Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '09

 
Kategori
İlişkiler
 

Uzaktaki yakın arkadaşıma

Uzaktaki yakın arkadaşıma
 

Zühal Voigt


Ani ve bir o kadar da radikal bir karardı benimkisi...bir şehirden başka bir şehre taşınmak...

Öyle ya, yıllarca biriktirdiğim; okul, iş, eş-dost, konukomşuyu ve birçok arkadaşımı, dostlarımı geride bırakıp hiç bilmediğim, herkesin kaçmak istediği bir şehre gelmiştim. Elimde haritalarla, sora sora, oraya, buraya gitmeye çalışıyordum. Kasap, manav, pazarcı, her gün lazım olan esnafın alayı yabancı idi...

Artık eskisi gibi selamlaşarak, hâl-hatır sorarak işlerimi halledemiyor; ürkek ürkek, çarpılmadan, kandırılmadan sağsalim eve dönme çabasında olduğum günler başlamıştı.

Aynı dili konuşmanın dışında hiçbir ortak yanımız yoktu. Herkes kendi yalnızlığındaydı bu şehirde. Hem bundan şikayet ediyor, hem de kimse kimseye kapısını açmıyor, yolda selamlaşmıyorlardı. Hatta tiplerine göre kenara çekiliyor, bir şey soran olursa duymamış gibi yanından geçip gidiyordu insanlar.

Kendi başıma; kitaplara, filmlere, şairlere konu olan bu şehri’ karış karış gezmeye karar vermiştim. Gezdim de...

Birileriyle, tek bir kelime bile konuşmadığım günler akıp gidiyordu..

Bir başıma tüm etkinliklere katılmaya, çevre edinmeye çalışıyordum. “Çevremizi tanıyalım!” adını verdiğim yürüyüşlerimden başka, tüm günümü okumakla geçirmeye başlamıştım.

Özlemlerim artıkça, eskileri karıştırıyor, kitaplıktaki, albümlerdeki anılarıma dönüyordum.

Bir gün, lise yıllarımda 3 kız arkadaşımla birlikte tuttuğumuz günlük elime geçti.

Aman Tanrım! neler neler yazmışız...

Ne hayaller, ne platonik aşklar yaşamışız. Olimpiyat şampiyonu Mark Spitz’e aşık olmuş, şiirler yazmış; “benim o! ” diye ciddi ciddi kavgalar etmiş, birbirimize küsmüşüz...

Ardından, Tarık Akan girmiş kalplerimize... Tabii aynı zamanda da, poliüretan dolgu topuklu ayakkabıların üstüne çıkma çabaları...

Yeni yeni şekillenen bedenlerimizi beğenmediğimiz... Saçlarımızı bir o yana, bir bu yana tarayarak sivilcelerimizi saklamaya çalıştığımız, sonunda hocalardan azarı işitip, atkuyruğu yapılan saçlarımız...

Ne zordu, kendimizi sevmemiz...

Tüm bunları tekrar tekrar yaşadım yabancı olduğum bu şehirde; İstanbul’da...

Sonunda bir arkadaşımın önerisi ile internette duygu ve düşüncelerimi yazıya dökmeye başladım. Yazar değil “yazan” olduğumu bilerek.

İşte o zaman, benim için; -gerçekliği hâlâ tartışıla dursun- birçok arkadaş edinme fırsatı doğdu ve bir blog yazanı oldum.

Hemen hemen hergün yazıyor, yazıyordum... Neredeyse anlatmadığım hiçbir konu kalmamıştı. Her türk gibi benim de, her konuda bilgim! vardı. Sitenin etkili ve yetkilileri de görüşlerimizi sorarak bir nev-i; yazı konusu veriyor; burnuna havuç tutulmuş at gibi, aç-bilaç yazıyorduk. Şimdiki gibi...

Yapılan yorumlarla birbirimizin kalbini kazansak da, zaman zaman kalbimizi de kırılıyorduk. Zira “En...” ler yarışı bitmiyordu. Şimdiki gibi...

Benim;“ En...” olma isteği; Mark Spizt’den, Tarık Akan’dan sonra bir daha sivrilmemek üzere törpülenmiş; gerilerde kalmıştı. Küçük bir Buda yutmuşcasına, -yeni terimle- ‘kendi ile barışık’ biri olmaya çalışıyordum artık.

Yıllar bana, insanın, kendini başkasında bularak tanıdığını, sevdiğini öğretti.

O nedenle; “Gitmesem de, görmesem de, orda bir köy var uzakta...” şarkısı ile büyümüş, uzakları da yakın bilen, onlara da sahip çıkan, bütüncül düşünceyi benimseyen, yeri geldiğinde elini uzatan, bir kültürü benimsediğimden; sanalda “sen, kiminle dans ettiğini biliyor musun? “ diyecek kadar, lokmalarını yutamamış, egosu şişkin; insanlara artık sadece ve sadece gülüyorum.

Ayrıca, “Böyle yazma be adam!..” dediğim şairimden; “Bir ağaç gibi tek ve hür, orman gibi kardeşçesine...” yaşamamız gerektiğini de öğrendim.

Tüm bunları, artık mail adreslerini, telefonlarını bildiğim bir dolu sanal(!) arkadaşımla da paylaşmaya başlamış, yeni bir dünya kurmuştum. Öyle ki; eski dostlarımı aramayı bile ihmâl ettiğim oluyordu...

İşte bu arkadaşlarımdan biri ile mailleşirken; yarın (26 Aralık) onun doğumgünü olduğunu öğrendim.

Ona buradan, nice sağlıklı, mutlu, sevdikleriyle -mırnavlarıyla- birlikte uzun bir ömür diliyorum.

O benim “uzaktaki yakın arkadaşım” Zühal Voigt olarak hep kalacak ve bizlere “Uzaktaki Penceremden” adını verdiği blogundan hep seslenecek, tüm diğer sanal(!) arkadaşlarım gibi...

Nice mutlu yaşlara güzel insan Zühal Voigt...

Sevgilerimle...

Saime Eren

 
Toplam blog
: 61
: 771
Kayıt tarihi
: 18.09.08
 
 

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul' da yaşıyorum. Emekliyim. Güncel olayları yorumlamanın yanı..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara