- Kategori
- Gündelik Yaşam
Ucu kırık nostaji

Oyun oynamak, iyi vakit geçirmek, diğer bir deyişle yaşamak için birbirimize ihtiyacımız vardı. Zira
Seneleer, seneler önceydi. Buralar dutluk değildi belki, yeşilinin tonu da çok değişmedi ama biz fena değiştik.
Zira sokakta, top peşinde, ağaç ardında, bisiklet peşinde, yorulmadan, acıkmadan, güneşin doğuşundan batışına kadar hatta kirden pastan elbiseleri eriyene dek vakit geçiren, mahallesinin ve yaşadığı yerin her santimini bilen, her türlü küçük- büyük esnafını tanıyıp onlar tarafından da tanınan son jenerasyon olarak, ardımızda bıraktığımız iletişmeyi bir türlü beceremeyen dijital jenerasyon kirliliği beni hızlı ve önlenemez bir hüzne sürüklüyor.
İtişip kakışarak tartışmış, ellerimizle bölüşerek paylaşmış, pencere önlerinde çığır çığır birbirimizi oynamaya çağırıp camdan cama konuşarak randevulaşmış bir jenerasyon olarak telefon kullanmaya zerre ihtiyaç duymadan, her öğlen yemek yemeğe evlerimize dağılıp 1 saat sonrasına sözleşerek aynı yerde tekrar buluşmuş bir grup çocuktuk. Bisikletler üstünde yorulmadan sıkılmadan mahalleyi defalarca turlar, bisikletlerimizi aynı tamirciye birlikte götürüp ve benzer süslerle süsler, gözgöze bakarak flört edip, kimselere duyurmadan platonik aşıklar yaşardık. Aynı anda oturup dordurma yedik, paralarımız ortaya toplayıp aynı gün içinde belki de beş kere, aynı bakkaldan lastik top aldık her patlayan ya da huysuz amcanın bahçesine kaçan topun yerine, oyunumuza devam edebilmek için. Ve o top ne kadar çok paraya satın alınmış ya da ne kadar kaliteli olursa olsun, sadece birimize ait olduğu günlerde dahi birimiz istediğinde diğeri topunu paylaşmaktan çekinmedi hiç. O top kime ait olduğu önemsenmeden bir başka birimizin evinde geçirebilirdi geceyi. Alt tarafı toptu sonuçta ve bizi pahalı bir bisikletten daha fazla birbirimize bağlıyordu. Zira bisiklet üstünde yalnız başımızaydık. Bu bir topun etrafında toplanmaktan hayli fazla anlamı olan bir durumdu. Kavga edip eve, annemize koşarak gitsek ve oyun arkadaşlarımızı bir dolu serzenişle şikayet ederek küs de ilan etsek, en fazla bir akşam sürerdi o çatışma. Çünkü ertesi gün oyun devam ediyor olurdu ve biz birbirimizin oyun arkadaşlarıydık. Uzun süre küs kalmamız söz konusu olamazdı. Nitekim bir sonraki gün oyun vakti gelip de o topun etrafına toplandığımızda ne kadar küs de olsak sihirli, görünmez bir çemberle yaklaşırdık birbirimize. Kimse kızgın kalamazdı, çünkü vaktimiz azami ölçüde değerli ve azdı. Sadece akşama kadar oynayabilirdik. Sonra uyumak zorundaydık. Diktatör düzen bunu emrediyordu. Uyumak mecburiyetindeydik! Tanrım ne kadar nefret ediyorduk bu durumdan! Sonuç itibarıyla hayat kısaydı ve hızla akan zaman küs kalmak için fazlasıyla kıymetliydi. Oyun oynamak, iyi vakit geçirmek, diğer bir deyişle yaşamak için birbirimize ihtiyacımız vardı. Zira birlikteyken mutluyduk ve yaşanan problemlerin de hepsi geçiciydi, gayet farkındaydık.
Tüm bunları o yaştaki bir çocuk nasıl düşünür ki dediğinizi duyabiliyorum. Cevabım olan tebessümü, dudaklarıma yerleşmeye başladığı andan, iyice yayılana dek izleyebilmenizi ve gözlerimin önünde, yazdığım şu yazının hemen ardında soluk ve çiziklerle dolu bir film şeridi gibi akan o tarifsiz senelerle ağzına kadar dolu şu tek damla yaşın pırıltısını görebilmenizi çok isterdim. Kimbilir belki kimimiz dudağının köşesindeki gülücüğü, kimimiz ise göz pınarının ucundaki o ışıltıyı kaybettiğimizden soğuduk birbirimizden.