Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '16

 
Kategori
Deneme
 

Vitrin gibi hisseden

Bu akşamda aynı, bir öncekinden farkı yok. Farklı olanları hatırlamak için uğraşmanın manası da yok artık. Dün, ondan önceki ve daha önceki günler, hepsi aynı.

Vitrinler kış vitrini, kaldırımlar andropoz erkeği gibi. Sokak lambası ışıklarıyla yalınlaşmışlıktan sahte ve geçici güzelliğe sarılmışlar sanki. O kaldırımlar, şairlere ilham olacak çiseleyen bir yağmurda, romantizm yaşayacak adımları bekliyorlar kendilerince. Ve vitrinler, aslında onlara bakacak olanlar sadece yüzler, sokak yüzleri. Kaldırımdaki adımlar ise amaçsız adımlar… 

Ve ben; vitrin gibi, kaldırım gibi hisseden andropozdan uzak bir adam ya da zamanın hızlı akmasını isteyen gözleri sararan yapraklarda, onlara imrenen biri… Yanımdan geçen hareketli nesnelerin farkı yok artık birbirinden; sanki birbirine çarpmamaları için geliştirilmiş kumanda panelli sonarlar gibi her biri.. İşte sokak yüzleri, sanki gerçeği saklayan maske gibiler. Binlerce maske, sanki andropozlu bir kaldırımda yürüyorlar. İki bank, birkaç lamba ve vitrinlerle gençleştiğini sanan o kaldırımda, aşınmış taşları aşındırmaktan başka işe yaramayan adımlarıyla. Amacı olan adımlar hızlı olur ya, ama yok, hızlı olanlar hiç yok aralarında. Yavaş ve amaçsız adımların sahipleri yanı başımdalar, adımdaşlar…

 Ve, işte vitrin camında görünen kendime, artık amaçsız adımlardan birinin sahibi ama maskesiz bir adam diye söylendim. Şemsiyeleri açanlar sayesinde yağmurun yağdığını anlayan, ıslanmayı fark edemeyen biri, güneş doğuşunun sürekli takipçisi, güneşin batışını ise sorgulayan bir deli.  Doğuşu mecburen izleyen bir uykusuz, batışına yoksa uyku zamanımı diye kızan ve adımları hızlanan maskesiz bir adam. Hem güneşin doğuşunda hem batışında yanımda sıcak bir nefes, elimde aynı sıcaklıkta bir el ile zamanı yaşamak hasreti. Anlamlı yaşamak ama… Zamanı durduran, durmuş o zamanda mutlu yaşatan o anlamlılar; bazen tek bir kelime ya da bir bakış ya derin bir nefes ya… 

Sorum şu; Nefes yaşamak için gerekli diyenler, anlamsız nefesle yaşamak yaşamak mı? O yanımdayken derin derin nefes aldığım hava havaydı peki şimdi soluduğum ne? 
Mutlu yaşatan anlamlı bakışa ama maskesiz bir bakışa, yani olduğu gibi görünen güneş ve ay gibiye… Mutlu yaşatan anlamlı her kelimeye, berrak su gibiye… Yani su gibi, yani hava gibi, yani kâinatta yaşamı devam ettirenler gibi… Yaşama renk veren, yaşamı su gibi akıtan, güneş gibi ısıtan ve dolu dolu nefes gibi hissettiren o zamanlardan bugüne gelen bir adam. Ve şimdi geceye sitem eden, dünya neden dönüyor diye hesap soran bu maskesiz; çok çaresiz. Ne unutabiliyor sıcak nefesi nede maskesiz o bakışı. Son kelime hariç özlüyor söylenen her kelimeyi. 

Farklıydı o gün; gözleri yere bakıyordu. Düşündüm, ne unuttum ya da ne yaptım? Kendimi sorgularken gözlerim önce gökyüzüne sonra da sağa sola baktı. Yani o an için bakamadım gözlerine. İşte o kısa sürede olay olacak olanı anlamak için çok uğraştım, anlayamadım. Sanıyorum özür dilemeliyim dedim. Hatamı fark edememe ve bilmediğim hatam nedeniyle özürde gecikme… Bu da biraz tuhaf geldi bana… İşte bunu anlamasını beklerdim… Unuttuğum özel bir gün mü var yoksa? 

Onların hiç önemli olmadığını ikimizde biliyorduk. Her anımız birlikte geçerken örneğin doğum gününün ne önemi vardı. Zaten her anı yeniden doğmuş gibi yaşıyorduk ve o her anda yaşana aşk tazeleniyordu. Her gün doğum günüydü zaten, aşka. Peki, hatam neydi? Sonra tekrar sordum; eğer her an aşk var ise aramızda bu nasıl hata? Ne yapmış olabilirim? 
Söyledi; vitrine bakar gibi bakmışım, ona! O son bakışıyla; “uzaktan sever gibisin” dedi… Ve nefes alamadığım o anda son kelimesi; “hoşça kal” oldu… 

Sonrası; vitrin gibi, kaldırım gibi hisseden bir adam doğdu işte… 

 
Toplam blog
: 3
: 152
Kayıt tarihi
: 09.03.16
 
 

Trabzon doğumlu, Akademisyen. ..