- Kategori
- Doğal Hayat
Yağmurlar, güvercinler ve keklikler

Keklikler bizi neden terk etti?
Yağmurlar azaldığında güvercinler kayboldu; Avcılar ve ilaçlar çoğaldığında ise keklikler tükendi... İlk çocukluk yıllarımda yaylaya giderdik. Orada bütün çocuklar, ailedeki işbölümüne katılırdı. Biz de oğlak güder, tezek toplar, topalak kazardık. Bir gün, hala kızı Ünzüle’yle yayla tepelerinde oğlak güderken birden başlayan bir yağmura yakalandık. Oğlaklar kaya diplerine sığınmış, biz ortada kalmıştık. Aman Allahım, ne büyük dolular iniyordu gökten üstümüze! Sanki oğlakları birinin bahçesine saldık da sahipleri yukarıdan bize taş yağdırıyor gibiydi. Ünzüle’yle bir kayanın altındaki daracık boşluğa sığınırken nasıl ağladığımı hep hatırlarım. Ancak ağlamamın nedeni kulaklarımı acıtan dolular değildi. Babam bana ilk kez yeni bir postal almıştı. Yağmurdan kayanın altına uzandığımızda ayaklarım dışarıda kaldı. Bu postal benim için o kadar değerliymiş ki “Postallarım ıslandı!..” diye çok ağlamıştım. Bu büyük yağmurlar o zamanlar sadece Ahmetler Yaylasında yağmıyordu. Kış mevsiminde köyümüze de aralıksız yağmurlar yağardı. Bu uzun kış yağmurları, bazen gece gündüz, günlerce sürerdi. Çobanlardan başka kimse işine gücüne bile bakamazdı. Sabahlara kadar yağan yağmurun evimizin yongalı çatılarında çıkardığı seslerle uyuyup kalmak, şimdi çok gerilerde kaldı. Babamın tatlı bir tonda okuduğu kur’an, çocukluğumuzun yağmurlu gecelerindeki en güzel müziğimiz gibiydi. O, bize daima “Yağmur rahmettir; bereket getirir.” derdi. Kışın yağan yağmurlarla derelerin suları, geçilemeyecek kadar taşar, bahara doğru kaya diplerinde, yol kenarlarında, topraktan sular fışkırırdı. Kapuz Irmağındaki tahta köprüyü sık sık sel alırdı. Köyümüzün doğusunda derin bir kanyon var. Akseki’nin Murtiçi'nden başlayan bu uzun ve derin kanyonun düzlükle buluştuğu bitiş noktasına Köprü Ayağı deniyor. Kapuz ırmağında o zamanlar bir sabit köprü yok… Kış günleri karşıya geçmek kolay değildi ve ulaşım, her defasında sellerin alıp götürdüğü geçici tahta köprülerle sağlanırdı. Kanyonun bitiş noktasındaki dar geçide birkaç tane ağaç kalas atılmadan ırmaktan karşıya geçilemezdi. İşte o bol yağmurlar döneminde yazları bile su sıkıntısı yaşanmazdı. O yıllarda iklimler toprağı ve doğayı susuz bırakmayacak kadar cömertti. Bu yağmurlar, adeta göklerden bereket ve bolluk indiriyordu. Yağmurların çok yağdığı zamanlarda köyden aşağılarda güvercin alaylarının dolaştığını söylersem kimse inanmayacak. Çünkü o güvercin sürülerinden şimdi eser yok. Güvercinlerin de diğer kuşlar gibi avlandığını ve bir tüfek atışıyla beş altı tane güvercinin aynı anda vurulduğunu söylesem de size masal gibi gelecek. O dönemde şemsiye mi vardı sanki? Yağmura yakalandınız mı güzelce ıslanırdınız. Şaka değil ya; sırılsıklam ıslanacağımız bir yağmuru bile özler hale gelirsek şaşırmayalım.
Günlerce yağan yağmurlar artık yok. Adeta o eski yağmurlar bizi terk etti. Onlar terk edince sanki güvercinler de terk etti köyümüzü. Sonra arkadaşlarla solucanları yem yapıp kapan kurarak tuttuğumuz al benekli “cikçi”ler, serçeler kayboldu. İncirleri çok seven alafalakları, kırların güzel kuşları bozlakları, bıldırcınları, karatavukları ve sabah şarkılarıyla bizi uyandıran bülbülleri gören var mı? Hepsinden önemlisi keklikler nereye uçtu gitti? Bütün kınalı keklikleri Ahmetlerli Çilingir mi avladı sanki? Şimdi köyde hiç keklik ötüşü duymayan çocuk varsa çok yazık! Ne yazık ki ketirlerin, Taş Harmanların, Aşağı Köylerin ve Kızıl Büklerin gerçek sahipleri, kınalı keklikler yok artık. Bağa, bahçeye giderken her kayanın tepesinden "gık gıbık, gık gıbık!..." diyerek dişisini çağıran güzel keklikleri ve onların ötüşlerini özlüyoruz. Soğuk kış gecelerinde sinilerin ortasına hazırlanan ve "Arabaşı" denilen hamurla birlikte içtiğimiz nefis keklik çorbalarını da özledik… Yeryüzündeki bitki ve hayvan türleri giderek azalıyor. Köyümüzün dağları, toprakları, adeta bir botanik bahçesi gibi, bin bir çeşit bitkiyle dolu. Ama bunların zamanla yok olma ihtimalini de düşünmeli ve önlem almalıyız. Sonunda biz de uygarlığa yakalandık! Kekliklerini, güvercinlerini yok eden uygarlık, gerçek bir uygarlık mıdır onu bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki azalan yağmurlar, artan suni gübreler, zehirli tarım ilaçları ve yanlış avlanmalar, güvercinleri, keklikleri, “cikçi”leri, kartalları tüketti. Evet, bir zamanlar kartalların da bizimle birlikte yaşadığını bilmeyenler buna şaşıracaklardır. Köy deresinin alt kısmındaki yalılarda ve Ahmetler Kanyonunu oluşturan Kapuz vadisindeki sarp kayalıklarda, kartal yuvaları hala duruyor. Ama Ahmetlerli kartallar da akbabalar da terk etti bizi. Şimdi adına “küresel ısınma” denen bu değişimin mutlaka bir nedeni olmalı. Sanki doğal kaynakları kötü kullanmanın cezasını çekiyoruz. Belki de doğa, kendisine verdiğimiz zararlardan dolayı bizleri cezalandırıyor. Ya bu dünyayı daha yaşanılır hale getireceğiz ya da dünya hepimizi birer birer silkeleyecek. Bölgenin en eski köylerinden biri burası. Güneşle birlikte Torosların yamaçlarından Akdenizi selamlayan bir Türkmen köyü. Horasan’dan kopup gelen atalarımızın seçip yerleştiği son durak... Yörük gelenekleri ve sosyal kalıtımlar yavaş yavaş silinmeye yüz tutarken “uygarlığa yakalanmadan” bazı değerlerini kurtarmaya çalışan bir Yörük oymağı… Yüzyıllardır bitkilerini, ormanlarını, koruyan Ahmetlerliler, ne yazık ki güvercinlerini, kekliklerini, “cikçi”lerini ve kartallarını koruyamadı. Hafiften “uygarlığa yakalandıkça” Orta Asya’dan gelen değerlerini kaybetmemek için de direniyor ve kayalara, taşlara, ağaçlara sarılıyor… Doğayı kendimize küstürdük. Rüzgarlar, bulutlar bize darıldı. Bu yüzden o eski yağmurlar geri gelmeyebilir; belli ki kartallar da dönmeyecek. Ama keklikleri ve “cikçi”leri geri getirebiliriz belki... Güneşe, toprağa ve Akdenize olan inancımızı yitirmeden, zararın neresinden dönebilirsek dönelim; gelin, doğayla barışalım! “İnsanlar, tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.” diyen Kızılderilere ait bir sözle bitirelim yazıyı: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” Mustafa Koç Not: Bu yazı, tamamen amatör insanların hazırlayıp sunduğu, kendi değerlerini koruyabilmek için direnen bir köyün; Manavgat, Ahmetler köyünün sitesinde de yayınlanmıştır. www.ahmetler.net
Siteyi ziyaret edenlere bir tas ayran ikram edemesek de belki Torosların temiz kokusunu sunabiliriz. Sevgi ve saygılarımızla…