul Kerkük bölgesi üzerine gidilecek iken İngilizlerin desteği ve kışkırtmasıyla isyan ettiler. O zamandan bu yana da mücadele sürmekte, tabi yine İngiltere’nin ve ABD’nin desteği ile.
Aleviler de cumhuriyetçiler arasında yer almıştır. Alevilerin her şeye rağmen cumhuriyetçi olmalarının sebebi Osmanlı devletini yönetenler tarafından sürekli ezilmiş olmaları. Onların aklı başında olanları ve gerçekleri bilenleri hiçbir şekilde AKP’ye yanaşmaz. Devletin Sünni eğilimine birazdan değineceğim.
Bütün bu grupların bir ortak paydası vardır. O da anti komünist olmaktır. Bu gruplardan ayrı olarak bir de TKP, Türkiye Komünist Partisi ve solcular, sosyalistler vardır. Geçtiğimiz dönem boyunca bunlardan hangisi iktidarda olursa olsun komünistler sürekli olarak ezilmiş, denizde tekneyle giderken basılıp öldürülmüş, kamyonlara doldurulup bilinmeyen yerlere götürülmüş, kendilerinden bir daha haber alınmamış, işkencelerde ‘yanlışlıkla’ öldürülmüşlerdir. O yüzden TKP ve solcular devlet içinde hiçbir zaman etkin bir konuma ulaşamamıştır.
Cumhuriyet kurulduktan sonra Hürriyet ve İtilafçılar ve İttihad ve Terakkiciler ortadan yok olmamış, kılık değiştirerek, kendilerini gizleyerek yeni kurulan Halk Partisi içinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Yeni Türkiye’nin yasaları konurken etkili olmuşlardır. Zaman içinde sabırla davranmış, ellerine geçirdikleri her fırsatı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmış ve ortam uygun hale gelince yeniden siyaset meydanında boy göstermişlerdir.
Devletin laiklik ilkesi vardır, ancak dinin devlet üzerindeki etkisi hiçbir dönemde ihmal edilmemiştir. Mantık olarak Osmanlı devletinin yıkılmasının sebebi çok uluslu olmaktan başka, çok dinli, çok tarikatlı olması da sebep olarak gösterilmiş ve yeni devletin temelinde bu konu göz önüne alınmak istenmiştir. Bunun için Türklükten başka Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak Sünnilik (batılıların Protestanlığı gibi) ön plana çıkarılmıştır. Bu karar ve etki de bugünlere gelmemizin sebeplerinden biridir. Türkiye hiçbir zaman gerçek anlamda laik olamamıştır.
15 yıl süren Musafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sırasında devlet gücü neredeyse tümüyle cumhuriyetçilerin elindeydi. O zamanlar fikirlerini benimsemeseler bile herkes Atatürk hayranıydı. İki kez ayrı bir parti kurma girişimi olmuşsa da sonuçsuz kalmıştır. Ama Atatürk’ün ölümünden hemen sonra ilk filiz verenler CHP çatısı altında İttihad ve Terakkiciler olmuş ve adını koymadan CHP yönetimini büyük ölçüde ele geçirmişlerdir. Bu dönemde hiç gerekmediği halde Sovyet Rusya korkusu yüzünden önce Almanya’ya, sonra ABD’ye yanaşılmış, NATO’ya girişin temeli atılmıştır. 2. Dünya savaşı sonrası savaş uçaklarının bolluğu ve ucuzluğu yöneticilere cazip gelmiş, uçak fabrikası kurmak gibi bir düşünceden vazgeçilmiştir. Onun yerine ABD’den eski uçaklar alınmış ve bağımlılığımız başlamıştır. Daha batıcı olan DP (Demokrat Partisi) zamanında NATO’ya girilmiş, daha çok borç alınmış ve daha çok bağımlı olunmuştur. CHP’den ayrılıp 10 yılı iktidarda olmak üzere 15 yıl sürecek bir parti kurabilen ilk grup Hürriyet ve İtilafçılar olmuştur. Bu dönemde geçmişten gelen gelenek sürdürülerek Sovyet Rusya ile de antlaşmalar yapılmış, İskenderun Demir Çelik Fabrikası kurulmuştur. Acaba derler, 1960 darbesi o nedenle mi oldu? 1960 İhtilali Türkiye’ye ayar çekmiş, solcu partiler ve sendikalar kurulabilmiş, fakat dkkat edilirse daha sonra iktidara gelen AP (Adalet Partisi) döneminde Sovyet Rusya ile hiç böyle antlaşmalar yapılmamıştır.
Bu son iki parti (DP ve AP) döneminde yavaş yavaş fakat sürekli olarak bir geriye dönüş ve devletin yönetiminde dine daha fazla bağlanış görülmüştür. Bunun sonucu olarak AP’den kopan MNP (Milli Nizam Partisi), onun devamo olan MSP (Milli Selamet Partisi) yıllar sonra ilk din eksenli parti olmuştur. Buradaki milli sözcüğü sizi yanıltmasın, sözcüğün anlamı o zamanlar açıklandığı gibi dini esaslar üzerine kuruludur. İttihad ve Terakkiciler de bu dönemde CHP’den ayrılıp MHP’yi kurmuşlardır. Böylece iki büyük grubun CHP’den ayrışması tamamlanmıştır, ancak içinde ikisinden de etkiler, kalıntılar ve düşünceler kalmıştır.
1974 CHP-MSP iktidarında da dine kayış devam etmiştir. 1980 darbesi sola ve MHP’lilere vurmakla birlikte (İttihad ve Terakkicileri ne Hürriyet ve İtilafçılar ne de Cumhuriyetçiler sever) din eksenli kesimlere dokunmamış, aksine onların daha rahat çalışabilmesini sağlamıştır. Daha sonra gelen ANAP ve DYP (Doğru Yol Partisi) iktidarlarında da aynı eğilim, Hürriyet ve İtilaf Partisi zihniyeti kesinitisiz devam etmiştir.
90’lı yıllara geldiğimizde öyle bir noktaya gelinmiştir ki o zamanki partinin başkanı ‘Geçiş olacak ama bu tatlı mı olacak tatsız mı? Kanlı mı olacak kansız mı?’ diyebilmiştir. Geçişten kast edilen iktidarın Hürriyet ve İtilaf Partisine geçmesidir, yani sadece din birliğini temel alıan padişahlık yanlılarına. Şu da yanlış anlaşılmasın, bunlar eskiden olduğu gibi başka dinlere ve temsilcilerine de – eskiye bir özlem olarak – saygılıdırlar. Günümüzde hiç olmadık yerlerin 80-90 yol sonra– tabi batılıların da istekleri doğrultusunda - ibadete açılmasının sebebi budur.
2002 yılına kadar birçok aydın – cumhuriyetçi insan faili meçhul cinayetlere kurban gitmiştir. Son aydın cinayeti 2002 yılının sonunda, seçimlerden hemen sonra gerçekleşmiş, sonra bıçak gibi kesilmiştir. Ondan sonra bir durgunluk olmuş ve tutuklamalar, düzmece sebeplerle içeri tıkmalar başlamıştır. Hrant Dink gibi Türk olmayanların öldürülüşü başka gruplar tarafından yapılmıştır.
Anlaşılan bu dönem artık kansız fakat yine aynı yönde geçecektir. Bu süreç önceleri Sovyet Rusya’ya karşı, daha sonra ABD’nin ve küresel dünya düzeni oluşturmak isteyenlerin çıkarları doğrultusunda olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Bundan sonra ne olacağını hiç kimse bilemez. Ama şu kadarını söyleyebilirim. Günün birinde Hürriyet ve İtilafçılar Türkiye’ye tam olarak hakim olurlarsa tarikat savaşları başlar. Bu işin sonu yoktur. Onlar dahil herkes için en iyi çözüm demokrasi ve laikliktir. Belki günün birinde bunu onlar da anlar.
Türkiye’den ayrılmak isteyenler de bu istekleri gerçekleşirse onarılmaz bir şekilde hata yaptıklarını anlayacaklardır. Ama iş işten geçmiş olacaktır. Turancılık ise bir hayaldi, öyle de kalacaktır. Solculuk Türk insanının hiçbir zaman kabul etmeyeceği bir görüştür. Onlar da günün birinde Türkiye’ye hakim olurlarsa sonuç Hürriyet ve İtilafçılardan farklı olmaz. Bütün sol gruplar bibirine girerler.
Seçime gidiyoruz. Yol yakınken insanlar oylarını bu yönde kullansınlar.