Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '11

 
Kategori
Siyaset
 

Ya gerçekten savaş çıkarsa?

Ya gerçekten savaş çıkarsa?
 

Bebek katilinin avukatı bizi uyarıyor!


Bir blog yazarımızın kendisine yazılan bir yoruma verdiği şu cevap çok ilgimi çekti: “Kürtler savaşı başlatan taraf değil…” Bağlantısını da verelim: http://blog.milliyet.com.tr/Teror_neden_tirmaniyor__PKK_kirilma_noktasinda

mi_/Blog/?BlogNo=321559 

Türk Milleti iki şeyi hâlâ özenle sürdürüyor: 

Birincisi, Kürt topluluğunu, uluslaşmasının ayrılmaz parçası sayıyor ve onu PKK ile özdeşleştirmiyor. 

İkincisi, “Savaş” kelimesinden özenle kaçınıyor. 

Barıştan , demokrasiden, kardeşlikten yana olduğunu söyleyen etnik ırkçılık taraftarlarının dahi PKKyı açıkça kınayamamaları ve hatta mütemadiyen toplumlar arası bir savaşın varlığından bahsetmeleri ise iki yüzlülük sınırlarını aşıyor. 

Kürt isyanları (ki bunu telaffuz edenlerin başında bebek katili geliyor, kendisi de bir Kürt isyancısı olduğunu “Şeyh Said’in devamıydım, kullanıldım” diyerek belirtmiştir) bu memlekette 1924’te başlamamıştır. 19.YY’ın ortalarından itibaren, teşkilatlı, modernleşmeye başlamış Türk devletinin idari bütünlüğünün feodal egemenliklerini ortadan kaldıracağını gören Kürt ağalarının isyan etmeye başladıklarını görüyoruz. Burada iki şey açıktır. Kürt ırkçılarının öncülü aşiret ağaları açıkça devlete savaş açmış ve açmaktadır. Ve o günden buyana bu insanlar, sürekli dış güçlerce de kullanılmaktadır. Önce ingiltere’nin sonra Rusya’nın ( ve SSCB) ve en nihayetinde petrol egemenliği savaşında ABD’nin oyuncağı olarak Ermeni’lerin daha önceki rollerini üstlenmişlerdir. 

Ortada olan şey şudur: Türkiye Cumhuriyeti devleti, imparatorluk bakiyesi bir millî/ulusal toplumun yeryüzündeki son tutunma noktası ve varlık sebebi olarak kurulmuş ve kuruluşunda uluslaşma sürecine, bütün ihanetlerine ve ilkelliklerine rağmen isyancı Kürt aşiretleri de dahil edilmiştir. Kürt ırkçılarının “savaş” diye niteledikleri şey, kendilerinin, yabancı gibi görülmeksizin uluslaşmaya dahil edilerek ulusun modern teşkilatlanmasındaki ve yönetimindeki sorumluluğa ortak edilmeleridir. 

Bu durum feodal/kapalı toplumsal yapıya ciddi bir tehdittir, doğrudur. Çünkü uluslaşma, bir memlekette kural/kanun ve millî egemenlik dışında başka bir otoriteye izin vermez. Kürt ırkçıları feodal egemenliklerini açıkça ortadan kalkması durumunu “Kürtler yok ediliyor!” diye sunarak iki yüzlülük ve yalancılık etmişlerdir, etmektedirler. Kürt varlığının sürmesi için feodalizmin, kapalı toplumculuğun ve devletten ayrı feodal egemenlik alanının sürdürülmesine gerek yoktur. Kürt hareketinin sözde Marksist/enternasyonalist ideolojisi dahi, yapılmak istenen şeyin, feodal Kürt ağalık yapısının sürdürülmeksi olduğu gerçeğini gizleyememektedir. 

Kasr-ı Kanco denen yerde oturan siyasetçi ne tür bir Marksisttir ki kendisinden oy istediği kardeşleri, açlık sınırında, çıplak ve barınaksız yaşarken, şatosunda işbirlikçi gazetecileri ağırlamaktadır? Ne tür bir paylaşımı savunmaktadır ki marabaları hâlâ onun yapacağı bir iki şölende aç karınlarını doyurmayı beklemektedir? Ne tür bir insandır ki kendi insanlarını, geçinmek için PKK’nın uyuşturucu, insan, silâh, içki ve sigara kaçakçılığına mecbur edebilmektedir? İşte Türk adına ve devletine savaş ilan eden adamların(!) özü budur! İşte Kürtlerin haklarını savunduklarını iddia edenler bunlardır! 

Uluslaşmanın getirdiği bireyselleşme durumu ile feodal Kürt ırkçılığının kapalı toplumundaki birey düşmanlığının, yan yan durması elbette mümkün değildi. Nitekim bu gün “inkâr ve imhadan” bahseden Kürt ırkçıları, “ aile meclisi” kararıyla infazlara, üstü örtülen çocuk tecavüzlerine ve çocuk tecavüzcülere, Güneydoğu Anadolu’daki kadın intiharlarına ve toplumun sessizce kabul edip telaffuz etmekten kaçındığı fiilî livata gibi olayların yaygınlığına asla ses çıkarmamaktadır. İstatistikler, bu olayların en çok Güneydoğu Anadolu’da görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu olaylar aşiretlerin baskısıyla devletten gizlenmekte, devlet otoritesinin bu olaylara müdahalesi engellenmektedir. 

Kürt ırkçılarının “inkâr ve imha” diye gördükleri şey, bu durumlara devlet otoritesinin müdahale ederek aşiret egemenliğine imkân vermemesidir. Çünkü onların istedikleri şey, etnik/ırksal saflık ölçüsüne göre ve feodal yaşam alanlarına göre Türk toplumundan tecrit edilmek ve bu alanda sorgusuz sualsiz yani bağımsız yaşamaktır. Sürekli “Kürdistan’daki savaş” diye bahsettikleri şey de buradan kaynaklanmaktadır. 

Onlara göre nüfusu Kürt olan bir coğrafya vardır ve işgal altındadır. Unuttukları şey şudur: 

Bir işgalci iki şeyi asla elden bırakmaz: İşgal ettiği topraklardaki düşmanlık son ferdine kadar kırılıncaya kadar işgal bölgesini tecrit eder. İkincisi de işgal ettiği toprakların ahalisinin, kendi toplumuna karışmasını resmi şekilde engellemeye, bunu yapamazsa da onları toplumda “görünür” kılmaya çalışır. Böylece Nazilerin Yahudi’lere yaptıkları veya şu anda Yahudi’lerin Filistinli’lere yaptıkları gibi (örnekler tam oturmasa da tavırlar aynıdır) herkesi işaretler. 

Peki Türkiye’de olan nedir? Elinde sadece Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanı olan herkes, ama herkes başka açıklayıcı herhangi belge taşımaksızın, etnik/ırksal kökenini açıklamaya zorlanmaksızın bu toprakların adını Türkiye olarak tescil ettiren büyün Türk Milleti’nin bir ferdi olarak istediği her şeyi yapabilir. 

Peki bunu yapabilmek kime ne zarar verir? Hiç kimseye! Savaşı başlattığı söylenen Türk ulusu, eğer Kürt varlığını yabancı ve hele düşman olarak görüyor olsaydı, kanun hakimiyetiyle onaylı Türk kimliğini Kürt kardeşlerine verir miydi? Kürt ırkçıları, acaba Türk ırkçılığı söz konusu olsaydı, nüfuslarının bu topraklarda barınmalarına yeteceğini mi düşünmektedirler? Kaldı ki Kürt’lerin bu topraklarda varlığının dahi tarihlenemediği, Türk varlığınınsa Malazgirt’ten en az beş yüzyıl öncesine tarihlenebildiği, yer adları, antorpolojik bulgularla kanıtlanmışken bütün bunların ötesinde, bu topraklarda meşru egemenliğini, bedelini ödeyerek kurmuş olan bir milletin egemenlik hakkının tartışılamayacağı gerçeği ortadayken Türkleri bu topraklarda “işgalci” gibi nitelemek savaş ilanı değil midir? 

O halde Kürt ırkçılarına şu söylenemez mi? “Biz işgalciysek ve savaş varsa, elinizden geleni ardınıza koymayın! Kim kaybederse bu topraklardan gitsin!” Oysa Türk Milleti bunu söylemekten özenle kaçınmaktadır. Uluslaşmanın dayandığı, kural altında benzeşmenin, her şeyden önemli olduğu kanaati, uluslaşmış Türk toplumunun ayrılmaz bir “değeridir”. 

Otuz yıldır süren ve bitmeyen mücadelenin sebebi Türk Milleti’nin henüz kimseye savaş ilan etmemiş olmasıdır. Yoksa Türk Ordusunun eli silahlı üç tane çakala karşı çaresiz kalması değildir! 

Türk Ulusu’nun “savaştan” bahsetmesi ve bu terimi kullanmaya başlaması halinde ne olur? 

Şehirleri yakıp yıkan ve elbette kimlikleri, aileleri bir bir bilinen bütün eylemciler, şehirlerden aileleriyle birlikte dışlanmaya başlanır. Çünkü Türk Milleti “savaş ilanını” kabul ederse şehirlerde yaşayan bütün PKK sempatizanları resmî düşman haline gelir. Böyle bir durumda hiçbir PKK eylemcisinin ve sempatizanının “hayat hakkı” diye bir şey olamaz. Çünkü şimdi bu eylemciler, kanunlardaki boşluklara sığınmaktadır ve düşman sayılmadıkları için kendilerine ateş edilmemekte, sivil ahaliden de zarar görmemektedirler. Düşmanlarınsa sığınabilecekleri bir kanun yoktur! Kürt ırkçılarının savaş tamtamları çalarken Kürt kökenli yurttaşları, içine atmaya çalıştıkları cehennem işte budur! 

Herhangi bir savaş durumunda, bütün bir Türk toplumu seferber olur ve ordu haline gelir. Eğer şehirlerdeki KCK militanlarının sözde “gerilla” savaşı verdikleri düşünülüyor ve onların yeterince gizlenebildiklerine inanılıyor ise bu çok ciddi bir yanılgıdır. Savaşın Türk ulusunca, etnik Kütçülerin bahsettikleri gibi kabulü halinde, ve Allah kourusun, yediği ekmeğin sayısından, yaptığı işe ve hatta belki cirosuna kadar kuruş kuruş bilinen, simitçisinden bakkalına, amelesinden iş adamına kadar adı Kürt olan herkes, kendiliğinden düşman kabul edilecektir. Kürt etnik ırkçıları- Allah göstermesin- böyle bir durumda, bir saat önce polise Molotof atıp onu yakmaya çalışan çocuğun, mahallesine geri döndüğünde evini ve ailesini yerinde bulabileceğinden emin midirler? “Köyleri yakılıp yıkılan insanlar… “edebiyatını yapanlar, köyleri yakıp yıktığı söylenen Türkiye Cumhuriyeti’nin, o insanların yerleşim hakkını neden tanıdığını hiç düşünmemektedirler. Eğer gerçekten böyle bir tehcir söz konusu olsaydı, devlet bu insanları toplar, Kuzey Irak sınırına bırakırdı. Oysa bu gün köylerinden sürüldükleri iddia edilen insanlar , batıda istedikleri şehirde yerleşip ticaret yapmakta iş kurmakta ve okumaktadır. Oysa bugün, Serap’ı otobüste yakıp, Buse’yi babasının kucağında bombayla parçalayan katiller, masum Kürt kardeşlerimizle aynı kanuni hakları istismar ederek hiçbir şey yokmuş gibi mahallerinde dolaşmakta, kahramanlık taslayabilmektedir. 

Herhangi bir savaş durumunda, sözde Kürt milletvekillerinin ne “kürsü dokunulmazlıkları” kalır ne hayat hakları. Kimse onların kimi temsil ettiğine falan bakmaz. Türk kanunlarına dayanarak edindikleri temsil yetkilerinin Türk adını inkâr etmeye yettiğini düşünenler, istedikleri savaş kabul edildiği takdirde, bir kere daha Allah göstermesin, görüldükleri yerde yok edilmesi gereken düşmanlar olacaklarını peşinen kabul etmelidirler. Bu bir tehdit değildir! Bu, savaşın gereğidir! 

Türk vatanında, Türk varlığı içine, ayrılmaz şekilde girmiş, onula bütünleşmiş kardeşlerimiz, herhangi bir savaş halinde artık sessiz kalamaz ve tercihlerini beyan etmek mecburiyetinde kalırlar. Herhangi bir savaş hali –Allah göstermesin- Serapların artık her yerde yaygın şekilde yakılacağı anlamına geldiği gibi Serapları yakanların, kendilerine gidecek yer bulamayacakları bir cehennemi ateşlemeleri, ailelerini ve bütün yakınlarını da kendi yaktıkları ateşin içine atmaları anlamına gelir. 

Bu bir tehdit değildir! “işgalci TC Kürdistan’dan defol!”(2010 Nevruz mitingi Van pankartı), “Kütler yaşamı cehenneme çevirecek!”( Batman milletvekilinin miting cümlesi), “Bombalar savaşın bir parçası!”(2007 Diyarbakırda 17 kişinin öldüğü bombalı saldırıdan sonra, Emine Ayna’nın sözü) “Çözümün adresi İmralıdır!” diyen sözde siyasetçilerin neden hâlâ ciddiye alınmadığının sebebidir. Eğer maazallah PKK’nın sözde siyasetçilerinin sözleri ciddiye alınacak olursa, işte o zaman ciddi ve toplumsal bir çatışma ortaya çıkar. Bugün eli taşlı, Molotoflu üç beş tane çocuğun politikayı belirleyebildiğini düşünenler, sivil ahalinin yapılanlara azıcık bile karşı koyduğu istisnai durumların daha da yaygınlaşması halinde, olacakları da düşünmelidir. 

Artık Kürt kardeşlerimize düşen görev, “savaş” kelimesini, “inkâr ve imha” gibi safsataları kullanan sözde Kürt siyasetçisi PKK yandaşlarını, aralarından atmaları, bu kişileri kesin bir dille reddetmeleri ve böylece bu fırsatçıların yakmak istedikleri savaş ateşini kendilerinden kesin şekilde uzak tutmalarıdır. 

Etnik ırkçıların savaş söylemleri Türk ulusu tarafından henüz cevaplanmamıştır. Bu cevabı vermesi gereken asıl taraf Kürt kökenli yurttaşlarımızdır. Etnik kompleksleri ve ırkçı kafalarının katliam ve savaş histerisini, Kürt toplumuna bulaştırmaya çalışan hastalıklı beyinlerin söylemleri, Kürt topluluğunca reddedilmedikçe, toplumsal bir çatışma ihtimali artmaktadır. Atılan her taş, her Molotof, toplumsal yapıyı daha da çatlatmakta, toplumsal güveni azaltmaktadır. 

Muhtemel bir savaşta Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Türk siyasi sınırlarının dışına çıkması halinde, belki Kasr-ı Kanco’daki zengin Kürt beyleri kırk gün kırk gece bayram eder. Kırk birinci gün kendilerine finans, kredi, elektirk, adil yargılanma, ulaşım, sağlık, eğitim imkânı verenlerin yokluğu ortaya çıkar. Bütün bunların yanında, “sınırın ötesinde kalacakların” vebali, acaba “Savaş!” diye her gün bağıran sözde siyasetçilerin umurunda mıdır? Böyle bir durumda neler olacağın Kürt kardeşlerimize söylemek borcumuzdur. 

Böyle bir durumda olacak olan, herhangi bir aşiretin ki bu büyük ihtimalle eli silahlı Tarzani amcanın aşireti olacaktır, şivesinin tek şive olarak dayatılması, eline silah, taş, Molotof almamış Kürtlerin “hain” olarak yargılanacağı yaygın sözde mahkemelerin kurulup yaygın infazların yapılması olacaktır. Böyle bir durumda ki Allah göstermesin, “sınırın ötesinde kalacakların” artık kesin şekilde dışlanması ve kurulan sözde bağımsız devletin sınırına tahliyesi söz konusu olacaktır. Bu gerçekleşmese dahi, Türk toplumu, içlerinde barınan Kürt kardeşleriyle artık “kardeşilk” ilişkisi kurmayacaktır. Daha kötüsü artık hiçbir Kürt elini kolunu sallaya sallaya gelip istanbul’da gecekondu kurup simit satamayacaktır. 

Tek bir kelimenin nelere yol açacağına dair şu kadarcık bir akıl yürütme bile etnik ırkçı sözde siyasetçileri endişelendirmemektedir. Bu muhtemel korkunç sonuçlardan doğrudan zarar görecek kardeşlerimizin ise konuya duyarsız kalması, içlerindeki hainlere boyun eğmeleri gibi görünmekte ve bir vahşetin, gitgide daha kaçınılmaz hale gelmesine sebep olmaktadır. 

Ama etnik ırkçıların insanlığı ve ahlâkı, sözde kendi toplumlarını, kendi siyasi emellerine alet etmek pahasına , ateşe atmayı göze alacak kadar kıt, maalesef. 

 
Toplam blog
: 153
: 503
Kayıt tarihi
: 11.02.11
 
 

Eczacıyım, memlekete meraklıyım.....