Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Üç hikâye, Üç ders

Küçük hikâyelerde çoğunlukla büyük anlamlar vardır. Anlatmak istediklerinizi insanların zihinlerinde kalıcı kılmanın da bir yoludur küçük hikâyeler. Bu sayede uzun izahlara gerek duymadan meramınızı anlatabilirsiniz. Mesnevi bu tarzda yazılmış bir eserdir. Bu hafta bu tarz üç hikâyeyi sizinle paylaşmak istiyorum İşte ilk hikâyemiz:

Terbiye mi, cibilliyet mi?

İki adamdan birisi : “Cibilliyet ( huy, yaradılış, maya) terbiyeden daha önemlidir.” derken, diğeri: “Terbiye cibilliyetten daha önemlidir.” der. İş inada binince terbiye cibilliyetten daha önemlidir, diyen adam ‘Haklılığımı ispatlayacağım.’ der. Bir süre belirleyip tekrar buluşacakları yer ve saati söyleyerek ayrılırlar.

Zamanı gelince insanlar belirtilen yer ve saatte toplanırlar. Terbiyenin daha önemli olduğunu söyleyen adam, yanında bir kediyle gelir. Sonra da yanında getirdiği kedinin ön ayaklarına tepsiyle çay verip misafirlere ikram etmesini söyler. Kedi, arka ayaklarının üstünde elinde tepsiyle misafirlere çayları ikram etmeye başlar. Misafirler şaşırırlar. Kedi, cibilliyeti daha önemli gören adamın önüne gelince adam, sürpriz yaparak elindeki kutunun içindeki fareyi salar. Bunu gören kedi, tepsiyi yere attığı gibi farenin arkasından koşmaya başlar. Çaylar, bardaklar yerlere saçılmıştır. Cibilliyetin önemine inanan adam, öteki iddia sahibine bıyık altından gülerek: “ Ne kadar terbiye etsen de, terbiyenin tutması için cibilliyet önemli değil mi?” der.

Ne demiş atalar, asıl azmaz, bal kokmaz. Kişiliği oturmamış insanlar toplum önüne çıktıklarında bu kediyle aynı konumdadırlar. İkinci hikâyede sıra.

Yapmak yıkmaktan zordur.

Yaşlı bir feylesofun ressam bir talebesi varmış. Bir gün bu talebe bir tablo yapıp, hocasına getirmiş. Feylesof tabloyu dikkatle incelemiş, sonunda ona şu tavsiyede bulunmuş. “Bu tabloyu al, umuma açık bir mekânda bir yıl boyunca teşhir et, sergile. Tablonun yanına da bir defter koy. Defterin başına da; ‘Bu tabloda gördüğünüz noksanlıkları, yetersizlikleri ve beğenmediğiniz tarafları lütfen bu deftere kaydedin.’ diye yaz.”

Aradan bir yıl geçmiş. Ressam defteri hocasına getirmiş. Feylesof defterin baştan sona kadar dolu olduğunu görmüş. Defteri okumuş. Sonra talebesine ikinci tavsiyede bulunmuş: “Bu tabloyu al, üzerine hiç rötuş yapmadan aynı mekâna götür. Bu sefer tablonun yanına birkaç fırça ile boya kutularını koy. Bir yıl boyunca teşhir et. Deftere , ‘Bu tabloda gördüğünüz eksiklikleri ve beğenmediğiniz yerleri lütfen bir fırça ile düzeltiniz.’ diye yaz.”

Bir yıl sonra ressam tabloyu ve defteri almaya gitmiş. Deftere bakmış hiç yazı yok; tabloya bakmış, hiç rötuş yok. Hocasına durumu söyleyince hocası şöyle demiş: “Hepimiz eleştirmeyi severiz. Lafla mangalda kül bırakmayız, ama iş icraata geldi mi nutkumuz tutulur. Bir şeyi eleştirirken yapıcı olmalıdır. Tenkit ettiğimiz durumların çözümlerini de üretmeliyiz.” Üçüncü hikâye

Üç zarf

Eski genel müdür, yeni genel müdüre üç zarf bırakır. Başı sıkıştığında ilk zarftan başlayarak zarfları açmasını söyler. Yeni müdürün ilk yıl işleri iyi gider, ama sonra birden bozulmaya başlar. Hemen ilk zarfı açar. Zarfta: ‘Kendinden önceki müdürü suçla!’ yazar. Yeni müdür, hemen önceki yapılanlara atmaya başlar. Bir süre düzelen işler sonra yine bozulur. Hemen ikinci zarfı açar. Zarfta , ’Şirketi yeniden organize et.’ yazmaktadır. Hemen işe koyulur. Sorun çözülür, ama bir süre sonra yine işler kötü gider. Yeni müdür, üçüncü zarfa koşar hemen. Zarfta, ‘Sen de üç zarf hazırla.’ yazmaktadır.

Koltuğa yapışıp kalmamak, üç zarf hazırlayabilmek bilmem kaçıncı kez siyaset arenasında lider seçilenler için erdemli bir davranış olsa gerek.

 
Toplam blog
: 26
: 1002
Kayıt tarihi
: 01.04.10
 
 

Tokat Erbaa doğumluyum. Okumayı seviyorum. Siyaset, tarih ve edebiyat ilgi alanlarım. Hayatı anla..