- Kategori
- Aşk - Evlilik
Yağmur kızın düşleri…

Dün gece yine seni rüyamda gördüm sevgili… Bu sefer her zamankinin aksine maviydi rengin, gökyüzü gibi, deniz gibi, hasret gibi, hepsinden çok buz gibi… Sanki bir şeyler anlatmak istiyordu bakışların, biraz donuk, biraz dokunaklı biraz gitmek ister gibi… Sıkı sıkı gözlerimi kapattım, ellerimi kulaklarım bastırdım, bir gidiş daha göremezlerdi, duyamazlardı.
Sonra usulca fısıldadım “Sus!” ama sen zaten konuşmuyordun, ölümdü sessizliğinin adı. Daha da yaklaştım sana, belki de yanlıştı bakışlarından çıkardığım anlam ümidiyle, ben yaklaştıkça sen gözlerini kaçırdın. Tüm gökyüzünün şahitlik ettiği, Çamlıca’da hep aynı köşede duran simitçinin, Libadiye’de ki otobüs durağının ezberlediği aşkımıza, hani hep evleneceğimizi söyleyen sahildeki falcı kadınlara, doğum günümde hediye ettiğin “Seni seviyorum.”lu yastığa ve tüm hayallerimize inat, acımasızca bakışlarını kaçırdın. İnlemeyle karışıktı cümlene yüklediğin anlam, fısıltı haline bir çırpıda çıkmıştı “Üzgünüm.” diyişin. Üzgünüm mü? Sen üzülmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor musun? Eğer sen üzgünsen peki benim bu hissettiklerimin adı ne? Git demek istedim sana çığlıklar dolusu, boğazıma düğümlendi tüm –me ekleri, defalarca kez git-me dedi her damla gözyaşıma sığdırdığım sessiz, boğuk hıçkırıklarım...
O gece çıplaktı gece, hatta biraz da üşümekte. Sesimin değdiği her köşe başında bir duman bulutu, sen de rüzgârdan, soğuktan ben diyeyim yıkılmışlıktan. İşte gitmiştin, içimde öksüz acılar bırakarak, üstelik tamda şuramdan tarifsiz bir acı dalgalanmaktaydı tüm benliğime ve artık hayat bir buğulu somun tadındaydı. Her şeyi unutabilirdim belki ama seni unutmayı başaramadım, hem yokluğun her zamankinden daha da acı veriyordu. Gidişin kulakları sağır edecek kadar sessizdi oysaki ama bu ses, evet bu ses, nasılda tanıdık geliyordu. Önceden ezberleyip de unuttuğum bir şarkı gibi, bir yerden hatırlıyorum ama nerden?
Susmak bilmeyen bir alarm, bir boşluk, derin bir ışık ve sabah oldu…