Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '08

 
Kategori
Arkeoloji
 

Urartu krallığı ve Ayanis (Ağartı) / Rusahinili kalesi

MÖ 9. – 6. yüzyıllar arasında çekirdeğini Van Gölü çevresinin oluşturduğu Urartu Krallığı, Çıldır, Sevan (Gökçe) ve Urmiye Gölleri’nin bulunduğu bölgeleri kapsamaktaydı. Assur kaynaklarında Urartu adı altında tanımlanan krallığın sınırları, kuzeyde Kafkasötesi’ne, doğuda Kuzeybatı İran çlerine, batıda Malatya çevresine, güneyde de Urfa - Halfeti yakınlarına değin uzanmaktadır.

Feodal beyliklerin oluşturduğu bir federatif devlet olan Hurri-Mitanni siyasi birliğinin merkezi otoritesinin zayıflamasıyla tekrar birtakım beyliklere bölünmüş olduğu kabul edilebilir. Orta Assur Devletinin yükselişi ile bu durumdan faydalanan Assur Kralları Hurri prensliklerini kendi hakimiyetlerine geçirmeye çalışırken, bu küçük devletler de varlıklarını korumak amacıyla aralarında birleşerek, düşmana karşı ortak bir savunmada bulunmak zorunda kalmışlardır. Böylece, Assur belgelerinin bildirdiği üzere, MÖ 13. yüzyılda Nairi ve Uruatri ülkeleri ile Assur arasında mücadeleler başlamıştır.

Assur kralı I. Şalmaneser (1274 – 1245) bu ülkeden Uruatri(u) olarak söz etmekte ve 8 kabileden meydana geldiğini bildirmektedir. Daha sonraki Assur kayıtlarında sayıları 60’a değin çıkan bu krallar aslında küçük birer aşiret reisinden başka bir şey değillerdi. Her ne kadar aralarında zaman zaman bir federasyon kurmuşlarsa da, Doğu Anadolu’nun topografik özellikleri nedeniyle federasyon üyelerinin birbirleriyle bağları gevşekti.

Bizim bugünkü ilgilerimize göre Urartu’nun en eski kralı Lutibri’nin oğlu Sardur’dur ve aşağı yukarı MÖ 9. Yüzyılın ilk yarısında Assur kralı Assurnasirpal’ın (MÖ 883 – 859) çağdaşı olarak yaşamıştır. Sardur kendini “ bütün ülkelerin kralı ” olarak adlandırmakta ve böylece Assurlulara karşı rakip olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat Urartu Krallığı’nın gerçekten güçlü bir devlet olarak göründüğü dönem Menua (MÖ 810 –780), Argisti (MÖ 780 –750) ve özellikle II. Sardur (MÖ 760 –730) zamanlarına düşer. Bu devre içinde Urartular, Geç Hititlerle birlikte Ortadoğu’nun en önemli merkezlerini ellerinde bulunduruyorlar ve Assurluların denize inmelerine engel oluyorlardı. III. Sardur’un hüküm sürdüğü yıllar Yunanlıların Doğu ile ilk sıkı ilişkiler kurduğu döneme rastlar. Mezopotamya’nın kapıları olan Kuzey Suriye limanlarına ve onların en önemli şehirlerine hakim olmak sayesindedir ki Hititler ve Urartular, Yunanlıların karşısına Ortadoğu’nun temsilcileri olarak çıktılar ve Doğu Dünyası’nın ticaretine hakim oldular.

AYANIS ( AĞARTI ) / RUSAHİNİLİ KALESİ

A. Araştırmaların Tarihçesi
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Van Projesi ” kapsamına Urartu Döneminde inşa edilmiş Ayanıs kalesini de alınmış ve projede amaçlanan sonuçlar açısından yararlı olacağı düşünülmüş. Bu düşünceyle başlayan kazılar 1989 yılında 25 gün sürmüş.

Ayanıs Kalesi Van’ın 32 km kuzeyinde, Van Gölü’nün kıyısındaki aynı adlı köyün kuzeyinde bulunmaktadır. Kalenin inşa edildiği tepe kuzeyden güneye 150, doğudan batıya 400 metre boyutlarındadır. Tepenin Van Gölün’den yüksekliği 250 metredir. 1989 kazılarına tepenin topografik planının çıkartılması ile başlanmış. Ayanıs Kalesi’nin yayılım ve koruma bandı sınırları saptandıktan sonra tescili için ilgili Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvurulmuş. 1989 kazı sezonunda kalenin beş ayrı noktasında kazı yapmaya karar verilmiş.

1. Doğu Sur – Teras Duvarı: Kalenin doğu yamacında yüzeyden de gözlenebilen bir duvar kalıntısının varlığı saptanabilmekteydi. Burada yüksekliği üç taş sırasına varan bir sur teras duvarı ortaya çıkarıldı. En az iki taş sırası da derine gitmiş.

2. Güneydoğu Yamaç Yapıları: Kalenin olası girişine yakın bir konumda yer alan yapılar yüzey toprağının 50 santim altında bulunmaktadır. Bu nedenle de güneş ışınlarının uygun olduğu bazı durumlarda yüzeyden izlenebilmektedir.

3. Kalenin en yüksek noktası da başlatılan kazılar farklı dönemlerde kullanılan bir yapının bazı yerlerini ortaya çıkarttı. Orta boy ocak taşlarından yapılan ve harç kullanılmayan yapı küçük buluntu vermediğinden kesin olarak tarihlenememiştir. Ancak elde edilen çanak çömlekler genellikle ortaçağ ve Urartu dönemlerine aittir. Olasılıkla Urartu katının üzerine inşa edilen yapı Ortaçağ’a ait olmalıdır.

4. Köylüler tarafından önceki yıllarda açılan ve tahrip edilen bu alan da Yapılan ön çalışmalar bu alanda kerpiç bir yapının varlığını göstermiştir.

5. Güney Sur Duvarı: Ayanıs Kalesi’nin etrafını çevreleyen sur duvarlarını güney yamaçta bulma çalışmaları olumlu sonuç vermiştir. Bu amaçla açılan ilk deneme açmasında sur duvarı tespit edilmiş.

Ayanıs (Ağartı) Kalesi’nde 1989 yıllında yapılan kazılar bu kalenin önemini göstermiştir. 1992 sezonu çalışmaları, kale içinde I., V., VI., VII. ve VIII. No’lu açmalarda sürdürülmüş. 1997 kazıları V., VI., VII., no’lu alanda yapılmış. 1998 kazıları iki ayrı alanda; kalede ve dış kentte sürdürülmüştür. Kaledeki kazılar daha çok VI No’lu tapınak alanı ile VII No’lu pithoslu alanda yoğunlaştırılmıştır.

B. Ayanıs Kalesi ve II. Rusa

Urartu kralları içinde en az Menua kadar yapım faaliyetlerine önem veren bir başka kral Argisti’nin yerine, olasılıkla MÖ 685 yılında tahta geçen II. Rusa’dır. II. Rusa’nın Saltanatı sırasında yaşanılan tarihi olayları yazılı belgelere dayanarak açıklamak oldukça güçtür. Bu konudaki tek belge, 1997 yaz aylarında Ayanıs’ta bulunan Susi Tapınağı’nın cephesinde ortaya çıkartılan 16 metre uzunluktaki yazıttır.

Urartu topraklarında gelişen olayları bir nebze de olsa, krallığın farklı bölgelerinde yürütülen yapım faaliyetlerini dikkate alarak anlamak mümkündür. II. Rusa kendinden önce veya sonra hiçbir kralın yapamadığı sayıda kale inşa etmiştir. Bu kalelerin bir kısmına da kendi adını vermekte çok kararlı olmuştur. Rusa’nın inşa ettiğini epigrafik delillerle bildiğimiz kaleler şunlardır: Gökçe Göl yakınındaki Karmir-Blur (Teişebani), Kuzeybatı İran’da Akçay kenarındaki Bastam (Rusa-i Uru-Tur), Van-Toprakkale (Qilbani Dağı önündeki Rusahinili), Adilcevaz Kef Kalesi ve AyanısKalesi (Eiduru Dağı önündeki Rusahinili). Yukardaki kalelerin yerleri incelendiğinde en az üç tanesinin başkent Tuşpa’nın yakın çevresinde ve başkentin savunma sistemini güçlendirmek için yapıldığı görülür.

II. Rusa’nın saltanatının başladığı tarih gibi sona erdiği tarih de kesin bir sonuca ulaşmamıştır. Konu ile ilgili yazılı kaynakların azlığında başvurulacak arkeolojik veriler de yeterli bilgi vermekten uzaktır. MÖ 645 yılı Rusa’nın tahtı bırakmak durumunda kal-dığına genel olarak inanılan tarihtir. Ancak bu tarihin özellikle Bastam Kalesi’nde ortaya çıkan bazı arkeolojik veriler ışığında daha erkene, olasılıkla da MÖ 650 yıllarına kadar geriye çekilmesi eğilimi vardır. Eğer durum böyle ise II. Rusa, Bastam Kalesi henüz yirmi yaşında iken tahttan ayrılmak durumunda kalmıştır. Son yıllarda Ayanıs Kalesi’nden elde edilen dendrokronolojik (ğaç halkaları ile tarihleme yöntemi) sonuçlar bu konuda kesin sayılabilecek bazı sonuçlar vermiştir. Ayanis’ten elde edilen veriler kalenin inşaası için gerekli ağaç kesimini MÖ 655 yılında başladığını, yoğun ağaç kesiminin 653 ve 652 yıllarında sürdüğünü ve kalenin MÖ 651 yılında tamamlandığını göstermiştir. Bu durumda II. Rusa’ya ait olan en geç tarihli kale Ayanıs olmalıdır. Kalede yapılan kazılar en az iki yapım evresinin var olduğunu, yangın ile tahrip olan kalenin bu yangından sonra onarılarak tekrar belli bir süre kullanıldığını göstermiştir. İkinci kullanım evresinin ne kadar sürdüğü kesin olmamakla beraber en az 4 veya 5 yıl sürmüş olabileceği düşünülmektedir. Bu durumda Ayanıs Kalesi MÖ 645 yıllarına kadar varlığını korumuş olabilir. Bu yıllarda nedeni belli olmayan büyük bir yangın ile kale tamamen tahrip olmuş ve belki de bir daha Urartular tarafından yerleşilmemiştir. Ayanıs Kalesi’nin, II. Rusa’nın 34. saltanat yılında tamamlandığını kabul edilirse ve kalenin en az 5 yıl kullanıldığı varsayılırsa, Urartu kralının tahttan inişi veya saltanatının sona erişi için önerilen MÖ 645 yılı pek de hatalı olmamalıdır. Ayanıs Kalesi’nde ortaya çıkarılan tapınak yazıtı Rusa’nın askeri eylemleri ile ilgili bilgi vermektedir.

C. Mimari
Urartu askeri mimarisi büyük oranda krallığın ana yerleşim alanları ve egemenlik altına aldığı topraklarda inşa edilmiş çeşitli büyüklükteki ve plandaki kalelerden ibarettir. Urartu egemenlik sahası içinde inşa edilen kaleler temelde askeri bir üs, halkın gerektiğinde sığınacağı bir yer, Urartulu asker ve yöneticilerin yaşadığı bir mekanlar topluğu olmasına karşın, bazı farklı işlev ve bu işleve bağlı olarak gelişen bir plana sahiptirler. Urartu’nun merkezi yerleşim alanı olarak nitelenebilecek Van Gölü Havzası’nda inşa edilen kaleler, bu havzayı ve başkent Tuşpa’yı koruyan öncelikli amaçlarının yanında, bölgenin doğal zenginliklerinin krallık yöneticileri tarafından toplanmasında da görev almış olmalıdırlar. Van Gölü Havzası’nda uzaklaştıkça inşa edilen bir çok kaleler, bütün bu işlevlerinin yanında farklı bölgelere düzenlenen askeri seferlerde görev alan birer ikmal üssü ve garnizyon niteliği de taşımaktadırlar. Yöresel idari merkez olarak kullanılan birçok kalenin eteklerinde veya yakın çevresinde, kale içinde oturmayan halkın yaşadığı “ dış kentler ” de vardır. Van Gölü’nün doğu kıyısındaki Ayanıs Kalesi de bunlardandır.

Urartuların Van Gölü kıyısında inşa ettikleri birçok kalenin varlığına karşın bunların bir liman kalesi olup olmadıkları bilinmemektedir. Uzaydan çekilen fotoğraflardan elde edilen veriler, Ayanıs Kalesi’nin göle bugünküden çok daha yakın olduğunu, olasılıkla kalenin göl kıyısındaki bir kayalığın üzerine kurulduğunu göstermektedir. Kalelerin her şeyden önce düşman tarafından kolay ele geçirilmemesi temel amaç olduğundan, dağların ovalara uzanan burunları üzerinde inşa edilmeleri kuralı yaygındır. Ancak çeşitli yönlere giden ticari, askeri ve maden yollarını korumak söz konusu olduğundan bu kural değişebilir. Kalelerin tatlı su kaynaklarına yakın olma gereği yer seçimini etkileyen diğer bir husustur.

MÖ 8. yüzyıllın ortalarında II. Sarduri ile yoğunlaşan cepheye daha önem verme geleneği sur duvarlarında yeni bir yöntemin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ayanıs Kalesi ön cephede farklı taş malzemenin (andezit) ve son derece itinalı bir taş işçiliğinin kullanıldığını bir örnektir. Menua döneminden beri kullanılmakta olan bombeli taş blokları (rustika), yükseklikleri biraz da abartılarak, II. Rusa dönemi mimarisini simgeleyici duruma gelmiş ve gerek kalelerin ön cephelerinde gerekse tapınaklarda yoğun kullanım bulmuştur.

Urartu sur temel duvarlarının üzerinde kerpiç sur bedeni yükselir. Doğu Anadolu gibi kar ve yağmuru bol olan bir coğrafi bölgede kerpiç beden çok az korunarak günümüze kadar gelebilmiştir. Aşağı Anzaf, Patnos Aznavurtepe ve Ayanıs Kaleleri’nden elde edilen veriler, taş temel ile kerpiç kısmın birleştirmek için yassı taş plakaların kullanıldığını göstermiştir. Urartu kalelerinin etrafını çeviren sur duvarlarının yükseklikleri ile ilgili arkeolojik kanıtlar günümüze gelmemiştir. Ayanıs Kalesi’nden ortaya çıkartılan kerpiç beden ancak 3 metreye kadar korunabilmesine karşın, şimdiye dek kazılar ile elde edilen en yüksek kerpiç sur duvarıdır. Sur duvarları arasındaki engebeli alan, toprak ve moloz ile doldurulmakta ve düzleştirilmektedir. Elde edilen alan, üzerine ihtiyaç duyulan yapılar yapılmaktadır. Ayanıs Kaleleri bu durumu kanıtlayan önemli bir örnektir. Ayanis Kalesi içinde akan bir su sisteminin kurulabilmesi tamamıyla bir mühendislik ve planlama işinin sonucudur. Ayanıs Kalesi’nde boyları 2.5 metreyi bulan anıtsal küplerin bodrum katlarına konulduktan sonra üzerine yapıların inşa edildiği gerçektir.

1997 kazı sezonunda Ayanıs Kalesi’nde gün ışığına çıkartılan kare planlı cellalı kule tipli tapınaktır. II. Rusa döneminde inşa edilen Ayanıs tapınakları MÖ 7 yüzyıllın ikinci çeyreğine tarihlenirler ( Res. 16 ). Kule tipli Urartu tapınaklarından günümüze sadece bu tapınakların taş temelleri gelebilmiştir. Çoğu örnekte kireç taşı ancak bazı durumlarda bazalt/andezit (Ayanıs ve Çavuştepe Aşağı tapınak) taşı da kullanılarak inşa edilen taş temeller üzerine kerpiç bir üst yapı vardır. Kare planlı Urartu tapınaklarının dokuzuncusu olan Ayanıs tapınağı, farklı bir anlayış ve teknik sergileyen ünik süslemesi ve en uzun tapınak yazıtıyla günümüze ulaşan en önemli örnektir.

Urartu mimarisinde kule tipli tapınakların dışında standart bir plan şemasına sahip yapılar veya yapı kompleksleri bulmak oldukça zordur. Hemen her Urartu kalesi içinde inşa edilen sarayların da standart bir plan göstermediği gözlenir. MÖ 7. yüzyıllın ilk yarısında II. Rusa tarafından inşa edilen Adilcevaz Kef Kalesi, Karmir-Blur, Bastam veya Ayanıs gibi kalelerdeki sarayların arasında bile plan açısından önemli bir benzerlik yoktur Ancak MÖ 7. yüzyıl saray yapılarının bodrum katları, yükseklikleri çok zaman 2.15 metreyi geçen yüzlerce anıtsal depo küpleri ile doldurulmuştur. Sarayların inşasından önce, kale içinde veya doğrudan oldukları yerde üretilip pişirilerek yerleştirilen anısal küpler her türlü malzemenin depolanmasında ve halka veya diğer kentlere dağıtılmasında kullanılmıştır.

Ayanıs Kalesi’nin güney yamaçlarındaki aşağı kent, diğer örneklerden daha az genişlikteki bir alana yayılmıştır. Ancak kalenin doğusundaki Güney Tepe’nin yamaçlarında varlığı saptanan dış kentin onlarca hektarlık bir alanı kapladığı düşünülmektedir. Kalenin güney eteklerindeki kent çok düzgün duvarlardan ve duvarlar arasında kalan doğu-batı yönünde en az bir, güney-kuzey yönünde ise üç sokaktan oluşmaktadır. Arazinin eğimin dendoğan problemi azaltmak amacıyla yapılan doğu-batı duvarlarının kalınlıkları 2 metreye yaklaşmaktadır. Ana kaya üzerine oturan duvarlar ancak 50 santime kadar korunabilmiştir. Izgara planın oluşturduğu adalar içinde taş duvarları olan dikdörtgen planlı evler vardır.


D. Buluntular
Ayanıs Kalesi’nde payeli salonun sadece bir köşesinde bir kazı sezonu içinde 150’den fazla demir mızrak ucunun bulunması, demirin Urartu’daki kullanım yoğunluğu ile ilgili bilgi vermektedir. Ayanıs kazılarından çıkan bir çok miğfer üzerinde bu miğferlerin, tanrı Haldi’ye sunulan birer adak eşyası olduğu bilinmektedir. Ayanıs’da bulunan iç içe üç tunç miğferin ele geçtiği alan demir miğferlerin veya tunç adak eşyalarının bulunduğu “payeli salondur”. Miğferler üzerinde, alt kenar boyunca uzanan iki band arasında bunların Argisti oğlu II. Rusa tarafından Tanrı Haldi’ye armağan olarak sunulduğu yazılıdır. Miğferler çeşitli merasim sahneleri ile betimlenmiştir.

Ayanıs Kalesi’nde çok sayıda kalkan gün ışığına çıkartılmıştır. Bu kalkanlar dekoratif adak kalkanları ve bezemesiz kalkanlar olarak iki ayrı grupta toplanabilirler. Çapları 60 cm ile 100 cm arasında değişen adak kalkanları üzerinde, bantlar arasına yerleştirilmiş birbirini takip eden aslan ve boğa motifleri vardır. Ayanıs kazılarında ortaya çıkartılan ve çapları 80 cm civarında olan birkaç kalkan bulundukları “payeli salonun” payeleri üzerinde büyük tunç çiviler ile asılmakta idi.

Üzerinde bezeme veya yazıt olmayan sadakların (okdanlıkların) da yapıların çeşitli yerlerine asıldıkları bilinmektedir. Ayanıs kazıları bezemesiz sadakaların diğer silahlar ile birlikte payelerin üst kısımlarına asıldıklarını kanıtlamıştır.

Tunçtan ve pişmiş topraktan yapılmış büyük boyutlu kapların çeşitli yapılar içinde libasyon (dini merasimlerin bir aşamasında gerçekleştirilen sıvı kurban) amaçlı olarak kullanıldıkları Ayanıs Kalesi kazılarında ortaya çıkarılmıştır. Ayanıs Kalesi’nde “ payeli salonda” bulunan tahrip olmuş tunç kazanın, hemen yanında yer alan kireç taşı libasyon sunağı ve kanalları ile dini bir işlevi yerine getirdiği kesindir.

Altın süsleme elemanlarının kişisel takı olarak kullanılmasının yanında çeşitli elbiseleri, kıymetli mobilyaları ve hatta duvar bezemelerini de süsledikleri bilinmektedir. Ayanıs kazılarından çıkan onlarca altın ve tunç üzerine altın kaplama tekniği ile yapılmış rozetler bunu göstermektedir.

Urartu keramiği olarak niteleye bileceğimiz örnekler, “kırmızı açkılı Urartu keramiği” olarak adlandırılan çanak çömleklerdir. Genellikle devetüyü, kahverengi, kiremit veya siyah renkli olan günlük kullanım veya depolama kaplarında ortak özellik, az miktarda ince kum katkıya sahip hamurlardır. Kapların üzerinde hem her zaman astar ve açkı bulmak mümkündür. Bezeme genellikle yoktur. Urartu kalelerinde yürütülen kazılarda bol miktarda bulunan çok büyük boyutlu depolama küpleri, Urartu keramik sanatının çok çarpıcı ürünleri arasındadır. Kale içinde yapılan antsal yapların bodrum katlarına yerleştirilen küplerin boyları değişiklik göstermesine karşın 2.15 metreye vara- bilmektedir.

1996 kazı sezonunda Ayanıs Kalesi’nde ortaya çıkarılan tunç kılıç (veya mızrak) üzerindeki II. Rusa’ya ait yazıt “ Şuri ” sözcüğünün kılıç veya mızrak veya genel anlamda silah olduğunu kanıtlamıştır.

Ayanıs’da başka Urartu yerleşmelerinden çok az bildiğimiz taş kaplar II. Rusa’nın eseri olan Ayanıs kalesine özgü gibi görünmektedir. 1994 kazıları ile sayısı 58’i bulan taş kaplar ortaya çıkarmıştır. Kaplar bir volkanik kayaçtan yapılmıştır. Açma içinde geçirmiş oldukları kuvvetli yangın kapların farklı renklere sahip olmasına neden olmuştur. Kapların boyutları oldukça küçüktür. Ağız çapalrı 3.0 cm ile 13.0 cm arasında değişmektedir. Bu ölçüler taş kapların günlük kullanımdan çok, parfüm kutusu veya süs eşyası gibi, özel amaçlar için kullanıldığını göstermektedir. Formu çıkarılan tüm kapalar kase formundadır. Bazı kaplar hayvan şekilli veya dekoratif özel biçimleri vardır. Kapların bazılarının ağız kenarları üzerinde burgu ile açılan ve çapları 0.2 – 0.4 cm arasında değişen delikler vardır. Kapların bir kısmının kapaklı olduğu ağız kenarları üzerinde kapağın oturması için açılan yuvalardan bellidir. Kapların üzerimdeki motifler genelde geometrik, bitki ve hayvan motifleri olarak üç çeşittir. Geometrik motifler arasında üçgenler, dörtgenler, zig zaglar, çavuş işaretleri, lale motifleri, ve daireler ağırlıktadır.

1998 kazılarında Ayanıs Kalesi içinde çanak-çömleklerin, bullaların, demir ve tunç ok uçlarının yer aldığı 130 adet envanterlik ve 52 adet eser bulunmuş.

SONUÇ
MÖ 612 yılında, Med, İskit ve Babil güçlerinden oluşan bir ordu, Ninive kentine saldırmış ve Yakındoğu’nun büyük gücü Assur Krallığını ortadan kaldırmıştır. Acaba Urartu bu ortak güçten etkilendi mi? Bu konuda farklı görüşler vardır. Bu yıllarda son dönemini yaşayan Urartu MÖ 609 yıllından sonra Medlerin egemenliğine geçmiş olabilir. Ama bu bölgede yapılan araştırmalarda Medlere ait hiçbir yazılı ve arkeolojik belgeye rastlanmaması bu görüşe şüphe ile bakmamıza neden oluyor. Çavuştepe ve Karmir-Blur kazılarında İskit silah ve eserlerinin bulunması Urartu Krallığı’nın İskitler tarafından yıkıldığı görüşünü doğurmuştur. MÖ 609’a tarihlenen Babil kroniklerinde İskitlerin “Urartu topraklarına kadar” ilerlediği belirtilmiştir. Aynı kaynaklar MÖ 608–607 yıllarında Yukarı Dicle vadisindeki Urartu topraklarının da ele geçirildiğini yazar. Bu bilgiler göre Urartu Krallığı en azından bu tarihe kadar varlığını sürdürdü. Urartu ile ilgili en son bilgiler Eski Ahit’te geçer. Yeremya (Jeremiah), kral Zedekiah’ın dördüncü yıllında, MÖ 594, Urartu, Mannea, İskit, ve Medlerin, Babil üzerine saldırmasını ister. Urartu adı bu tarihten sonra Yakındoğu yazılı kaynaklarında bir görünmez.

Urartu Krallığı’na son darbeyi o zaman bölgede tek askeri güç haline gelen Medler vurmuş olabilir. Med kralı Kyaksares ile Lidya kralı Alyattes arasında Kızılırmak yakınında yapılan ve Herodat tarafından da anlatılan savaşa giden Med ordularının, yolları üzerindeki Urartu Krallığı’nı MÖ 590 yılında ortadan kaldırmış olabilir.

Ayanıs Kalesi’indeki yangın Medlerin saldırısının sonunda gerçekleşmiş ise ortada aydınlatılması gerekli sorular vardır. Neden Ayanıs Kalesi içinde hiçbir iskelete rastlanmamıştır ve neden kale yağma edilmemiştir. Kalenin kuşatılması sırasında, karşı konulmadan düşmana teslim edildiğine inanmak doğru mudur? Kalede ele geçen çok sayıda değerli silah ve eşyalar neden düşman tarafından yağmalanmamıştır. Daha önemlisi neden Ayanıs Kalesi’nde II. Rusa döneminden sonraya tarihlenen arkeolojik buluntular yoktur? Bütün bu soruların yanıtları Urartu Kralığı’nın sonunu da aydınlatacaktır. Bu da ancak yapılacak arkeolojik kazılarla olacaktır.

Urartu Krallığı’nın Tarihsel Coğrafyası

MÖ 9. – 6. yüzyıllar arasında çekirdeğini Van Gölü çevresinin oluşturduğu Urartu Krallığı, Çıldır, Sevan (Gökçe) ve Urmiye Gölleri’nin bulunduğu bölgeleri kapsamaktaydı. Assur kaynaklarında Urartu adı altında tanımlanan krallığın sınırları, kuzeyde Kafkasötesi’ne, doğuda Kuzeybatı İran çlerine, batıda Malatya çevresine, güneyde de Urfa - Halfeti yakınlarına değin uzanmaktadır.

Feodal beyliklerin oluşturduğu bir federatif devlet olan Hurri-Mitanni siyasi birliğinin merkezi otoritesinin zayıflamasıyla tekrar birtakım beyliklere bölünmüş olduğu kabul edilebilir. Orta Assur Devletinin yükselişi ile bu durumdan faydalanan Assur Kralları Hurri prensliklerini kendi hakimiyetlerine geçirmeye çalışırken, bu küçük devletler de varlıklarını korumak amacıyla aralarında birleşerek, düşmana karşı ortak bir savunmada bulunmak zorunda kalmışlardır. Böylece, Assur belgelerinin bildirdiği üzere, MÖ 13. yüzyılda Nairi ve Uruatri ülkeleri ile Assur arasında mücadeleler başlamıştır.

Assur kralı I. Şalmaneser (1274 – 1245) bu ülkeden Uruatri(u) olarak söz etmekte ve 8 kabileden meydana geldiğini bildirmektedir. Daha sonraki Assur kayıtlarında sayıları 60’a değin çıkan bu krallar aslında küçük birer aşiret reisinden başka bir şey değillerdi. Her ne kadar aralarında zaman zaman bir federasyon kurmuşlarsa da, Doğu Anadolu’nun topografik özellikleri nedeniyle federasyon üyelerinin birbirleriyle bağları gevşekti.

Bizim bugünkü ilgilerimize göre Urartu’nun en eski kralı Lutibri’nin oğlu Sardur’dur ve aşağı yukarı MÖ 9. Yüzyılın ilk yarısında Assur kralı Assurnasirpal’ın (MÖ 883 – 859) çağdaşı olarak yaşamıştır. Sardur kendini “ bütün ülkelerin kralı ” olarak adlandırmakta ve böylece Assurlulara karşı rakip olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat Urartu Krallığı’nın gerçekten güçlü bir devlet olarak göründüğü dönem Menua (MÖ 810 –780), Argisti (MÖ 780 –750) ve özellikle II. Sardur (MÖ 760 –730) zamanlarına düşer. Bu devre içinde Urartular, Geç Hititlerle birlikte Ortadoğu’nun en önemli merkezlerini ellerinde bulunduruyorlar ve Assurluların denize inmelerine engel oluyorlardı. III. Sardur’un hüküm sürdüğü yıllar Yunanlıların Doğu ile ilk sıkı ilişkiler kurduğu döneme rastlar. Mezopotamya’nın kapıları olan Kuzey Suriye limanlarına ve onların en önemli şehirlerine hakim olmak sayesindedir ki Hititler ve Urartular, Yunanlıların karşısına Ortadoğu’nun temsilcileri olarak çıktılar ve Doğu Dünyası’nın ticaretine hakim oldular.


AYANIS ( AĞARTI ) / RUSAHİNİLİ KALESİ

A. Araştırmaların Tarihçesi
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Van Projesi ” kapsamına Urartu Döneminde inşa edilmiş Ayanıs kalesini de alınmış ve projede amaçlanan sonuçlar açısından yararlı olacağı düşünülmüş. Bu düşünceyle başlayan kazılar 1989 yılında 25 gün sürmüş.

Ayanıs Kalesi Van’ın 32 km kuzeyinde, Van Gölü’nün kıyısındaki aynı adlı köyün kuzeyinde bulunmaktadır. Kalenin inşa edildiği tepe kuzeyden güneye 150, doğudan batıya 400 metre boyutlarındadır. Tepenin Van Gölün’den yüksekliği 250 metredir. 1989 kazılarına tepenin topografik planının çıkartılması ile başlanmış. Ayanıs Kalesi’nin yayılım ve koruma bandı sınırları saptandıktan sonra tescili için ilgili Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvurulmuş. 1989 kazı sezonunda kalenin beş ayrı noktasında kazı yapmaya karar verilmiş.

1. Doğu Sur – Teras Duvarı: Kalenin doğu yamacında yüzeyden de gözlenebilen bir duvar kalıntısının varlığı saptanabilmekteydi. Burada yüksekliği üç taş sırasına varan bir sur teras duvarı ortaya çıkarıldı. En az iki taş sırası da derine gitmiş.

2. Güneydoğu Yamaç Yapıları: Kalenin olası girişine yakın bir konumda yer alan yapılar yüzey toprağının 50 santim altında bulunmaktadır. Bu nedenle de güneş ışınlarının uygun olduğu bazı durumlarda yüzeyden izlenebilmektedir.

3. Kalenin en yüksek noktası da başlatılan kazılar farklı dönemlerde kullanılan bir yapının bazı yerlerini ortaya çıkarttı. Orta boy ocak taşlarından yapılan ve harç kullanılmayan yapı küçük buluntu vermediğinden kesin olarak tarihlenememiştir. Ancak elde edilen çanak çömlekler genellikle ortaçağ ve Urartu dönemlerine aittir. Olasılıkla Urartu katının üzerine inşa edilen yapı Ortaçağ’a ait olmalıdır.

4. Köylüler tarafından önceki yıllarda açılan ve tahrip edilen bu alan da Yapılan ön çalışmalar bu alanda kerpiç bir yapının varlığını göstermiştir.

5. Güney Sur Duvarı: Ayanıs Kalesi’nin etrafını çevreleyen sur duvarlarını güney yamaçta bulma çalışmaları olumlu sonuç vermiştir. Bu amaçla açılan ilk deneme açmasında sur duvarı tespit edilmiş.

Ayanıs (Ağartı) Kalesi’nde 1989 yıllında yapılan kazılar bu kalenin önemini göstermiştir. 1992 sezonu çalışmaları, kale içinde I., V., VI., VII. ve VIII. No’lu açmalarda sürdürülmüş. 1997 kazıları V., VI., VII., no’lu alanda yapılmış. 1998 kazıları iki ayrı alanda; kalede ve dış kentte sürdürülmüştür. Kaledeki kazılar daha çok VI No’lu tapınak alanı ile VII No’lu pithoslu alanda yoğunlaştırılmıştır.


B. Ayanıs Kalesi ve II. Rusa

Urartu kralları içinde en az Menua kadar yapım faaliyetlerine önem veren bir başka kral Argisti’nin yerine, olasılıkla MÖ 685 yılında tahta geçen II. Rusa’dır. II. Rusa’nın Saltanatı sırasında yaşanılan tarihi olayları yazılı belgelere dayanarak açıklamak oldukça güçtür. Bu konudaki tek belge, 1997 yaz aylarında Ayanıs’ta bulunan Susi Tapınağı’nın cephesinde ortaya çıkartılan 16 metre uzunluktaki yazıttır.

Urartu topraklarında gelişen olayları bir nebze de olsa, krallığın farklı bölgelerinde yürütülen yapım faaliyetlerini dikkate alarak anlamak mümkündür. II. Rusa kendinden önce veya sonra hiçbir kralın yapamadığı sayıda kale inşa etmiştir. Bu kalelerin bir kısmına da kendi adını vermekte çok kararlı olmuştur. Rusa’nın inşa ettiğini epigrafik delillerle bildiğimiz kaleler şunlardır: Gökçe Göl yakınındaki Karmir-Blur (Teişebani), Kuzeybatı İran’da Akçay kenarındaki Bastam (Rusa-i Uru-Tur), Van-Toprakkale (Qilbani Dağı önündeki Rusahinili), Adilcevaz Kef Kalesi ve AyanısKalesi (Eiduru Dağı önündeki Rusahinili). Yukardaki kalelerin yerleri incelendiğinde en az üç tanesinin başkent Tuşpa’nın yakın çevresinde ve başkentin savunma sistemini güçlendirmek için yapıldığı görülür.

II. Rusa’nın saltanatının başladığı tarih gibi sona erdiği tarih de kesin bir sonuca ulaşmamıştır. Konu ile ilgili yazılı kaynakların azlığında başvurulacak arkeolojik veriler de yeterli bilgi vermekten uzaktır. MÖ 645 yılı Rusa’nın tahtı bırakmak durumunda kal-dığına genel olarak inanılan tarihtir. Ancak bu tarihin özellikle Bastam Kalesi’nde ortaya çıkan bazı arkeolojik veriler ışığında daha erkene, olasılıkla da MÖ 650 yıllarına kadar geriye çekilmesi eğilimi vardır. Eğer durum böyle ise II. Rusa, Bastam Kalesi henüz yirmi yaşında iken tahttan ayrılmak durumunda kalmıştır. Son yıllarda Ayanıs Kalesi’nden elde edilen dendrokronolojik (ğaç halkaları ile tarihleme yöntemi) sonuçlar bu konuda kesin sayılabilecek bazı sonuçlar vermiştir. Ayanis’ten elde edilen veriler kalenin inşaası için gerekli ağaç kesimini MÖ 655 yılında başladığını, yoğun ağaç kesiminin 653 ve 652 yıllarında sürdüğünü ve kalenin MÖ 651 yılında tamamlandığını göstermiştir. Bu durumda II. Rusa’ya ait olan en geç tarihli kale Ayanıs olmalıdır. Kalede yapılan kazılar en az iki yapım evresinin var olduğunu, yangın ile tahrip olan kalenin bu yangından sonra onarılarak tekrar belli bir süre kullanıldığını göstermiştir. İkinci kullanım evresinin ne kadar sürdüğü kesin olmamakla beraber en az 4 veya 5 yıl sürmüş olabileceği düşünülmektedir. Bu durumda Ayanıs Kalesi MÖ 645 yıllarına kadar varlığını korumuş olabilir. Bu yıllarda nedeni belli olmayan büyük bir yangın ile kale tamamen tahrip olmuş ve belki de bir daha Urartular tarafından yerleşilmemiştir. Ayanıs Kalesi’nin, II. Rusa’nın 34. saltanat yılında tamamlandığını kabul edilirse ve kalenin en az 5 yıl kullanıldığı varsayılırsa, Urartu kralının tahttan inişi veya saltanatının sona erişi için önerilen MÖ 645 yılı pek de hatalı olmamalıdır. Ayanıs Kalesi’nde ortaya çıkarılan tapınak yazıtı Rusa’nın askeri eylemleri ile ilgili bilgi vermektedir.


C. Mimari
Urartu askeri mimarisi büyük oranda krallığın ana yerleşim alanları ve egemenlik altına aldığı topraklarda inşa edilmiş çeşitli büyüklükteki ve plandaki kalelerden ibarettir. Urartu egemenlik sahası içinde inşa edilen kaleler temelde askeri bir üs, halkın gerektiğinde sığınacağı bir yer, Urartulu asker ve yöneticilerin yaşadığı bir mekanlar topluğu olmasına karşın, bazı farklı işlev ve bu işleve bağlı olarak gelişen bir plana sahiptirler. Urartu’nun merkezi yerleşim alanı olarak nitelenebilecek Van Gölü Havzası’nda inşa edilen kaleler, bu havzayı ve başkent Tuşpa’yı koruyan öncelikli amaçlarının yanında, bölgenin doğal zenginliklerinin krallık yöneticileri tarafından toplanmasında da görev almış olmalıdırlar. Van Gölü Havzası’nda uzaklaştıkça inşa edilen bir çok kaleler, bütün bu işlevlerinin yanında farklı bölgelere düzenlenen askeri seferlerde görev alan birer ikmal üssü ve garnizyon niteliği de taşımaktadırlar. Yöresel idari merkez olarak kullanılan birçok kalenin eteklerinde veya yakın çevresinde, kale içinde oturmayan halkın yaşadığı “ dış kentler ” de vardır. Van Gölü’nün doğu kıyısındaki Ayanıs Kalesi de bunlardandır.

Urartuların Van Gölü kıyısında inşa ettikleri birçok kalenin varlığına karşın bunların bir liman kalesi olup olmadıkları bilinmemektedir. Uzaydan çekilen fotoğraflardan elde edilen veriler, Ayanıs Kalesi’nin göle bugünküden çok daha yakın olduğunu, olasılıkla kalenin göl kıyısındaki bir kayalığın üzerine kurulduğunu göstermektedir. Kalelerin her şeyden önce düşman tarafından kolay ele geçirilmemesi temel amaç olduğundan, dağların ovalara uzanan burunları üzerinde inşa edilmeleri kuralı yaygındır. Ancak çeşitli yönlere giden ticari, askeri ve maden yollarını korumak söz konusu olduğundan bu kural değişebilir. Kalelerin tatlı su kaynaklarına yakın olma gereği yer seçimini etkileyen diğer bir husustur.

MÖ 8. yüzyıllın ortalarında II. Sarduri ile yoğunlaşan cepheye daha önem verme geleneği sur duvarlarında yeni bir yöntemin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ayanıs Kalesi ön cephede farklı taş malzemenin (andezit) ve son derece itinalı bir taş işçiliğinin kullanıldığını bir örnektir. Menua döneminden beri kullanılmakta olan bombeli taş blokları (rustika), yükseklikleri biraz da abartılarak, II. Rusa dönemi mimarisini simgeleyici duruma gelmiş ve gerek kalelerin ön cephelerinde gerekse tapınaklarda yoğun kullanım bulmuştur.

Urartu sur temel duvarlarının üzerinde kerpiç sur bedeni yükselir. Doğu Anadolu gibi kar ve yağmuru bol olan bir coğrafi bölgede kerpiç beden çok az korunarak günümüze kadar gelebilmiştir. Aşağı Anzaf, Patnos Aznavurtepe ve Ayanıs Kaleleri’nden elde edilen veriler, taş temel ile kerpiç kısmın birleştirmek için yassı taş plakaların kullanıldığını göstermiştir. Urartu kalelerinin etrafını çeviren sur duvarlarının yükseklikleri ile ilgili arkeolojik kanıtlar günümüze gelmemiştir. Ayanıs Kalesi’nden ortaya çıkartılan kerpiç beden ancak 3 metreye kadar korunabilmesine karşın, şimdiye dek kazılar ile elde edilen en yüksek kerpiç sur duvarıdır. Sur duvarları arasındaki engebeli alan, toprak ve moloz ile doldurulmakta ve düzleştirilmektedir. Elde edilen alan, üzerine ihtiyaç duyulan yapılar yapılmaktadır. Ayanıs Kaleleri bu durumu kanıtlayan önemli bir örnektir. Ayanis Kalesi içinde akan bir su sisteminin kurulabilmesi tamamıyla bir mühendislik ve planlama işinin sonucudur. Ayanıs Kalesi’nde boyları 2.5 metreyi bulan anıtsal küplerin bodrum katlarına konulduktan sonra üzerine yapıların inşa edildiği gerçektir.

1997 kazı sezonunda Ayanıs Kalesi’nde gün ışığına çıkartılan kare planlı cellalı kule tipli tapınaktır. II. Rusa döneminde inşa edilen Ayanıs tapınakları MÖ 7 yüzyıllın ikinci çeyreğine tarihlenirler ( Res. 16 ). Kule tipli Urartu tapınaklarından günümüze sadece bu tapınakların taş temelleri gelebilmiştir. Çoğu örnekte kireç taşı ancak bazı durumlarda bazalt/andezit (Ayanıs ve Çavuştepe Aşağı tapınak) taşı da kullanılarak inşa edilen taş temeller üzerine kerpiç bir üst yapı vardır. Kare planlı Urartu tapınaklarının dokuzuncusu olan Ayanıs tapınağı, farklı bir anlayış ve teknik sergileyen ünik süslemesi ve en uzun tapınak yazıtıyla günümüze ulaşan en önemli örnektir.

Urartu mimarisinde kule tipli tapınakların dışında standart bir plan şemasına sahip yapılar veya yapı kompleksleri bulmak oldukça zordur. Hemen her Urartu kalesi içinde inşa edilen sarayların da standart bir plan göstermediği gözlenir. MÖ 7. yüzyıllın ilk yarısında II. Rusa tarafından inşa edilen Adilcevaz Kef Kalesi, Karmir-Blur, Bastam veya Ayanıs gibi kalelerdeki sarayların arasında bile plan açısından önemli bir benzerlik yoktur Ancak MÖ 7. yüzyıl saray yapılarının bodrum katları, yükseklikleri çok zaman 2.15 metreyi geçen yüzlerce anıtsal depo küpleri ile doldurulmuştur. Sarayların inşasından önce, kale içinde veya doğrudan oldukları yerde üretilip pişirilerek yerleştirilen anısal küpler her türlü malzemenin depolanmasında ve halka veya diğer kentlere dağıtılmasında kullanılmıştır.

Ayanıs Kalesi’nin güney yamaçlarındaki aşağı kent, diğer örneklerden daha az genişlikteki bir alana yayılmıştır. Ancak kalenin doğusundaki Güney Tepe’nin yamaçlarında varlığı saptanan dış kentin onlarca hektarlık bir alanı kapladığı düşünülmektedir. Kalenin güney eteklerindeki kent çok düzgün duvarlardan ve duvarlar arasında kalan doğu-batı yönünde en az bir, güney-kuzey yönünde ise üç sokaktan oluşmaktadır. Arazinin eğimin dendoğan problemi azaltmak amacıyla yapılan doğu-batı duvarlarının kalınlıkları 2 metreye yaklaşmaktadır. Ana kaya üzerine oturan duvarlar ancak 50 santime kadar korunabilmiştir. Izgara planın oluşturduğu adalar içinde taş duvarları olan dikdörtgen planlı evler vardır.


D. Buluntular
Ayanıs Kalesi’nde payeli salonun sadece bir köşesinde bir kazı sezonu içinde 150’den fazla demir mızrak ucunun bulunması, demirin Urartu’daki kullanım yoğunluğu ile ilgili bilgi vermektedir. Ayanıs kazılarından çıkan bir çok miğfer üzerinde bu miğferlerin, tanrı Haldi’ye sunulan birer adak eşyası olduğu bilinmektedir. Ayanıs’da bulunan iç içe üç tunç miğferin ele geçtiği alan demir miğferlerin veya tunç adak eşyalarının bulunduğu “payeli salondur”. Miğferler üzerinde, alt kenar boyunca uzanan iki band arasında bunların Argisti oğlu II. Rusa tarafından Tanrı Haldi’ye armağan olarak sunulduğu yazılıdır. Miğferler çeşitli merasim sahneleri ile betimlenmiştir.

Ayanıs Kalesi’nde çok sayıda kalkan gün ışığına çıkartılmıştır. Bu kalkanlar dekoratif adak kalkanları ve bezemesiz kalkanlar olarak iki ayrı grupta toplanabilirler. Çapları 60 cm ile 100 cm arasında değişen adak kalkanları üzerinde, bantlar arasına yerleştirilmiş birbirini takip eden aslan ve boğa motifleri vardır. Ayanıs kazılarında ortaya çıkartılan ve çapları 80 cm civarında olan birkaç kalkan bulundukları “payeli salonun” payeleri üzerinde büyük tunç çiviler ile asılmakta idi.

Üzerinde bezeme veya yazıt olmayan sadakların (okdanlıkların) da yapıların çeşitli yerlerine asıldıkları bilinmektedir. Ayanıs kazıları bezemesiz sadakaların diğer silahlar ile birlikte payelerin üst kısımlarına asıldıklarını kanıtlamıştır.

Tunçtan ve pişmiş topraktan yapılmış büyük boyutlu kapların çeşitli yapılar içinde libasyon (dini merasimlerin bir aşamasında gerçekleştirilen sıvı kurban) amaçlı olarak kullanıldıkları Ayanıs Kalesi kazılarında ortaya çıkarılmıştır. Ayanıs Kalesi’nde “ payeli salonda” bulunan tahrip olmuş tunç kazanın, hemen yanında yer alan kireç taşı libasyon sunağı ve kanalları ile dini bir işlevi yerine getirdiği kesindir.

Altın süsleme elemanlarının kişisel takı olarak kullanılmasının yanında çeşitli elbiseleri, kıymetli mobilyaları ve hatta duvar bezemelerini de süsledikleri bilinmektedir. Ayanıs kazılarından çıkan onlarca altın ve tunç üzerine altın kaplama tekniği ile yapılmış rozetler bunu göstermektedir.

Urartu keramiği olarak niteleye bileceğimiz örnekler, “kırmızı açkılı Urartu keramiği” olarak adlandırılan çanak çömleklerdir. Genellikle devetüyü, kahverengi, kiremit veya siyah renkli olan günlük kullanım veya depolama kaplarında ortak özellik, az miktarda ince kum katkıya sahip hamurlardır. Kapların üzerinde hem her zaman astar ve açkı bulmak mümkündür. Bezeme genellikle yoktur. Urartu kalelerinde yürütülen kazılarda bol miktarda bulunan çok büyük boyutlu depolama küpleri, Urartu keramik sanatının çok çarpıcı ürünleri arasındadır. Kale içinde yapılan antsal yapların bodrum katlarına yerleştirilen küplerin boyları değişiklik göstermesine karşın 2.15 metreye vara- bilmektedir.

1996 kazı sezonunda Ayanıs Kalesi’nde ortaya çıkarılan tunç kılıç (veya mızrak) üzerindeki II. Rusa’ya ait yazıt “ Şuri ” sözcüğünün kılıç veya mızrak veya genel anlamda silah olduğunu kanıtlamıştır.

Ayanıs’da başka Urartu yerleşmelerinden çok az bildiğimiz taş kaplar II. Rusa’nın eseri olan Ayanıs kalesine özgü gibi görünmektedir. 1994 kazıları ile sayısı 58’i bulan taş kaplar ortaya çıkarmıştır. Kaplar bir volkanik kayaçtan yapılmıştır. Açma içinde geçirmiş oldukları kuvvetli yangın kapların farklı renklere sahip olmasına neden olmuştur. Kapların boyutları oldukça küçüktür. Ağız çapalrı 3.0 cm ile 13.0 cm arasında değişmektedir. Bu ölçüler taş kapların günlük kullanımdan çok, parfüm kutusu veya süs eşyası gibi, özel amaçlar için kullanıldığını göstermektedir. Formu çıkarılan tüm kapalar kase formundadır. Bazı kaplar hayvan şekilli veya dekoratif özel biçimleri vardır. Kapların bazılarının ağız kenarları üzerinde burgu ile açılan ve çapları 0.2 – 0.4 cm arasında değişen delikler vardır. Kapların bir kısmının kapaklı olduğu ağız kenarları üzerinde kapağın oturması için açılan yuvalardan bellidir. Kapların üzerimdeki motifler genelde geometrik, bitki ve hayvan motifleri olarak üç çeşittir. Geometrik motifler arasında üçgenler, dörtgenler, zig zaglar, çavuş işaretleri, lale motifleri, ve daireler ağırlıktadır.

1998 kazılarında Ayanıs Kalesi içinde çanak-çömleklerin, bullaların, demir ve tunç ok uçlarının yer aldığı 130 adet envanterlik ve 52 adet eser bulunmuş.

SONUÇ
MÖ 612 yılında, Med, İskit ve Babil güçlerinden oluşan bir ordu, Ninive kentine saldırmış ve Yakındoğu’nun büyük gücü Assur Krallığını ortadan kaldırmıştır. Acaba Urartu bu ortak güçten etkilendi mi? Bu konuda farklı görüşler vardır. Bu yıllarda son dönemini yaşayan Urartu MÖ 609 yıllından sonra Medlerin egemenliğine geçmiş olabilir. Ama bu bölgede yapılan araştırmalarda Medlere ait hiçbir yazılı ve arkeolojik belgeye rastlanmaması bu görüşe şüphe ile bakmamıza neden oluyor. Çavuştepe ve Karmir-Blur kazılarında İskit silah ve eserlerinin bulunması Urartu Krallığı’nın İskitler tarafından yıkıldığı görüşünü doğurmuştur. MÖ 609’a tarihlenen Babil kroniklerinde İskitlerin “Urartu topraklarına kadar” ilerlediği belirtilmiştir. Aynı kaynaklar MÖ 608–607 yıllarında Yukarı Dicle vadisindeki Urartu topraklarının da ele geçirildiğini yazar. Bu bilgiler göre Urartu Krallığı en azından bu tarihe kadar varlığını sürdürdü. Urartu ile ilgili en son bilgiler Eski Ahit’te geçer. Yeremya (Jeremiah), kral Zedekiah’ın dördüncü yıllında, MÖ 594, Urartu, Mannea, İskit, ve Medlerin, Babil üzerine saldırmasını ister. Urartu adı bu tarihten sonra Yakındoğu yazılı kaynaklarında bir görünmez.

Urartu Krallığı’na son darbeyi o zaman bölgede tek askeri güç haline gelen Medler vurmuş olabilir. Med kralı Kyaksares ile Lidya kralı Alyattes arasında Kızılırmak yakınında yapılan ve Herodat tarafından da anlatılan savaşa giden Med ordularının, yolları üzerindeki Urartu Krallığı’nı MÖ 590 yılında ortadan kaldırmış olabilir.

Ayanıs Kalesi’indeki yangın Medlerin saldırısının sonunda gerçekleşmiş ise ortada aydınlatılması gerekli sorular vardır. Neden Ayanıs Kalesi içinde hiçbir iskelete rastlanmamıştır ve neden kale yağma edilmemiştir. Kalenin kuşatılması sırasında, karşı konulmadan düşmana teslim edildiğine inanmak doğru mudur? Kalede ele geçen çok sayıda değerli silah ve eşyalar neden düşman tarafından yağmalanmamıştır. Daha önemlisi neden Ayanıs Kalesi’nde II. Rusa döneminden sonraya tarihlenen arkeolojik buluntular yoktur? Bütün bu soruların yanıtları Urartu Kralığı’nın sonunu da aydınlatacaktır. Bu da ancak yapılacak arkeolojik kazılarla olacaktır.

 
Toplam blog
: 137
: 1141
Kayıt tarihi
: 14.12.07
 
 

Aklımda sevdiğim şairlerden mısralarla yürüyorum. Yürümeyi unutmuş ve yeniden öğrenen bir çocuk gibi..