Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

24 Aralık '09

 
Kategori
Sinema
 

Vavien

Vavien
 

*


Vavien...

Filmin afişteki ismini okuduğunuzda ve yazı karakterine baktığınızda, 1950’li yıllardan kalma lambalı radyodan, panelin üzerindeki, Bükreş, London, Paris, Atina, Viyana, İstanbul, frekanslarından, Paris’i ayarlayıp bir Edith Piaf şarkısı aklınıza getirip, filmin romantik olabileceğini düşlüyorsunuz. Düşünceniz doğrultusunda gözleriniz afişteki karakterlerin yüz ifadesine iniyor. Karakterlerin yüz ifadesini gördüğünüzde ise, filmin romantik ismiyle çelişkili olarak, kesinlikle gerçek bir filmle karşılaşacağınızı anlıyorsunuz.

Film Tokat Erbaa’da sanayide, bir panelvan arabanın sürgülü yan kapısının defalarca açılıp kapanması ile başlıyor. “Hayır olmuyor, yavaş, yavaş bu, daha hızlı, daha hızlı açılıp kapanmalı, kapı.” Bu sahne ile başlamasının boşuna olmadığını, bunun bir şifre olduğunuzu da aklınızın bir köşesine not ediyorsunuz. Ve ana karakterlerden Celal’in ne kadar sorumsuz olduğunu kapıyı tamir eden ustaya parayı vermeden, basıp gittiğinde de anlıyorsunuz.

Elektrikçi Celal eşi Sevilay ve oğulları Mesut’la, mutsuzluk batağına saplanıp kalmış, gerçek bir film. Celal’in ağabeyi ile ortak çalıştırdığı elektrikçi dükkânı…

Cemal’in yıllar önce karısı ölmüş ve buna rağmen tutku ve takıntılık derecesinde karısına bağlıdır. Öyle ki kendisine yeni bir hayat kuramamış, anılar batağında, yalnız başına saz çalıp, rakı içip, sık sık ölen karısının resmine bakarak avunan bir karakter.

Filmin psikolojik ruh haline gelirsek, tek kelime ile; takıntı.

Bununla birlikte kesinlikle bir feminist filmi.

Senaryosunu Engin Günaydın’ın Yağmur ve Durul Taylan’ın yönetmenliğini yaptığı bu filmi bir kadın senarist ya da yönetmenden beklesem de, Engin Günaydın’a böylesi kadına hakkını, varlığını, hatırlatan bir senaryo yazdığı için teşekkür ediyorum.

Kadın filmi deyince o halde Sevilay karakterinden başlayalım. Asla kendisini bir evliliğin dışında göremeyen, “varlığım sana –eşime- armağan olsun” diyen, her türlü sözel şiddete maruz kalıp, kendi kendisini yıllar içinde yok eden, kişiliği eksi değerlerde seyreden, pasifize edilmiş, zavallı umutsuz bir ev kadını. Hani feminist filmlerde genellikle, töre cinayeti, dayak yiyen, satılan kadınlar işlenir. Kadın o filmlerde mecburdur, alınıp satılmaya. Oysa bu filmde kadın kendisini, defolarla dolu kocası için, bile bile feda ediyor. Ki Almanya’da çalışan, takıntılı bir şekilde paraya bağımlı olan babasının, gönderdiği avrolara rağmen. O paralar ki; filmdeki yaşantıya paralel olarak, evin gizli saklı yerlerinden, bodrumunda, bir bacanın içinde saklıyor.

Sevilay’ın tek sosyalleştiği mekân, kasabanın yardım derneği. Oradaki faaliyeti de, evin devamı gibi. Sadece yemek yaparak, evden yardım derneğine yatay geçiş yapıyor. Yardım derneği başkanı –vekil- olarak Serra Yılmaz’ı görüyoruz. Serra Yılmaz, yalnız yaşayan, yalnızlığını, sürekli yemek yiyerek ve evinin duvarlarına astığı fotoğraflarla kendisini kalabalıklaştırmak, çoğaltmak isteyen, çevremizde tanık olduğumuz insanlardan biri. Heceleyerek, tane tane, konuşması gibi hayatı da otomatikleşmiş, Kendine ördüğü hayatın dışına çıkmayan, birbirinin aynı olan günler…

Sevilay ve Celal’in evi, aynı yaşayanlar gibi. Her şey tüm yaşananlar hem açıkta, hem saklı. Herkes herkesin ne yaptığını biliyor, ama bilmiyormuş gibi davranıyor. Celal’in arşivsel nitelikte özenle koruduğu, porno film cdleri, evin oğlu tarafından da kullanılıyor, bunu, Celal’de biliyor, oğlu da babasının bildiğini biliyor. Celal’in oğluna sürekli “ellerini yıkadın mı?” diye sorması…

Başta da bahsettiğim gibi, tüm karakterler takıntılı. Celal’in, Samsun’da pavyonda çalışan Sibel’e takıntılı diyebileceğimiz düzeyde aşık olması. Sürekli Samsun’a çalıştığı pavyona gidip, kadının istememesine rağmen, yüzünde aptal bir gülümseme ile ”hadi bi kerecik konuşalım, he, heee n’olur” diye yalvarması, kadının küfrederek yüzüne kapıyı çarpması…

Yine pavyon sahnesinde, Sibel şarkı söylerken, kadına maskaralık diyebileceğimiz hareketler de bulunup, Sibel’in asıl sevgilisi olan karanlık işler yapan karakterin, “yaaa sinir oluyorum bu adama, kalkcam dövcem şimdi” masa arkadaşlarının “yaaa abi yaa, yapmasana, o, senin dengin mi?” aynı adamın yine aynı sözü söyleyip, yine aynı kişilerin aynı cevabı vermesi sarhoş muhabbeti gibi gözükse de, filmin psikolojisinin “takıntı” olduğu iyice gözümüze sokuluyor, adeta.

Celal’in ısrarla Sibel’e cep telefonu ile mesaj gönderip, “son bir kez daha” “ne olur ölüyorum, ağlıyorum, zırlıyorum” “bi kerecik daha görüşelim, hıı n’olur, son kez?” konulu mesajlarından sonra her seferinde tesadüfen gelen “kabloda % 50 indirim…. “ mesaj sahneleri ise beni kahkahalarla güldürdü.

Mesajlarda gelen kablo indiriminin de ne kadar ironik olduğunu izleyince anlayacaksınız.

Sevilay’ın geçirdiği kaza! sonrası kocasına, “bi şey sorcam Celalll, ben ölünce ne düşündün? Heee, ne dedin içinden” Celal’in de kayıtsız bi ifadeyle “heee ben mi? yine aynı aptal ve saf ifade ile Sevilay “heee sen?” Celal’in kayıtsızca “heee, Sevilay!” dedim. “Yaaa başka?” “Hee ne dicem işte Sevilay diye bağırdım.” demesiyle Sevilay’ın bundan safça bir mutluluk duyabilmesi, oldukça acı bir sahneydi.

Kadınlar… Varlığını bir erkekle var edebilen, yalnız kalamayan, kendisiyle barışık olmayan, kendisine ait bir yaşam kuramayan, mutsuz, ve mutsuz oldukça da, bir erkeğe bağlanıp, mutsuzluğun daha da dibine inen, kişiliğini yok eden kadınlar….

Onlardan o kadar çok var ki… Sevilay sadece bir örnek. Eğitimli, eğitimsiz, işi gücü olan, ama kendisini mutlu edemeyen, yalnızlık muzdaribi kadınlar. Ve böyle yaptıkça kişiliklerini paspas haline getirip, gizli şiddet yaşayan kadınlar.

Filmde karakterler birbiri ile konuşurken aslında kendilerine nasihat ediyorlar, karşışısındaki ile konuşuyormuş gibi yaparak, kendilerine konuşuyorlar. Celal’in ağbisinin Sevilay’ın geçirdiği kaza! sonucu kardeşine “bak oğlum, içine atma, içine atmak iyi bir şey değil, bütün dertlerin sebebi içine atmaktır, atma içine.”

Celal’in oğluna kahvaltı masasında, ikisinin de görünürde farklı, fakat özde aynı olan sebepten ötürü “ yaa sen ne zaman adam olcaksın? heee ne zaman? Bıktım ben senden, işin gücün zarar, sıkcam beynime bi tane, o olcak, bıktım sizden”

Kendisine, kendisini şikâyet edip, dert yanıp, memnuniyetsizliklerini bildirmesi.

Film baştan sona kadar mutsuzlukları, takıntıları ile çok gerçek…

Tabii ki size son sahneyi söylemeyeceğim, son sahnenin başlangıçla ters orantılı olarak, dibine kadar sahtelik batağına saplanması. Genelde çevremizde gördüğümüz gibi…

Vavien…

Gel git, med cezir…

Şiddetle ve şiddetle tavsiye ediyorum. Özellikle takıntılı olanlara, herhangi bir insana, objeye, her ne ise takıntılı olmanın, ne kadar anlamsız, hayatı ne kahredici bir olgu olduğunu gösteriyor.

Hayatta herhangi bir insan veya nesne sayesinde mutlu olunmaz. Biz kendi içimizde mutluysak, mutlu olabiliriz. Zorlamanın alemi yok. Bu kadar basit…

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara