- Kategori
- Kültür - Sanat
Ülkü Taşlıova ile Röportaj
Babalar ve kızları röportaj serisi 1
Şeref Taşlıova’nın kızı Ülkü Taşlıova ile röportaj
Sayın Ülkü Taşlıova sizi tanıyabilir miyiz?
Tabi ki, Aslen Kafkas göçmeniyiz. Dedelerimiz doksan üçharbi(1877-1878 Osmanlı Rus savaşı) dönemde, Bugün Gürcistan sınırları içinde olan Terekeme (Karapapak) yurdu olan Borçalı’dan Çıldır’a, oradan da köyümüze yani Gülyüzü (Pehreşen) Köyüne yerleşmiş. Kuşaklar boyu burada doğduk, büyüdük. Akrabalarımın çoğu hala köyümüzde yaşarlar. Ardahan il olunca İlçemiz Çıldır’ı da Ardahan’ a bağladılar, bizim köyü de Kars’ a bağlı olan Arpaçay İlçesine dâhil ettiler. Şimdi Arpaçay’ lıyım.
Ben de 1963 yılı Kars Çıldır doğumluyum. 1998 yılında Ankara’ya yerleştim. Bir kamu kuruluşunda görev yapmaktayım. İki kızım ve dört torunum var.
Siz çok ünlü ve çok kıymetli bir aşığımızın kızısınız. Babanızla yaptığım röportajı okumuşsunuzdur. O, röportajdaki bir soruma “Çocuklarım edebiyatı çok severler. İlgilenirler.” diye cevap vermişti. İkinci röportajım maalesef tamamlanmadı. Sizin edebiyatla tanışmanız nasıl oldu?
Teşekkür ederim. Evet, hem sanatıyla hem aile içinde ki tutumuyla gerçekten kıymetli bir insanın kızıyım. Bunun içinde her zaman haklı gurur duyduğum gibi şanslı olduğumu da biliyorum.
Röportajınızı okudum. Nefis bir söyleşi… Samimi ve içten… İkinci söyleşinizin yarım kalması ne hazin ne derin üzüntüdür. Babamın buyurduğu gibi ailede hemen hemen herkes edebiyatı sever ve ilgilenir. Kimi şiir yazar, kimi deneme. Erkek kardeşim Muammer Mete Taşlıova akademik olarak da edebiyatçıdır. Şu anda Türk Dili ve Edebiyatı Edebiyat Türk Halk Bilimi alanında Doçent Doktordur. Yıldırım Beyazıt Üniversitesinde bölüm başkanlığı yardımcılığını yürütüyor. Profesörlüğü almasına az kaldı.
Harika Hocam, ben edebiyatla tanışmadım. Edebiyatın içine doğdum. Gözümü açtığımdan beri başka bir hayat görmedim. Babamın evde olmadığı zamanlarda da biz ailece edebiyatı yaşardık. Babaannemin, anneannemin ninnileri, masalları, tekerlemeleri, âşıkların türküleri, koçaklamaları, göç hikâyeleri ile büyüdük. Kulaklarımız ve gönlümüz fark etmeden edebiyatla dolmuş.
Köyde yaşadığımız zamanlardan tutunda, Ankara’ da son anına kadar babam hep yazıp çizerdi. Siyah kapaklı daktilosunun sesi evimizin her köşesinde duyulurdu. Okuduğu gazetesinin köşesinde, kitabının iç kapağında, yâda her hangi bir kâğıda sürekli yazardı.
Bir kız çocuğu düşünün hocam, evcilik oynarken evinde mutlak kütüphane oluşturuyor… Kâğıtlardan keserek yaptığı küçük kitapları oyuncak evine diziyor... O çocuk bendim hocam. İğne iplikle dikerek yaptığım kitaplar benim en kıymetli oyuncağımdı. Çünkü bizim evde çok kitap vardı ve çok kıymetliydi her biri. Hala da öyledir.
Demek istediğim, benim edebiyattan ayrı bir dünyam hiç olmadı. İyi ki de olmamış. Kitapsız bir evi mutsuz bulduğum gibi, edebiyatla tanışmayanı şanssız buluyorum.
Vurgulamadan geçemeyeceğim küçük kızım da Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenidir.
Aileniz hakkında bilgi alabilir miyim? Kaç kardeşsiniz?
Yedi kardeşiz. Altı kız bir erkek. En büyükleri benim. Sırasıyla isimlerimiz Ülkü, Benire, Songül, Çiğdem, Muammer Mete, Dilek ve Zübeyde. Birçok da yeğenler, torunlar… Bir de babamın manevi evlatları var. Kalabalık bir aileyiz hocam.
Evladının gözünden Şeref Taşlıova’yı tanımak istesem neler söylerdiniz?
Bana göre Şeref Taşlıova aldığım nefes ve tükenmeyecek aşktır. Vatandır, bayraktır. Halk ve Hak aşığıdır. İnsandaki gönül denilen halin ete kemiğe bürünmüş şeklidir. Edeptir, erkândır. Derin felsefedir. Saflığın en berrak halidir. İnce duygu, kırılan kalptir. Temiz sözlü, muhabbeti şerbet, Kibarı kelamdır. Gerçek bir babadır babam. İdeal bir eştir. Sabır-ı sebattır. İnce espri, gizli tebessümdür. İnsana, bilgiye, makama saygı, anlayana kültürdür babam. İyi bir dost, vefadır babam. Emektir, çabadır, ümittir babam. Sözdür, sazdır, satırdır, mısradır, hüzünlü hikâye, sanattır, insan olmanın hakiki manasıdır babam. Hayran olunacak insandır babam.
Önemli bir sanatçının evladı olmak nasıl bir duygu?
Nefis bir duygu... Bu konuda kıskanılmak hoşuma gitmiştir her zaman. Nereye gitsem, nerede olsam gönül, hatır, sevgi, saygı kapıları açıktır bana. Müthiş bir haz hocam… O övgülere, o hürmete mazhar olmanın güzelliği büyük bir zenginlik. Allah babamda razı olsun. İnsanlardan iyilik, alaka ve hürmet görmek insanı daha iyi ediyor. Kalbiniz sizi hep iyi olmaya yönlendiriyor. Sevgiyle kat be kat sarmalanıyorsunuz. Hazine insanın evladı olmak büyük bir özellik… Bazı sanatlar günceldir bilirsiniz, bazı sanatlar ise ehliyle beraber sonsuza yaşar. Biliyorum ki babam bu ikinci olandandır. Gerek sanatına olan aşkı, gerek hakka olan aşkı, gerek halka olan aşkı onu çok ötelere taşıyacaktır.
Babanızın saz çalma, beste yapma ve şiir çalışmaları esnasında ne yapardınız?
Değişik zamanlarda değişik şeyler yapardık. Çocukluğumda dizinin dibine dizilirdik. Hele de Kars’ ın kıyamet gibi kışı geldi mi kömür sobasının ısıttığı sıcacık evimizin huzuru masal gibiydi. Soba üstünde tıkırdayan çaydanlığın üstündeki demlikten yayılan çayın nefis kokusu evimizi cennete çevirirdi. Babam çayı çok severdi. Akşam yemekten sonra ki keyif çayımızı her zaman babam demlerdi. Kıtlama şekerle içerdik. Sonra siyah kılıfından çıkardığı sazını önce akort eder, akabinde Âşık Şenlik’ den, Âşık Göyceli Elesker’ den, Aşık Kasım’ dan, Hasta Hasan dan ve şu an aklıma gelmeyen bir çok ustadan türküler okur, sonra hikayelerini anlatırdı. Sonra da gülen yüzüyle, “Senin istediğin bir şey var mı çalayım ana kızım, telli kızım.” diyerek bize dönerdi. Herkesin gönlünü ettikten sonra kendi dünyasına döndürürdü gönlünü.
Gözlerim yaşardı hocam, meğer ne çok özlemişim o zamanları.
Zaman geçtikçe babamın dizinin dibine dizilenler çoğaldı hocam. Torunlar çocuklar derken bazen koro halinde türküler okurduk. Üzgün olduğu zamanlarda annem bizi yanına bırakmazdı. Odasının kapısını kapatarak sazıyla dertleşmesine fırsat verirdi. Sonra kızarmış ıslak gözlerle yanımıza gelir bir şey olmamış gibi bizle sohbet ederdi. Ama biz anlardık.
Orhan Şaik Gökyay ile birbirlerini çok sevdiklerinden söz etmişti. Bu dostlukları nasıl başlamış?
Orhan Şaik Gökyay’ la babamın tanışıklığı yanlış hatırlamıyorsam 1965 yılında Alparslan’ın Anadolu’ ya Girişinin 901. Fetih Yılı Kutlamaları’ nda olmuş. Kars’agelen Orhan Şaik Gökyay, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Gündüz Akıncı ve UNESCO Türkiye temsilcisi Prof. Dr. Bedrettin Tuncel gibi dönemin önemli simaları, âşıkları ilk olarak fetih şenlikleri için yapılan programda, ertesi günde kendi icra ortamlarından olan Kafkas Kahvesinde dinleme imkânı bulmuş. Bu tanışmanın ardından Orhan Şaik Gökyay’ ın gösterdiği yakınlık ile Şeref Taşlıova’yla birlikte Âşık Mevlüt İhsani, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık İlhamı Demir ve Âşık Sabit Müdami 13 Şubat 1966 yılında on altı gün sürecek olan program için İstanbul’ a davet edilmiş. O güne kadar kendi etrafında süre gelen âşıklık geleneği ilk defa devlet erkânı huzuruna çıkmış.
Bu programlarda Açılış konuşmasını Behçet Kemal Çağlar yapmış. Sonra Bu geleneğin İstanbul gibi kültür merkezi şehirde ne bir temsilcisi ne de tam olarak bileni yokmuş. Hepsinin adına Şeref Taşlıova bu görevi üstlenmiş. Ve programın yönetimini yapmış. Bu konuyla ilgi öyle güzel hatıraları var ki babamın hocam, anlatmakla bitmez. Sonra uzun yıllar süren Konya Âşıklar bayramında dostlukları devam etmiş. Aslında dostluk demek eksik olur, Orhan Şaik Gökyay babamı manevi evlat edinmiş. Babama yazdığı mektuplarına hep “OĞLUM” diye başlamış. Babam da kendilerine hep hayırlı evlat olmuştur. Bazen baba oğul, bazen öğretmen öğrenci, bazen usta çırak söyleşilerin yer aldığı nefis yazışmaları, nice duygulu hatıraları var hocam. Bu halleri başlı başına bir konudur. Babam iyi bir arşivci olduğundan bütün bu kıymetli yazışmalar elimizde mevcuttur. Şeref Taşlıova gibi babam, Orhan Şaik Gökyay gibi bir dedem olduğu için kıvanç ve haklı övünç içindeyim. Saygıyla hürmetle anıyorum kendilerini. Allah gani gani rahmet eylesin.
Kars’tan Ankara’ya ne zaman taşındınız ve neden böyle bir karar aldınız?
Galiba 1994 yılının yaz başında taşındık. Babamın işlerinin geneli Ankara'da olduğundan sık sık gidip gelmek zorunda kalıyordu. Gerek annem gerek biz kardeşler taşınmamız gerektiğini düşündük. Babam önce kabul etmedi. Sonra düşündükçe bizi haklı buldu. “Vatanın her yeri bir.” diyerek göçümüzü Ankara yoluna çıkardık. O gün bu gündür buradayız. Buradan başka bir yere de gitmeyiz artık hocam. Babam burada Abdulhâkim Arvasi Hazretlerine, Abdürrahim Karakoç’ a, Horasan Erenlerine, Yakup Çelebi’ye komşu oldu. Rabbim rahmetlerini bol eylesin.
Siz yazarlık alanında çalışmalar yapıyorsunuz. Çok güzel öyküleriniz ve anılarınız var. Özellikle anılarınız çok ilgi çekici… Babaanneniz ve babanızla alakalı olanları beğeniyle ve biraz da hüzünlenerek okudum. Bize babanızla alakalı birkaç anınızı anlatır mısınız?
Beğeniniz için teşekkür ederim hocam. Naçizane karalamalarım oluyor. Dediğiniz gibi daha çok bizim oralarda yaşananlar, anlatılanlar, kaybolmaya yüz tutmuş hatıralar dökülüyor kâğıdıma.
Babamla ilgili öyle çok hatıram var ki. Hangisini anlatayım diye düşünüyorum. Şu an var ya hocam babamın her bir hali gözümün önünden geçiyor. Ne güzel zamanlar, ne kıymetli anlar yaşamışız! Hangisine kalem kâğıt tercüman olabilir ki. Sporla ilgisi yoktu ama Türkiye Milli maçı oldu mu en büyük taraftar olurdu. Hep beraber o maçı coşkuyla seyrederdik. “O sahalarda top koşturmak, kazanmak kadar önemli.” derdi.
İlkokula başladığımda köyde yaşıyorduk. Babamın bana aldığı siyah önlüğü, beyaz yakalığı, geniş beyaz kurdeleyi, beyaz püsküllü çorapları, siyah fiyonklu rugan ayakkabıları hiç unutmuyorum. Kendi elleriyle yerleştirdiği çantamı kapının arkasındaki askıya astığı bu günkü gibi gözümün önünde… O gün ikimizde çok mutluyduk. Beraber defterlerimi ciltlemiştik. Kalemlerimi kendisi açmıştı. Ama öyle sıradan iş gibi yapmıyordu bütün bunları. Hikâyeler anlatarak, tatlı öğütler vererek, beni ümitlendirerek, hayaller kurdurarak, severek, nazlandırarak yapıyordu. Ve bütün bunları yedi kardeşime de yaşattı. Okulun başlamasıyla yeni defter ve kitapların kalıp gibi rengârenk ciltlenmesi bizim eve bayram havası getirirdi. Her yer makas yapışkan, cilt kâğıdı ve etiketle dolu olurdu. Lisedeyken bile defter ve kitaplarımızı babam ciltlerdi. Bir hesaplayın hocam yedi çocuğun defter kitabı… Kaç tane eder bilemedim şu an, ama babam yorulmaz keyifle uğraşırdı. Ne ilginç değil mi hocam babamla ilgili her şey aklımda, oysa hafızam iyi değildir benim, çabuk unuturum her şeyi.
Bir gün ailece oturduğumuz bir akşam sofrasında huzurla lokmalarımıza uzanırken, annemle babam muhabbet ediyordu. Onlar konuşmaya başladığında hepimiz susar pür dikkat dinlerdik. Annem babama ilişmeden edemezdi. Yine öyle bir anda babama dönerek, “Şeref sen niye bizim evlenme yılımızı kutlamadın hiç? Bak elli sene geçti.” dedi. Babam bıyık altı gülerek, “Seni gördüğüm her an içimden şükrediyorum. İyi ki senle evlenmişim diyorum. Başka nasıl kutlanır ki?”diye cevapladı bu soruyu… “Aman anne bunca yıldan sonra evlenme yıl dönümü kutlaması nereden aklına geldi?” dediğimde annem: “Babasının kızı ne olacak. Aynı fikrin adamısınız. Sen biliyor musun bizim düğünümüz babanın askerlik iznini kullanırken oldu. Sonra çekti İstanbul’ a askerliğini yapmaya gitti. O zaman telefon yok, ancak mektupla haberleşirdik o da ne bileyim kaç ayda bir gelirdi. Bir yıl sonra askerden döndüğünde bütün köylü ve akrabalar Şeref’ i karşılamaya köyün ortasındaki yola gittiler. Babaannen, halaların ve bende evde dört gözle yolunu gözlüyorduk.
Arkadaşları ve akrabaları arasında İnce uzun boyuyla herkesin içinde farklıydı. Biz de misafir odasını hazırlamıştık. Göz aydınlığına gelenleri iki üç gün ağırladık.
O zaman ben on sekiz yaşındaydım. Baban askerden gelirken getirdiği dört tahta bavulu üst üste koymuştu. İçinde ne olduğunu merak etmedim desem büyük yalan olur. Hayalimde bana bir sürü hediye getirdiği canlanıyordu. Beyaz leçek, mor tafta kumaş hayal ediyor, hem mutlu oluyordum hem de heyecanlanıyordum. Yaşıtım olan komşu gelinler de sorup durunca, dayanamadım babana sordum. ‘Bavulların içinde ne var? Ne zaman açıp göstereceksin?’ ‘Hemen. İçinde çok güzel şeyler var.’ dedi. Babaannen, amcan, ben merakla bavula gözlerimizi diktik. Birinci bavuldan eski püskü ciltli kitaplar, ikinci bavuldan edebiyat mecmuaları, üçüncü bavuldan saman kâğıt yapraklı yazılı defterler, demet demet kâğıtlar, küçük bavuldan da kara bir daktilo ve boş kâğıtlar çıktı. Babaannen sitem ederek ‘Ay oğul, taze yârin var evde aklına ona küçük bir şey almak gelmedi mi?’ Baban ‘Bunlardan daha güzel ne olur ana. İstediği ne varsa beğensin alsın.’ dedi. Ben bilmem mi babanın hayata bakışını, laf olsun konu olsun diye dedim kızım. Ama getirseydi de fena olmazdı.” dediğinde babamın okumaya incelemeye araştırmaya öğrenmeye verdiği değerin ne olduğunu bir kez daha en derinden anlamıştım. Annem bunları tatlı hatıralar olarak anlatırken bir tarihe mühür vurduğunu bilmiyordu.
O kadar çok yaşanmışlığın arasından seçmek çok zor hocam. Son olarak da son sahnesinde, son yolculuğunda sırtımın nasıl buz tuttuğunu, arkamdaki dağın nasıl yüreğime dağ olduğunu hatırlıyorum. Ve sinemdeki o dağın sızısının dinmediğini söyleyebilirim size.
Bazı yazarların, şairlerin evleri müze haline getiriliyor. Siz böyle bir şey düşündünüz mü?
Evet, hocam, bizimde bu yönde birçok hayalimiz var. İnşallah gerçekleştirebiliriz.
Hikâye kitabı veya anılarınızı topladığınız kitap çıkarmayı düşünüyor musunuz?
Yazdıklarımın tamamı olmasa da birçoğu edebi dergilerde yayınlanıyor. Haddimi aşmadan cesaretimi topladığımda inşallah kitaplaştırma yoluna gideceğim.
Bana söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Bu güzel, duygu yüklü söyleşi için teşekkür ediyorum. Edebiyata, sanata, sanatçıya olan güzel tavrınız biliyor, her zaman saygıyla ve imrenerek bakıyorum. Ayrıca sizi candan bir dost, bir sırdaş, bir hal ehli olarak yorumluyorum. Sizin gibi dostlarımızın varlığından gurur duyuyorum. Babamın bize bıraktığı değerli miraslarımızdansınız hocam. Sizin aracılığınızla bütün sevenlerimize, okuyanlarımıza canı gönülden selam ve hürmetlerimi sunuyorum. Hakkınızı helal ediniz.
Ne demek Ülkü Hanım hakkım varsa helal olsun. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Aile efradınıza da en derin sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ederim Harika Hocam güzel duygularınıza mukabele ediyorum.
HARİKA UFUK