Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

28 Nisan '08

 
Kategori
Deneme
 

Var mısın oyuna?

Sıradan bir saklambaç oyunuyla başladı her şey. Ebe oldu içimizden biri. Gözlerini kapadı, ellerini duvara koydu ve saymaya başladı; 1, 2, 3…. Her birimiz izimizi kaybettirme telaşıyla savrulduk bir yerlere. Kaybettirirken izimizi kendimizi de beraberinde kaybettiğimizi anlamak için aradan yıllar geçmesi gerekecekti. Oyun gereği her birimiz saklanmıştık; kimimiz kuytulara, kimimiz köşelere. O günden sonra kimse görmedi birbirini. Çünkü o günden sonra kimse çıkmadı saklandığı yerden. Belli ki sevmişti herkes bu oyunu. Kabul, ilkin yadırgadık bu yalnızlık halini ama alıştık sonraları. Öyle ya nelere alışmıyordu ki insan?

Ama arada aklımıza gelmiyor değil ‘paylaşmak’ fiilinin yanımızda tam olarak kelime karşılığını bulduğu zamanlar. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içindik. Belki biraz arabesk kaçsa da hepimizin parmağı kanardı, birimizin parmağına diken batınca. Mutluluk hepimizindi, hüzünde. Başarı hepimizindi pek tabi yenilgi de. Evet iyi ve kötü olan her şeyde hepimizin payı vardı ve herkes payına düşeni alırdı.

Her birimiz ağlanacak bir omuzduk bir diğerimiz için. Tutulacak bir el, öpülecek koca bir yürek, kaçılacak bir sığınaktık. Saklambaç oynadık, dağıldık. Hepsi birer çocukluk anısı olarak kaldı hafızalarımızda.

Saklandığımız yerlerde ne oldu nasıl oldu ama büyüdük sonra. Biz büyüdük ve iyiden iyiye yalnızlaştı dünya. Herkes saklambaç oynuyordu sanki. Evet oyun bitmemişti, sürüyordu hâlâ. Sandığımızdan daha tehlikeli biçimde hem de. Oynanan oyunların isimleri ha bire değişse de mantık aynıydı aslında. Ebe olmamak için kazanmak gerekiyordu. Kazanmak içinse birtakım şeyleri kaybetmeyi göze almak. Oyunun tek bir kuralı vardı aslında; kaybettikçe kazanmak. Her ederin bir bedeli vardı nihayetinde. Ama kazanacaklarımızın yanında kaybettiklerimizin lafımı olurdu. Kaybettiklerimize üzülürsek, kazandıklarımızın tadını nasıl çıkaracaktık peki?

Kaybettiğimiz bir omuz olsun. Hem zaten ağlamayı unutalı çok oldu. Devir omuz atma devri zaten, şefkatli bir omuzda ağlama devri değil. Bir el olsun kaybettiğimiz. Hem zaten devir, kolunu kaptırtıyor elini verenlere. Peki bu nasıl bir devir böyle? Nasıl dayanıyor insan kalbi bu acımasızlığa, bu hıza ve hırsa? Evet, bazen şaşırtıyor bu durum beni de birçoğumuz gibi. Saklandığım yerlerde birileri hızla sayarken yerinde, iyiden iyiye artıyor şaşkınlığım. Keşke diyorum sonra hiç bulaşmasaydık bu oyuna, çıkışı yok çünkü biliyorum. Ama sistem oyunlar üzerine kurulmuşken kaçışı yok bu işin onu da biliyorum. Olsa olsa oyun değiştirirsin. Saklambaç yerine körebe oynarsın mesela. Girersin bir çemberin içine, girer bir daha çıkmazsın. Çünkü oyunun kuralıdır bu; ya içindesindir çemberin ya dışında. Sonra bir ebe verirler başına, “kaç derler” sana, “kaç!” Gülmemek için zor tutarsın kendini, çemberin içindeyken nereye kadar kaçabileceğini hesaplarsın. Düşünmeye başlarsın sonra -ki oyun içinde yapmaman gereken bir şeydir bu- çemberin tam ortasındaki gözü bağlı o insan kör de, çemberin içinde koşuşturan onca insan çok mu iyi görüyor sanki, gözünü kazanma hırsı bürümüşken?

Aslına bakarsanız para değildi tüm derdimiz. Tamam, para önemliydi bizim için ama her şey demek değildi. İyi de ne o zaman? Neydi derdimiz? Kazanmak… Aslında çok da önemli değildi ne kazandığımız. Para kazanabilirdik ün de ve tabi güçte. Egomuzu tatmin edebilecek her şeyi ayrım gözetmeksizin kazanmak istedik. Şayet bir villadan geçiyorsa bunun yolu o villa bizim olsun dedik. O araba, o şan, o şöhret. Başka kimsenin değil, yalnızca bizim olsun istedik. Bu nedenle rakip bildik herkesi kendimize. Rakiplerimizle burun buruna olmak canımızı sıktığı için de kuytulara kaçtık, köşelere saklandık. Ama “ha deyince kazanılmıyor bunlar cancağızım” dedi sanki birileri bize. Çalışmak lazımdı öyleyse. Hem de çok çalışmak. İnsan çalışırken fark edemiyor nasılda yalnızlaştığını. Çok sonraları anlıyor kaybettiklerinin, kazandıklarının 2 katından 1 fazla olduğunu. Bunu fark ettiğinde zaten onun için bitmiş oluyor oyun. Çünkü fena halde sobeleniyor!

 
Toplam blog
: 8
: 750
Kayıt tarihi
: 03.04.07
 
 

Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi 4. sınıf öğrencisiyim ve yazmayı seviyorum. Başka da bir numa..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara