Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '10

 
Kategori
Siyaset
 

Üç general olayında tekeden süt çıkarmaya çalışanlar...

Üç general olayında tekeden süt çıkarmaya çalışanlar...
 

Türkiye gerçekten gariplikler ülkesi...

Aslında şeffaflığın, hukukun üstünlüğünün yeterli olmadığı, demokrasinin şeklen uygulandığı bütün ülkelerde aynı sorun söz konusudur.

Çok iyi tanıdığınızı sandığınız kişilerden hiç beklemediğiniz sözler duyabilirsiniz. Çünkü perdenin arkasında çok farklı dümenler çevrilmekte, farklı hesaplar yapılmaktadır. Böyle bir ortamda zaten dürüstlükten bahsedilemez.

Bu itibarla bugün demokrat sandığınız birini yarın antidemokrat çizgide, bugünün sivil savunucusunu yarın asker avukatlığında görebilirsiniz..

Ya da kendi mağduruyetine göre zıt kulvarlar arasında, ilerlemiş yaşlarına rağmen, büyük bir kıvraklıkla sek-sek oynayanları izleyebilirsiniz.

Bütün bunlarda kişisel menfaatler, siyasi ideolojiler, patrona yararlanma işgüzarlığı vs etkilidir.

Hep süreti haktan gözükürler. Halkı ikna etmenin, daha doğrusu kandırmanın en önemli aracı demagojidir. Çeşitli laf salatalarıyla zihinleri bulandırırlar.

Sisteme adaptasyon sağlayan ve dolayısıyla öne çıkan siyasetçisi de, gazetecisi de, iş adamı da, bürokratı da aynıdır.

***

Dünün flaş haberi üç generalin ilgili bakanlıklar tarafından açığa alınmalarıydı.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 926 sayılı TSK Personel Kanunu'nun 65. maddesinin kendilerine verdiği yetkileri kullanarak, hükümeti devirme planları içerisinde yer almak iddiasıyla İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin E: 2010/283 sayılı dosyasıyla haklarında dava açılan Tümgeneraller Halil Helvacıoğlu ve Gürbüz Kaya ile Tümamiral Abdullah Gavremoğlu'nu açığa aldılar.

Bu haber flaş haber olarak anında ajanslardaki yerini aldı. Tabii ki itirazlar da başladı...

İlk sahneye çıkanlar muhalif siyasilerdi...

CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, "bu bir sivil darbedir" bombasını patlatıverdi!

Oysa Anadol'un çok sevgili sabık ve bugünkü genel başkanları Baykal (İlker Başbuğ için) ve Kılıçdaroğlu (Balyoz sanıkları için), hafızalarımzdan henüz silinmeyen çok sert açıklamalar yapmışlardı hükümete yönelik: Madem ciddi iddialar var daha ne bekliyorsunuz, neden görevden almıyorsunuz, demişlerdi...

Anadol'un peşinden MHP'li Oktay Vural ekranlara çıktı ve haklarında iddialar olan bürokratlarınıza aynı işlemleri neden yapmıyorsunuz, diyerek askere karşı kasıtlı ve maksatlı davranıldığını ima etmeye çalıştı.

Daha önceden de siyasiler, türban sorununu çözemediği iddiasıyla, iktidara, "İktidar oldunuz ama müktedir olamadınız" yakıştırmasını yapmışlardı.

Yine askeri müdahalelerden en fazla mağdur olmuş olan ve o yıllarda demokrasi havariliğine soyunan Demirel, Ergenekon Davası'yla ilgili yaptığı bir açıklamada askeri pasif kalmakla itham etmişti! Demirel daha da ileri gidererek tüm siyasi başarılarını, kariyerini, maddi manevi kazanımlarını medyunu şükran olduğu Menderes mirasçılığı ve istismarcılığını unutarak, yok sayarak, Ak Parti kapatma sürecinde, Ak Parti'nin kesin kapatılacağının beklendiği bir ortamda, kapatmaya meşruiyet ve haklılık üretme adına, "1960'da Anayasa Mahkemesi olsaydı 27 Mayıs olmazdı" açıklamasını yaparak tüm siyasi geçmişini bir anda sıfırlayabilmiştir. Sözüm ona Anayasa Mahkemesi Demokrat Parti'yi kapatacaktı ve 27 Mayıs'a gerek kalmayacaktı. Demek ki yıllarca oynanan Menderes trajedisi Demirel açısından sadece bir oyundan ibaretmiş!

Çelişkileri görebiliyor musunuz? Dün askerin aşırı iktidarından şikayetçi olanlar bugün iktidarsızlığından, dün iktidarın iktidarsızlığından şikayet edenler bugün aşırı iktidarından şikayet ediyorlar.

Kimler bunlar? Varlığını demokrasiye borçlu olarak demokrasinin nimetlerinden sonuna kadar yararlanmış ve semizlenmiş kişiler!

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Siyasiler böyle de, yine varlığını demokrasiye borçlu olan özgür basın farklı mı? Tabii ki farklı değil...

Siyasilerden sonra çok değerli bir kısım basın mensuplarımız da sahnedeki yerlerini aldılar ve konuyla ilgili, konuyu sulandıracak ve kuşkulu hale getirecek ne kadar argüman varsa, dahiyane bir şekilde dile getirdiler.

Manşetler ortaktı: Cumhuriyet tarihinde bir ilk!

İlk olduğuna göre altında bir bit yeniği olmalı, denmek istendi.

"İlk"ten kuşku yaratmaya çalışanlar nedense YAŞ kararlarına karşı YAİM'e başvurmanın ve YAİM'in de yürütmeyi durdurma ve terfi kararı vermesinin de bir ilk olduğunu atladılar ya da görmezden geldiler.

Mehmet Tezkan gibi bazı gazeteciler de zamanlamaya dikkat çektiler ve davanın 4 ay önce açıldığını, neden o zaman işlem yapılmadığını, bugünün beklendiğini sordular. Bundan ilgili komutanların kanuni haklarını aradıkları için cezalandırıldıkları sonucunu çıkardılar. Hatta genelleme yaparak, kanuni haklarını arayan herkesin cezalandırıldığını ileri sürdüler.

Çok ağır ve rejimin özüyle ilgili suçlamalardı bunlar. Bu suçlamaları yapanlar, ilgili komutanların "Hükümeti devirme planları içerisinde yer aldıkları" iddiasıyla yargılanmakta olduklarını "es" geçtiler! Tümgeneral Helvacıoğlu'nun Cumhurbaşkanı'nı, Başbakan'ı, İçişleri Bakanı'nı, kabine üyelerini, bazı iş adamlarını ve cami cemaatlerini fişledği ileri sürülmektedir.

Anayasa'ya ve ilgili kanunlara göre amir hükümet, memur komutanlardır... Ama memur amirini düşürmeye çalışıyor! Üstelik söz konusu olan amir koca Türkiye'yi yönetiyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? İş Kanunu bile işverene sadakatla bağdaşmayan eylemlerde bulunan işçi hakkında işverene "haklı fesih" hakkı tanıyor.

Dört ay önce bu işlemi neden yapmadınız, sorusunu soranlar acaba Türkiye'de yaşamıyorlar mı? Daha üç yıl önce bu ülkede Genelkurmay Başkanı iktidarı uyarıcı mahiyette basın toplantıları düzenlemiyor muydu? Hükümete e-muhtıra verilmedi mi? Bu ülkede askerin gizli ve herkesçe kabul edilen bir dokunulmazlık zırhı yok muydu?

Bu bir süreç meselesidir. Türkiye adım adım sivilleşiyor ve demokrasi limanına doğru yelkenlerini dolduruyor. Aslında sürecin çok hızlı da geliştiği söylenebilir.

Bu süreci en iyi özetleyen Güngör Mengi olmuştu. YAŞ kararlarından hemen önce yargının bazı müvazzaf subaylar hakkında yakalama ve ifadeye çağırma kararları almasına çok şaşıran Mengi "Ne günlere kaldık" başlığıyla bir yazı yazmış ve bu yazısında, bugün yaşananları 8 yıl önce rüyamızda görsek inanamazdık, demişti.

Üç generalin görevden alınmasıyla ilgili ilginç bir neden de, duayen ve 28 Şubat'ın mağduru gazeteci Mehmet Ali Birand tarafından ortaya atıldı.

Dün tv.lerdeki akşam haberlerini izlerken bir ara Kanal D'yi izlemeye başladım. Konu günün flaş haberiyle ilgiliydi. Birand, konuyla ilgili Ankara muhabirini konuşturmaktaydı. Birand, kendine has habere heyecan katan "kekeç" üslubuyla muhabiri konuşturuyor muydu yoksa sorguya mı çekiyordu, belli değildi. Ama konuyla ilgili kendisinin bir önyargısının olduğu çok açıktı. Adeta uzman bilirkişi edası verdiği muhabire bu önyargısını onaylatmaya çalışıyordu.

"Görevden alma askerlerin 29 Ekim resepsiyonunu boykot etmelerine bir misilleme olabilir mi, Erhan ?" diye sordu Brand.

Zavallı muhabir bu soruya ne cevap versin? "Olabilir" dese nereden biliyorsun, "olamaz" dese patronunu refüze etmesi söz konusudur. Tam bir "aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık" sendromu... Erhan, soru üzerine yutkundu, üzerine laf getirmeye çalıştı ama nafile, Brand israrlıdır, ikinci kez tekrarladı soruyu...

Çaresiz Erhan, "olabilir" demek zorunda kaldı!

Ortaya atılan butun bu nedenler, bu olasılıkların hepsi ilgili askerlerin aslında masum oldukları, haksız yere mağdur edildikleri, iktidarın iktidarını pekiştirmek için gözbebeğimiz TSK'yı sindirmeye çalıştığı kuşkularını yaymaya matuftur.

Nasrettin Hoca'nın fıkrasında olduğu gibi "hırsızın suçu" göz ardı edilmektedir.

Birand'ın da bu konumda olması çok ilginçtir. Çünkü Birand, 28 Şubat sürecinde askerin uydurma bir fişlemesiyle işsiz kalmış ve hayatını verdiği gazetecilik mesleğini tümden kaybetme noktasına gelmişti. Yani mesleki olarak katledilmeye çalışılmıştı. Tümgeneral Helvacıoğlu'nun o dönemde de fişlemelerde görev aldığı iddia edilmektedir.

Aynı Birand, Hanefi Avcı'nın bürosunda bulunduğu iddia edilen ses kasetleriyle ilgili de şikayetçi olmamıştı.

Psikolojideki patalojik bir olguya göre maktül katiline hayranlık duymaktadır. Birand da mesleki katillerine hayranlık mı duymaktadır acaba? Yoksa bilmediğimiz başka bir şey mi vardır?

Oysa konu normal mecraında ve Türkiye şartlarında analiz edildiğinde olabildiğince doğaldır. Bir kere Türkiye, demokrasinin geliştiği bir Batı ülkesi değildir. Orada bu konular gündeme bile gelmez. Bizde geldiğine ve olağanüstü etkiler gösterdiğine göre demek ki anormal olan biziz.

İkincisi; YAŞ, sivil ve askerden oluşan karma bir kuruldur. Hukuken sivil üstün olsa da fiilen asker üstündür. Geçmiş iktidarlarda, istisnaları saymazsak, sivillerin yetkileri formaliteden öteye geçmemiştir. ilk defa bu hükümet döneminde, ihtirazi kayıtlardan başlanarak son YAŞ kararlarındaki müdahaleyle, hukuki yetkiler tam olarak kullanılmıştır. Buna rağmen ilgili subayların emekliye sevk edilmesi yapılamamıştır. Askeri kesimin mesleki dayanışma ve korumacılık içerisinde blok halinde davrandığı ve kamuoyunda toplu olarak istifa edebileceklerinin konuşulduğu bir ortamda bunu normal karşılamak gerekir. Hükümet kamuoyunu ikna ederek, kamuoyu oluşturarak adım adım, başka bir anlatımla da hazmettire hazmettire süreci yönetmektedir. Bu konuda çok başarılı olduğu da yadsınamaz.

YAŞ kararlarından sonra üç subay, bir ilk olarak YAİM'e gittiler ve davayı kazandılar. YAİM'nin ileri demokrasilerde olmadığı düşünülecek olursa bu kararda da, hukukun dışında mesleki dayanışmanın etkili olmuş olabileceği düşünülebilir.

Kaldı ki karar haklı da olsa siyasi iktidarın yetkilerinin by-pass edilmesi söz konusudur. Eğer iktidar görevden alma yetkisini kullanmasaydı işte o zaman da "müktedir olamadınız" suçlamasına hedef olacaktı. Bu olayın sembolik anlamı çok daha fazlaydı. Kendisini fişlemiş, kuyusunu kazmış memuruna bile bir şey yapamıyor, "eyvallah" diyor, durumu ortaya çıkacaktı.

Zaten aylar öncesi Baykal tarafından da, Kılıçdaroğlu tarafından da "neden bu yetkinizi kullanmıyorsunuz, neden görevden almıyorsunuz" şeklinde tahrik edilmemiş miydi iktidar?

Burada antiparantez bir soru sorulabilir: Acaba yüksek rütbeli müvazzaf subayların görevden alınmalarını Baykal ve Kılıçdaroğlu gerçekten istiyorlar mıydı? Benim kanaatime göre bu sorunun cevabı "hayır"dır. Bence, iktidar nasılsa yapamaz ve iktidarsız olduğu tesçillenir, düşüncesi hakimdir. İktidar gaza gelip isteneni yapsa bile bu defa da askerin sabrı taşar, Türkiye karışır ve bundan geçmişte olduğu gibi bir "beleş iktidar" çıkar, hesapları olabilir. Yani çift taraflı bir tahrik söz konusudur. Bugün aynı partinin yetkili ağızlarının askeri savunmaları bu görüşümü teyit etmektedir.

Neden bugün görevden alındılar? YAİM'nin kararını uygulamak için gerekli olan 60 günlük süre dolmak üzeredir de ondan. Yani 29 Ekim'in bu sürenin içinde kalması tamamen tesadüftür.

Askerin 29 Ekim resepsiyonunu boykot etmesi tabii ki normal kabul edilemiyecek bir olaydır. Ama hükümeti devirme planları içerisinde yer alan subaylara terfi vermek zorunda bırakılmak çok daha önemli bir olaydır.

Son olarak Mehmet Tezkan'ın sorduğu bir soruya da cevap vermek istiyorum. Soru şudur: Neden Balyoz Davası'ndaki bütün subaylar değil de bu üç subay? Bu soruya bir değil birkaç cevap verilebilir.

Birinci cevap: Bu üç subaya isnat edilen eylemler çok daha büyük olabilir. Bazı subaylar, ilgili kanunun ifade ettiği görevden almayı gerektirecek suç kapsamında olmayabilirler.

İkinci cevap: Üst görevlerde bulunan çok sayıda subayın bir anda görevden alınmaları bütün hiyerarşıyı ve disiplini yerle bir ederek orduyu zaafa uğratır ve tamiri imkansız güvenlik zararlarına sebep olabilir. YAŞ kararlarından sonra kuvvet komutanlarının toplu olarak istifa edecekleri söylentisi bile Türkiye'yi haklı olarak ne kadar da tedirgin etmişti. Yani burada bir zorunluluk söz konusudur.

Üçüncü cevap: İlgili kanun bakanlara takdir hakkı vermiştir. Bakanlar da takdir haklarını bu yönde kullanmışlardır.

Bu yazıma konu olan flaş gündemle ilgili hukuk zemininde en makul açıklamayı TSK yaptı. Yapılan açıklamada "hükümet kanunun verdiği takdir hakkını kullanmıştır" denildi.

Bu sözün, varlığını demokrasiye borçlu olup, demokrasinin nimetlerinden de sonuna kadar yararlanan ama demokrasi tekerine çomak sokmaya çalışanlara "kapak" olmasını diliyorum.

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..