Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Nisan '09

 
Kategori
Tıp
 

Vücut Dünyaları

Vücut Dünyaları
 

Konuyla ilgili fotoğraflara yazıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Bu da bir nevi necefli maşrapa...


Yaşamı nasıl algılıyoruz? Gizemci miyiz, yoksa sadece şanslı mı? İnsanmerkezci miyiz, yoksa alçak gönüllü mü?

Nereden bakarsak bakalım, yaşam ender bulunan ve çok değerli bir olgu. Zira bildiğimiz evrende, üzerinde bildiğimiz anlamda yaşam olan başka bir yer yok.

İşte bu yüzden, tek hücrelisinden memelisine, gezegenimizdeki yaşamın karmaşıklığına ve zenginliğine bakıp da hayranlık duymamak olanaksız.

Peki ya insan vücudu?

Uzunuyla, kısasıyla, zayıfıyla, şişmanıyla, beyazıyla, siyahıyla, beğensek de beğenmesek de hepimizde birer tane bulunan, kimbilir belki de çok sık gördüğümüz için kanıksadığımız ve eşi bulunmaz bir mucize olduğunu farketmediğimiz en değerli hazinemiz.

Dün, ismini Türkçe’ye kabaca “Vücut Dünyaları” olarak tercüme edebileceğim bir sergi gezdim. (*)

Dünden beri kendi vücuduma uzaydan gelmiş muamelesi yapıyorum. Bu yazıyı yazan parmaklarıma, masanın altındaki çıplak ayaklarıma, yemeği fazla kaçırdığım için şişen karnıma bakıp, içini hayal ediyorum. Ayna karşısına geçip yüzümü şekilden şekile sokuyor ve örneğin dilimi çıkarmak için kaç tane kasın çalıştığını düşünüyorum.

İnsan vücudu...

Kimilerine göre dokunulmaz, gösterilmez, kapalı bir kutu, kimilerine göre çözülmüş ve çözülecek sırlarıyla mükemmel, ilham verici, muhteşem bir makine.

Bu makinenin içini görebilmek, çalışma prensiplerini incelemek, normal ve anormal durumları saptamak, biyoloji ya da tıp eğitimi görenlere mahsus bir ayrıcalık. Bunu “sıradan” insanlarla paylaşıp, yaşamın, özellikle de sağlıklı yaşamın değeri hakkında farkındalık yaratmaksa, bu serginin amacı.

Kendi adıma, amaca ulaşıldığını söyleyebilirim. Kapıdan girdiğim andan itibaren, büyülendim. Yaklaşık 2 saat boyunca kaç defa “Vay canına!” dediğimi bilmiyorum.

Sergide, “plastinasyon” adı verilen bir yöntem sayesinde bozulmadan saklanan gerçek insan vücutları, organlar ya da doku kesitleri hem bilimsel, hem de son derece estetik bir biçimde sunuluyor. Fikir babası, Gunther von Hagens adlı bir anatomi uzmanı. Plastinasyon yöntemini 1977 yılında, Heidelberg Üniversitesi’nde çalışmalar yaparken keşfetmiş. İşlemin, kabaca 4 aşaması var. İlk aşamada, çürümeyi durdurmak ve sıvı kaybını engellemek üzere kadavraya “Formalin” adlı bir kimyasal enjekte ediliyor. Ardından, cımbız, neşter ve makas gibi hassas aletler kullanılarak, deri, yağ dokusu ve bağ dokusu ayrılıp, anatomik yapılar ortaya çıkarılıyor. Bu aşamadan sonra kadavra, soğuk bir aseton banyosuna yatırılıyor ve suyun atılması süreci başlıyor. Bu işlem, kadavranın büyüklüğüne bağlı olarak 2 haftadan 3 aya kadar sürebiliyor. Akabinde banyo oda sıcaklığına getirilip, çözünür yağlar ayrıştırılıyor ve kadavra, içinde silikon kauçuk ya da polyester gibi sıvı maddelerin bulunduğu bir basınç odasına alınıyor. Aseton buharlaşırken dokularda oluşan iç basınç sayesinde, söz konusu maddelerin hücrelere nüfuz etmesi sağlanıyor. Bu işlem 2 ila 5 hafta sürüyor. Bu aşamada henüz esnek olan kadavraya istenen şekil verildikten sonra sabitleştiriliyor ve kullanılan plastik türevine göre çeşitli gazlar, ısı ya da ışık kullanılarak sertleştiriliyor. Böylece ortaya, kokusuz ve çok uzun süreler boyunca saklanabilecek sıradışı sanat eserleri çıkıyor.

“Plastinat” adı verilen bu eserler ilk kez 1995 yılında, Japonya’da sergilenmiş ve o tarihten beri 40’tan fazla şehirde, 26 milyondan fazla ziyaretçiye ulaşmış. Yoğun talebe cevap verebilmek için olsa gerek, geçen zaman zarfında dünyayı dolaşan 5 ayrı sergi oluşturulmuş. İşte o sergilerden biri, 6 Nisan’dan beri Hayfa’da. www.koerperwelten-deutschland.de ya da www.bodyworlds.com adreslerinden takip edilebileceği üzere, bir diğer sergi 26 Nisan’a kadar Heidelberg’te, 7 Mayıs’tan itibaren de Berlin’de ziyaret edilebilir. Almanya’da bulunan dostlar, biyoloji ve özellikle anatomiye biraz ilginiz varsa, bu eşi bulunmaz tecrübeyi kaçırmayın derim. Darısı Türkiye’dekilerin başına. Medyada bulabileceğiniz görsellerin, gerçeğe kıyasla ne kadar zayıf kaldığına şaşıracaksınız. Zira bana öyle oldu. Hiçbir fotoğraf beni, ilk kez bir plastinatla burun buruna geldiğimde yaşadığım o “Vay anasını sayın seyirciler!” hissine hazırlayamazdı. Karşımda son derece zarif, sanki bir bale figürü yaparmışçasına duran ve havaya kaldırdığı tek koluyla tüm iç organlarını taşıyan kadının, bir zamanlar tıpkı benim gibi yaşayan, yiyen, içen, uyuyan, sevişen, düşünen, çalışan, seven, sevilen bir insankızı olduğunu düşününce yaşadığım ilk şaşkınlık, ayrıntıları inceledikçe yerini hayranlığa, ardından da “Nasıl oluyor da oluyor?” sorgulamasına bıraktı. İşin güzel tarafı bu daha yalnızca başlangıçtı.

Bir hava topu için mücadele eden iki futbolcu düşünün. Ya da kendini kaybetmiş gitar çalan bir rock müzisyeni. Veya bir masa başında poker oynayan 3 kumarbaz. Yahut ameliyat masasında yatan bir hasta ve onu iyileştirmeye çalışan doktoru. Olmadı, yatay bir biçimde havada asılı duran ve içinin ayrıntılı görünebilmesi amacıyla salam gibi dilimlenmiş biri. Her pozun hem bilimsel hem de estetik kaygılarla yaratıldığını çabuk kavrıyorsunuz. Mesela futbolcular, kas yapısını gösteriyor. Kumarbazlar ise değişik iç organların yerlerini. Her figürün yanında o figürün özelliklerine dair açıklamalar ve tıbbi bilgiler bulunuyor. İlk bakışta uzman olmayan gözlerden kaçabilecek ayrıntıları da böylece yakalamış oluyorsunuz.

Bütün bu sıradışı eserlerin arasında bir tanesi deyim yerindeyse beni benden aldı. “Badmington Oyuncusu” adlı kompozisyonda, topa raketle vurma hareketinin 3 aşaması resmedilmiş gibi yapılarak, aynı kadavradan bir iskelet, bir kas dokusu, bir de diğer organları gösteren ve ayaklarda birleşen 3 ayrı figür yaratılmış. Hepsinin aslında tek vücut olduğunu algılamam biraz zaman aldı. Ağzım bir karış açık, uzun süre önünden ayrılamadım.

Aralarında bir devekuşunun da bulunduğu tüm vücut plastinatlarının haricinde, sergide tek tek organlar, organ sistemleri ve çeşitli kesitler de bulunuyor. Bin yıl düşünsem, Fallop borularını gözümle göreceğim aklıma gelmezdi mesela. Ya da göğüs kafesinin soğan zarı inceliğinde yatay bir kesitini. Normal ve kanserli akciğerleri. Yüksek tansiyon tarafından hırpalanmış arterlerin çeperlerini. Yağ bağlayıp büyümüş, ya da sirozdan buruşup küçülmüş karaciğerleri. Ağızdan anüse kadar herşeyiyle tam bir sindirim sistemini. Sadece damarları. Sadece sinirleri. Sadece kemikleri, kemiklerin içlerini. İlk haftalardan son haftalara kadar aşama aşama ceninlerin gelişimini. Kalbi, beyni ve üreme organlarını. Kitaplardan değil, plastikten modellerini değil, asıllarını görmekten bahsediyorum. Etkileyici, öğretici ve muhteşem bir tecrübe.

Sergide kullanılan kadavralar, sahipleri tarafından yaşarken bağışlanmışlar. Tıpkı tıp fakültelerinde anatomi derslerinde kullanılan kadavralar gibi. Küratörler bu hususun üzerinde önemle duruyorlar, zira serginin inanılmaz başarısının ardından, birtakım taklit sergiler düzenlenmiş. Bu taklit sergilerde, kimliği belirlenemeyen, ya da yakınları olmayan ölülerin kullanıldığı ve dolayısıyla hem etik hem de yasal anlamda tartışmalı oldukları belirtiliyor.

Öte yandan, ister asıl ister taklit olsun, bu tür sergiler hakkındaki en hararetli tartışmalar, insan vücutlarının öldükten sonra bu şekilde sergilenip sergilenemeyeceği üzerinde yapılıyor. Nerede gördüğümü şu an hatırlamadığım bir röportajda, Hayfa’daki sergi üzerine Yahudi bir din adamının yorumları vardı ve değerlendirmesi özetle uygulamanın “insan onuruna aykırı” olduğu şeklindeydi. Değişik görüşlerin olması normal tabii. Organ bağışının bile sorun olduğu bir ortamda, bu tür yorumlar çok da şaşırtıcı olmuyor açıkçası.

Kim olduklarını, nasıl öldüklerini bilmediğimiz insanların, amansız bir hastalığın çaresi olmak, birilerine daha sağlıklı bir yaşam için ilham vermek, gençleri bilime, öğrenmeye teşvik etmek üzere kendi rızalarıyla vücutlarını bağışlamış olmalarında “onursuzluk” olarak değerlendirilebilecek bir yön bulamıyorum.

Öte yandan, bu cesur insanların, kendi adlarına ölümsüzlüğün sırrını bulduklarını düşünmeden de edemiyorum.

Dini ve felsefi tartışmaları bir tarafa bırakırsak, ilginiz, zamanınız ve tabii öncelikle fırsatınız olursa gidin görün derim dostlar. Sigara içmeyen, içkiyi sadece sosyal ortamlarda kullanan bendeniz bile, sergiyi gezdikten sonra daha sağlıklı yaşamak için neler yapabileceğimi düşünmeye başladıysam, o kadar emek boşa gitmemiş demektir.

Tercüme Türkçesiyle “Kendinize iyi bakın.”

(*) Almanca aslı “Körperwelten” den, İngilizce’ye de “Body Worlds” olarak tercüme edilmiş.

Bu blog Milliyet.com.tr sitesinden 234 kez görüntülenmiştir

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..