- Kategori
- Güncel
Utan/mak
Dün sabah yaklaşık 5 saat süren çabalarıma rağmen işyerime varamadım ve yağmur altında küçük bir İstanbul turu yapmış olarak yarı yoldan eve dönmek durumunda kaldım. Şaşkın, sinirli ve öfkeliydim yaşadıklarıma ama sustum, içime attım. Ben eve varabildim varmasına da bu sefer İkitelli yollarında servis aracı içersinde bir süre mahsur kalan kızkardeşimde kaldı aklım. Şaşkınlığın, sinirin ve öfkenin yanına endişe, merak ve korku da eklendi. Annemin panik haline karşılık benim serinkanlı olmam gerek diye düşündüm; yine sustum ve yine içime attım. Derken eski ve yakın bir dostun babasının saçmasapan bir cinayete kurban gittiği, annesinin de yoğun bakımda olduğu haberini aldım. Varolan hislerime eklenen yenilerine bir ad koyamadım; tanımsız kaldım.
Bütün gün televizyonlarda yaşanan felaketle ilgili haberleri izledim, görüntüleri seyrettim. Kendi yaşadıklarımın koca bir hiç olduğunu kahrolarak fark ettim. Megakent İstanbul’un, Avrupa kültür başkentinin içler acısı halinin başımızdakiler tarafından “derenin intikamı”, “insanların suçu” olarak tanımlanmasını bu sefer şaşırmayarak dinledim. Derken insanlar can derdindeyken mal derdine düşen bazı kendini bilmezlerin “yağmalama” olaylarına, hatta bir vatandaşımızın “ne yapıyorsunuz” şeklinde kendisine uzatılan mikrofona yüzünde pis bir tebessümle ve ağzında eveleyip geveleyerek “insanlar oruç tutmazsa böyle olur” şeklindeki açıklamasına denk geldim. Ve sonra düşündüm kendi kendime içim acıyarak. Gerçekten bunların sorumlusu insanlar değil miydi aslında, biz değil miydik? Kaybettiğimiz zaman, mal ve en önemlisi canlar için hani sürekli kendi kendimize şikayet eden ama bir türlü ses çıkart/a/mayan, değiştirmek adına bir şey yapmayan, en azından çabalamayan ben, sen, o, bizler değil miydik biraz da...
Sizi bilmem ama ben kendi kendimden utandım...