- Kategori
- Şiir
Venedik’te bir hikâye

Bizim Arnavut’un yerinde içtim,
Yine içtim, inadına içtim
Rinaldo Köprüsü’nün başında gondolcuya
Çek dedim başka bir köprüye.
İki elim de doluydu;
Bir kırmızı, bir beyaz Toscana…
Gondolcu sinyor, sinyor diye bağırdı;
Anlamadım ki neden korktu bu adam?
Ne olacak Venedikli işte;
Büyük büyük büyük… dedesi
Andorya Dorya’nın yaveriydi besbelli!
Hangi köprüye dedi gondolcu
Sen dedim bütün köprülerin altından geç
Geçti, geçti; in cin kalmadı ortalıkta
Dün, bir köprünün üstünde uyumuştum
Sonunda buldum, indir beni dedim
İki elim dolu, ineceğim ya…
Gondolcu gene başladı bağırmaya
Sinyor, sinyor; elinin körü dedim çıktım
Bir ohh çekti; gene anlamadım; neden?
Oturdum köprümün sol bacağının üstüne
Bizim Meclis Başkanımız çıkıp televizyonlara
Bu oturuş, bu tavır “siyasidir” demesin,
Söylemesi benden; yoksa kendi bilir!
Hele, Meclis’in saygınlığı falan hiç demesin;
Sonra ona derim ki; o senin işin
Benim işim eleştirmek ve davul zurna
Sivrisinek misali derim olur biter.
Gökyüzünde dolunay garip garip bana bakıyordu
Ben de onun şerefine içiyorum şişemden
Benimki görse çıldırırdı kıskaçlıktan
Yaratılmış kadınların en güzeli Mars!
Kulaklarımı diktim;
Ayak sesleri yaklaşıyordu
Belli, iki kadın olmalıydı
Geldiler, önümde durdular; güleç, sevecen
Biri sıradan bir kadındı; diğeri
Alımlı çalımlı, incecik ipek giysiler içinde bir Japon’du,
Etekleri dizinden beş karış yukarılardaydı;
Aklını bilmem, kaç karış havalardaydı
Gözleri, kaşları, anlı, elmacık kemikleri
Saçları, dudakları; tüm yüzü
Ünlü bir ressamın tablosu gibiydi;
Kim yaptı seni böyle dedim
Karparillo Köprüsü’nün başında
Sinyorina Violetta Borgia dedi
Ve ben, buyurun sinyorinalar dedim
Kibarca bir reverans yaparak!
Biri sağıma, biri soluma oturdu; ısındım.
Kırmızı, beyaz şaraplarımı verdim onlara;
Canım, ben ikisinden idare ederim, azar azar.
Neredeyse güneş doğana kadar konuştuk
Derin devlet değil; derin felsefe:
Yaratılıştan başladık özgürlüğe, ölüme kadar;
İyi ki Ankara’da değildik; özgürlük deyince
Kesin ayvayı yemiştik; Tanrılar kurtardı bizi:
Özgürlükçüysen eğer ya vatanı satacaksın
Ya da “hu” çekeceksin; el pençe divan
Ve sonunda o; tablo gibi boyalı olan
IŞIK dedi doğudan… Dur, dur dedim
Cebimden bir mum çıkardım; yaktım çakmağımla
Kalktım, mumu köprünün sol korkuluğuna koydum;
İnce ipek giysili, IŞIK doğudan, diyen kadına
Gel dedim, kırıtarak geldi; mumun önüne koydum onu
Ve ben karşıya geçtim, her şey göründü:
İç giysisi yoktu; beyni kıvrımlarıyla ışıl ışıldı ve aydınlık!
İçimden; ama IŞIK her şeye kadirdir, dedim
Anladı; üstündekileri fırlatıp attı
Artık her şey aydınlıktaydı
Hadi, ısıt beni, ısıt dedi
Venedik’te Venedikli bir kadın yok mu?
Diye haykırdım; denizde
Onunla deniz savaşı yapalım!..
Ne fark eder; ha Japon, ha Venedik’li dedi.
Okudu aklımdan geçenleri:
IŞIK dedin, her şeye kadirdir!
Haklıydı, öyle düşünmüştüm
Ama o da IŞIK doğudan, demişti…
Kulağıma büyük orkestranın sesleri ulaştı
Ben gidiyorum dedim; gidiyorum, gidiyorum...
İkisi birden heyecanla nereye dedi?
Arap çöllerine yalelliye değil;
Viyana’ya gidiyorum, Mozart’a inat
Habsburg Sarayı’ndan kız kaçırmaya dedim.
Kaynak: "Kırmızı Değirmen" Şiirler, Erkan Yukarıoğlu
Venedik, 10 Mayıs 2008
0212 2712071 - 0212 2939861