- Kategori
- Gündelik Yaşam
Yağmurda kalmış çocukluğum

30 yıl önce…
Birkaç yıl eksik ya da fazla fark etmez.
Küresel olarak ısınmaya başlamışsak da, henüz bu günlerdeki kadar değil. Günlerce yağmur yağıyor o zamanlar durmaksızın.
Yaklaşmakta olan kış günlerinden söz ediyorum. O yıllara ait kış günleri. Çocukluğumun kışları anlatmaya çalıştığım.
Sabahın köründe gözlerimi açmaya çalışıyorum. Bakmayın siz böyle söylediğime, aslında açmamaya çalışıyorum. Yatağımın hemen yanında yeni tutuşturulmuş sobanın çıtırtıları ve odaya hafifçe yayılmış odun dumanının kokusu odadan çıkmak istemememin en önemli gerekçesi.
Bütün bunlara ilaveten dışarıdan gelen yağmurun sesi var beni yatağa hapseden. Dışarıdan yağmur damlaları, içeriden buğuyla ıslanmış pencereden girmeye çalışan sabahın o gri ışığı evin içini daha çekici kılıyor.
Ama nafile, kalkmak zorunlu, çünkü okul var. Döndüğümde hiç de öyle olmayacağını bile bile, gelir gelmez hemen yatacağım diye düşünerek kalkıyorum yataktan. El yüz yıkama faslı tam bir işkence. Kahvaltı neredeyse silah zoruyla. Sobada ısıtılmış elbiseleri giyip üzerine de su geçirmez kabanın başlığını takıyorum. Yeni alınmış lacivert bir kaban ve ben çok seviyorum onu o zamanlar.
Dışarısı soğuk, yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor, sokaklarda öğrenciler ve işe yetişmeye çalışan insanlardan başka kimseler yok. O az önce yataktan çıkmak istemeyen ben, suyu taşıyamayan olukların, oluksuz saçakların hiçbirini kaçırmadan, bunun için yolu uzatmaktan çekinmeden hepsinin altından geçiyorum. Islanmıyorum ya üzerimdeki kabanla. Yağmurun tadını çıkarıyorum aklım sıra.
Aynı heyecan dönüş yolunda da yaşanıyor. Hatta bol su akan saçakların altındaki uzun bekleyişler, etraftan gelen uyarılarla zoraki sona eriyor. Ardından eve gelip ıslak çorapların içinden çıkan üşümüş ayakları sobaya doğru tutup ısıtmak var ya… Aman Allah’ım, o ne mutluluk.
Gün bitiyor, akşam oluyor ama yağmur, günlerdir olduğu gibi devam ediyor. Damlardan sokağa akan suyun sesi evlerin içine doluyor.
Kış akşamlarında patlamış mısır satan yaşlı adamın sesi zor duyuluyor bu gürültüde. Zayıf, uzun gövdesinin üzerinde yine zayıf ince bir yüzü var. Çoğu beyazlamış bıyıklarının altından gür sayılabilecek bir sesle bağırsa da sesi güçlükle ulaşıyor evlere. Siyah uzun saplı şemsiyesini kendi üzerinden çok bisikletinin sepetliğine yerleştirdiği mısır torbasının üzerine tutuyor. Güzel bir eğlence o zamanlar patlamış mısır. Hem daha pop corn bile değil. Bildiğimiz patlamış mısır.
Bir çırpıda geçiyor akşam ve radyoda 23 haberleri başlıyor, “Bir roman bir hikâye”nin ardından. Ve genellikle son haber olan “İstiklal savaşı gazilerimizden … vefat etti” cümlelerinden sonra, direnerek girmiş olsam da yatağa, başıma kadar çektiğim yorganın o güzel ağırlığı altında, sokaktan gelen yağmurun sesini ninni yaparak uyuduğum kış geceleri geçiyor şimdi gözlerimin önünden.
Her şey çok farklı galiba şimdilerde. Yağmurlar farklı, sokaklar farklı, kışlar farklı. Ben bile farklı değil miyim sanki şimdi yaşım kırka yaklaşırken?