Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '08

 
Kategori
Kitap
 

Valentin'i kim kaybetmiş

Valentin'i kim kaybetmiş
 

Jules Verne'in Çalışma Odası


Açıyorum sayfayı. Blog gir. Kafamdaki bütün cümleler kaçıp gidiyor o emri görüce. Blog gir. Girmeyeceğim. Gece boyunca yankılanmış cümleler halbuki paragraf paragraf. Şeytan dürtmüş kalk kaleme sarıl diye cık... I-ıhh. Yatak sıcak, kaleme giden yol soğuk. Hele bilgisayar kutuplarda sanki. Cümleler sabaha kadar rüzgara bırakılmış çamaşır misali dalgalanıp sonunda kurtulmuş mandalından. Sabah tertemiz bir zihin, bahar ferahlığı, kar beyazı. Tabula Rasa. Yanlış zamanda hortlamış Tabula Rasa. Beyaz sayfalar dizi dizi masanın üzerinde. Boş defterler, tozlu bir masa. Bu tozlarla başım dertte zaten. Birikip duruyorlar masanın ve hayatın üzerinde bir sis gibi. Bulanıklaştırıyorlar herşeyi. Herşeyde bir küf kokusu. Lavanta yaprağı bulmak lazım bir yerlerden. Yıllar önce annemin çamaşır çekmecelerine koyduğu lavanta keseleri gibi serpiştirmeli her kuytu köşeye. Limon kabuğu ve lavanta. Ne harika kılar hayatı. Kokularla sarılı olmalı insan. Seslerle sarılı olmalı.
Portakal bahçesiyle kaynaşamadık hala. Odanın kapısını açıp arada bir göz atıyorum yerinde mi diye. Orada. Cümleler de kafamın içinde. Yuvarlanıyorlar, yankılanıyorlar. Çocuk mu doğursam yazmak yerine? Daha mı az sancılanırım doğururken? Tam karşıda hastahane var. Koşarak kapıdan içeri dalıp bağırsam mesela. Meselem var, meselim var. Çıkaramıyorum doktor bey hanımcığım. Müshil fayda eder mi? Lavman yaptırsam beni zorlar mı? Sonra bir de kelime ishali olmayayım? Zaten gevezeyim. İpin ucunu kaçırırsam fena mazallah. Bağlama büyüsü yaptırmış alt komşum kocasına, kendime yaptırmak zorunda kalmayayım.
Sular seller gibi bereketli cümlelerim. Bir de ulaşsam odadaki sandalyeye. Otursam takır takır dökülecekler kalemden. Kalem kuru kalem. Takır takır oluyor cümleler yazarken. Klavye daha da takırdıyor aman. Takırdamadan yazılmıyor bu meretler. Takır takır tıkı tık tukur. Babaannemin annesinin tahta nalınları duruyor kitaplığın rafında. Giyip yürüsem odada bir aşağı bir yukarı. Volta... Bir iki üç dört beş altı... Altı adım voltanın boyu, benim boyum bir karış. Yatsam yere dümdüz, ne çok boşluk kalır etrafımda. Etrafım çevrem çepeçevrem boşluk. Takır takır takırdıyor boşlukta kalem. Cümleler takırdıyor. Hiç kurtulamadım bu delilik halinden ben. Çocukken de divanın altına yatıp tozları koklar loş duvara dikerdim gözlerimi. Halam da delirmiş böyle. Annemin aklı gider ben de deliririm bir gün diye. Halbuki akıl baştan gideli ohooo. Ama bir kere delirdin mi öğreniyorsun normal numarası yapmayı. Kolay sayılır. Gözlerini fazla döndürme, sorularını sesli sorma yeter. Neruda'nın deli olduğunu nasıl anlamamışlar yahu. Adam koskoca "Sorular Kitabı" yazmış da çakmamış kimse. Borges'in deliliğini de körlüğüne vermişler herhalde... Babaannem rahmetli olmasaydı çıkardım evinin üst katına şimdi, tahta kurularıyla beraber takır takır... Rahmet yağıyor derdi rahmetli, amel oldum derdi, kandili söndür de ekmek yiyelim, açımdan buruluverdi ortalarım derdi. Amaaan aman koca dünya. Yaşar Kemal tanışsaydı babaannemle Meryemce yine "Kara gözlü güzel allahım" der miydi???

 
Toplam blog
: 79
: 1562
Kayıt tarihi
: 24.07.06
 
 

1972 yılıydı. Doğdum. Evde hep kitap okuyan iki kişi vardı. Büyüdüm, okullar okudum. Birşey öğrenmed..