Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '09

 
Kategori
Tarih
 

Ulusal kimlik üzerine...

Ulusal kimlik üzerine...
 

Bu özdeyişi, etnik olarak yanlızca Türk unsurunu öne çıkaran bir ifade olarak anlamamak gerekir...


TÜRKİYE'DE, TARİHİ SÜREÇTE DEĞİŞEN "ULUSAL KİMLİK" ANLAYIŞI...

Atatürk ve düşüncesi hakkında çok sayıda blog yazdım; ve blogların hemem hemen tamamında, O'nun zaman ve ortam koşullarında birbiri ile çelişkili gibi görülen söz ve eylemlerini, o günlerin koşulları içinde değerlendirilmesinin gereğini hep vurguladım...

Atatürk, "yeni durumlar karşısında yeni davranışlar yapabilen"(*) zeki bir liderdi. Atatürk'ün bu kişisel (aslında devrimci) özelliği, bazıları tarafından farklı şekillerde yorumlanabilir... Ancak, ulaşılması gereken büyük bir hedef varsa, küçük hedeflerin etrafından dolaşmak taktik ve stratejik bir hareket tarzıdır...Atatürk bunu hep yapmıştır.

Tüm değişim eylemlerini zaman ve ortam koşullarına uygun olarak gerçekleştirmeye çalışan Atatürk, "ulusal kimlik" tanımlamasında da aynı yolu seçmiştir.


1 Mart 1922 :

Büyük Taarruz öncesi... Birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyulan bir dönem... Bütün ülke halkının topyekün düşmana karşı olması gereken bir zaman... Atatürk, Meclis'in Üçüncü Toplanma Yılı'nı açarken şöyle diyor:

"Efendiler! Türkiye halkı, ırken veya dinen ve harsen müttehit, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ve fedekarlık hissiyatiyle meşhun ve mukedderat ve menafii müşterek olan bir heyeti içtimaiyedir"(1)

Yani, Atatürk özetle, "Türkiye halkı, ırk, din ve kültür birlikteliği olan sosyal bir topluluktur" demektedir.

1 Kasım 1922 :

Kurtuluş Savaşı sona ermiş... Artık devrimlerin uygulama zamanı gelmiş... Ancak, devrimleri gerçekleştirirken biraz ürkütücü olmakla birlikte ikna edici de olmak gerekiyor... Saltanatın kaldırılması sırasında Atatürk'ün ürkütücü yanını daha önceki bloglarımda açıklamıştım. Burada da ikna edici yanına değinmek istiyorum.

Atatürk, saltanatın kaldırılmasının görüşüldüğü Meclis'te yaptığı konuşmada şöyle diyor:

"Türk ve İslam-Türkiye Devleti iki mutluluğun oluş ve ortaya çıkışına kaynak kaynak başlangıç olmakla dünyanın en bahtiyar bir devleti olacaktır"(2)

Görüldüğü gibi Atatürk, bu ifadesi ile Misak-ı Milli'de öngörülen "Osmanlı-İslam" birlikteliğini "Türk-İslam" birlikteliğine dönüştürerek ulusallığın anlamını biraz daha daraltmış ya da o günkü anlayışla öze yaklaştırmıştır.

Halifelik henüz kaldırılmadığı için Atatürk'ün ulus tanımı içinde "din" hala bir unsur olarak yerini korumaktadır. Ancak "Osmanalı" yerine "Türk" sözcüğünün kullanılması ile "ulusal kimliğe" bir adım daha yaklaşılmıştır.

1924 Anayasası :

Bu anayasanın 88.Madesi'nde de, "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur" denerek "Türk" sözcüğü ırkçı bir anlayıştan uzak tutulmuştır.

Ancak bu durum ve bu anlayış sürekli olmamıştır. 1930'lu yıllara gelindiğinde, laik devlet yönetimi yerine oturmuş, Batı tarzı siyasal ve sosyokültürel reformlar, değişen ölçülerde gerçekleştirilmiştir. Bu sıralarda Avrupalıların Türk insanını, Türk tarihini ve uygarlığını aşağılayan görüşleri ve bunun yanında, Türk toprakları üzerindeki gerçek dışı iddiaları "ulusallık" anlayışının sınırlarını tekrar daraltmıştır.

14 Nisan 2009 : Genelkurmay Başkanı'nın açıklaması :

Günümüze kadar gelen süreçte bu anlayış hiç değişmememiştir...Bu süreç içinde sürekli olarak, "Türk milleti" ve "Türk halkı" deyişleri kullanıldı ama "Türkiye halkı" hiç kullanılmadı; bilmiyorum, belki de ben farkına varmadım...Buna rağmen, zaman zaman "Türkiye Cumhuriyeti halkı" deyişinin kullanıldığını söyleyebiliriz sanırım.

Aradan geçen bunca yıl geçtikten sonra, Genelkurmay Başkanı, 14 Nisan 2009'da yaptığı bir konuşmada "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkıdır" deyince, Türkiye'nin gündemi aniden değişti.Çoğu kimse(ben dahil) konuyu demokratik bir açılım olarak algıladı ve bunun yeni bir açılım olduğu konusunda yorumlar yaptı. Ancak üç gün sonra (17 Nisan 2009) yaptığı ikinci bir açıklama ile , üç gün önce yaptığı "Türkiye halkı" açılımının, bana göre, "Türk kimliği"ni zedeleyeceğini düşünürek ilk açılımın sınırlarını daralttı...

Genelkurmay Başkanlığı, bu ikinci açılımı, ya da birinci açılımın biraz daraltılmış şeklini belgelemek için de, Atatürk'ün kendi el yazızı ile yazdığı "Millet" tanımın ya da açıklamasının fotokopisini gösterdi.

Bu tanım aynen şöyle:

Millet Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına türk Mileti denir(3).(
cümleyi orjinal haliyle yazmaya çalıştım. Cümledeki "
Millet" sözcüklerinin altı çizilidir. "Türk" sözcüğünün de ilk harfi, küçük harfle yazılmıştır. (Bunun için, bir önceki bloğuma bakabilirsiniz).

Şimdi akla şöyle bir soru geliyor... Genelkurmay Başkanlığı bu ikinci açıklamayı yapmaya neden gerek duydu? Bu sorunun cevabı bazı yazılı basında farklı şekillerde yorumlandı.

Benim görüşüme göre bu ikinci açılımın nedeni: Birinci açılımın, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı"nın biraz daha ilerisinde olduğu düşünülen "Türkiyelilik" gibi bir kavramın oluşmasına yol açacağı ve bunun da "Türk kimliği"ni zedeleyeceği endişesidir.

Bu ikinci açılım ile, "Türkiye halkı" ve "Türk Milleti" kavramları özdeşleştirilmiştir.

İlginç bir izlenim :

Şu anda önümde bir kitap var... Adı aynen şöyle, "ATATÜRKÇÜLÜK(ÜÇÜNCÜ KİTAP)-ATATÜKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ"... Kitap, Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış ve 1984 yılında Milli Eğitim Basımevi tarafından basılmıştır...

Genelkurmay Başkanlığı'nın hazırladığı bu kitabı satır satır okudum... 274 sayfalık bu kitap, başta "Nutuk, Söylev ve Demeçler, Atatürk'ün kendi yazdığı kitaplar, TBMM'nin açık ve gizli tutanakları, Genelkurmay Atatürk özel arşivi, Atatürk döneminde yaşayan kimselerin hatıraları, yerli ve yabancı yazarların yazdığı kitaplar, dergiler, gazeteler..." olmak üzere 136 kaynaktan alıntı yapılarak hazırlanmıştır.

"İlginçlik bunun neresinde?" diye sorarsınız, hemen yanıt vereyim. 136 kaynaktan yararlanılarak hazırlanan bu kitapta Atatürk'ten alıntı yapılan 779 adet söz ve metinin hiçbirinde, Atatürk'ün el yazılarında kalan "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Millet denir" cümlesine rastlamadım...

Oysaki, bu cümlenin kullanılması gereken o kadar çok konuşması var ki... Ama nedense bu söz, 779 adet alıntının hiçbirinde yok... Buna rağmen, "Türkiye halkı" ile "millet"i ve aynı kapsamda değerlendirilebilecek cümleler, az da olsa var. Örneğin, "Türkiye Cumhuriyeti halkı" zaman zaman kullanılmıştır.

Atatürk'e ait olan ve "Türkiye halkı" ile "millet"i aynı kapsam içinde değerlendiren aşağıdaki cümle de, yine Ayşe Afet İnan'ın dipnottaki kitabından alınmıştır.

"Büyük Millet Meclisi'nde milleti temsil ve idare eden, Büyük Millet mecisinin ve Hükümeti'nin dayandığı parti de bu esas prensip çerçevesinde, ayrım gözetmeden bütün Türkiye halkını kapsayan milletin genel çıkarı ile ilgilidir".

DEĞERLENDİME :

Şimdi ben de, demokrasiye biraz mesafeli yaklaşanların ya da demokratik açılımların ulusallığı zedeleyeceğini düşünenlerin yüreklerine biraz su serpmek için, "ne şiş yansın ne kebap" kabilinden bir değerlendirme yapmak istiyorum... Şimdilik kaydıyla...

Atatürk döneminde oluşturulmak istenen "ulusal kimlik", etnik köken olarak yalnızca "Türk unsuru"na dayandırılmamıştır. Çünkü kurulan yeni Türk Devleti, 1924 Anayasası'nın da öngördüğü gibi "ırk, dil ve din" ayrımı yapmayan "vatandaşlık" anlayışını esas almıştır.

Bu anlayışa göre, "Türk" ismi, dünya üzerinde yaşayan bütün Türkleri değil, belli bir coğrafi alan içinde yaşayan Türkleri ve onların yanı sıra bölgede (ulusal sınırlar içinde) Türk Devleti'ne siyasi sadakat gösteren Türk olmayan, ya da kendini Türk hissetmeyen, diğer insanları da Türk vatandaşı saymaktadır.

Bakınız bu konuda Atatürk ne diyor? "Hiçbir sınır tanımayarak dünyadaki bütün Türkleri, bir devlet olarak birleştirmek, ulaşılamayak bir amaçtır. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylar ile ortaya koyduğu bir gerçektir"(4)

Atatürk'ün, kimileri tarafından "ırkçı" bir yaklaşımla söylediği öne sürülen "Ne mutlu Türküm diyene" özdeyişi de, "din, dil ve soy" farkı gözetilmeden tüm ülke halkını "ulusal birlik ve beraberliğe" davet eden bir çağrı kabul edilmelidir.

Bu özdeyişte kullanılan "Türk" sözcüğünü de, "Türk unsuru"nu öne çıkaran bir ifade olarak değil, tüm ülke halkının (Türkiye halkının) ayrım gözetmeden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne bağlılığının bir simgesi olarak görmek gerekir.

Şimdilik, bu şekilde bir yorumun en doğrusu olacağını sanmak istiyorum.

cdenizkent

(*) Bu ifade, zekanın bilimsel tanımlarından biridir.

(1) M.Kemal Atatürk, Söylev ve Demeçler, Cilt I, s.236

(2) A.g.y. s.297

(3) Ayşe Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, Atatürk Ararştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2000, s.435'ten alıntı yapılmış...Benim okuduğum aynı kitap, Türk Tarih Kurumu Yayını ve 1969'da yayımlanmuş.

(4) M.Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, Cilt II, ss.587
 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..