- Kategori
- Anılar
yağmurları da küstürmüşler

yağmur yağıyor... seller akıyor...
Annesi, pencere kanadını yukarı kaldırıp mandallıyor. Camdan yağmuru seyreden küçük kız, ellerini arkasına saklıyor. Bir keresinde pencere kanadı mandalından kurtulup, parmakları pervazla kanat arasında kaldığından beri uzak duruyor açık pencereden. Mis gibi toprak kokusu doluyor odaya. Kümesteki horoz ötüyor. Tavuklar, gıdılarından sarkan koyu pembe gerdanlarını titreterek canlı yem arıyorlar ıslak çimenlerin arasında.
Annesi, pencereden pencereye Nimet Hanımla konuşuyor. Raj Kapoor’un Avare filmine gidecekler. Ne güzel, yağmur da yağmış, etraf serinlemiş, doğa yıkanmış… tam da sinemaya gitme havası! Küçük kız seviniyor. Hani annesinin şu son diktiği kırmızı kadife elbise var ya, işte onu giyiyor. Kapının önünde bekliyor Nimet hanım.
Küçük kız, annesinin elinden sımsıkı tutmuş, çamurlara basmadan, uslu uslu yürüyor kaldırımda. Nimet hanımla küçük kızın annesi, alçak sesle konuşuyorlar. Mutfak camı için perde örmeye başlamış Nimet Hanım, onu anlatıyor . Sinemanın kapısına beş on adım kala, küçük kız, bir iki ay içinde deniz kıyısında bir eve taşınacaklarını öğreniyor annesinin anlattıklarından. İçini bir heyecan dalgası sarıyor.
Deniz kıyısında tek katlı bir ev. Evin girişinde camekandan bir odacık. Küpe çiçekleri yerleştirilmiş cam önlerine. Ama bir de oturma yeri var cam kıyısında. Ambalaj sandıklarının üzerine çiçekli basmadan yüzleri olan minderler atılmış, yumuşacık bir köşe yapılmış. Küçük bir kız çocuğu. Burnunu cama dayamış, sağanak halinde yağan yağmuru seyrediyor. Yağmur, camekanın her yanında. Küpe çiçeklerine ulaşamıyor. Küçük kıza ulaşamıyor. Böylesi fırtınalı bir havada ağaçların yaprakları, toprak, karşıki evlerin damları suya sele teslim olmuşken, küçük kız, burnunu cama dayamış, aklını yitirmiş gibi önüne gelene şamarını atan yağmurun çılgınlığını izliyor. Camın ardında, güvende, küpe çiçeklerinin arkadaşlığıyla… Birazdan hava kararacak, Vecdi dayı eşeğiyle geçecek ilerdeki patikadan. Yağmur hızını azaltacak, ufaktan çiselemeye devam edecek. Küçük kız pencereyi aralayıp, yağmurda ıslanmış iri bir böceği içeri alacak. Nefesiyle ısıtacak onu. Annesi sofraya çağıracak. İçeriden kızarmış patates kokuları geliyor. Karşı evlerin kiremitleri yağmurdan iyice yıkanmış; yeni yakılmış sokak lambasının ışığı altında, renginin bütün güzelliğiyle parlıyor.
Bir genç kız. Çok uzaklarda… İspanya sınırına yakın küçük, şirin bir kasaba. Mevsim yaz. Güneş, yağmur bulutları arasından ışınlarını yeryüzüne gönderme telaşında. Genç kız, başını kaldırıp bulutlara bakıyor. Gri, ipek giysilerinin içinde telaşla sağa sola koşuşan bulutların arasında pembe bir ışıltı, bir görünüp bir kayboluyor. Bu telaş, nedensiz değil. Az sonra gri giysili bulutların şahı geliyor kükreyen sesiyle. Pembe ışık saklanıyor. “Pyrénées” doruklarından koşarak aşağıya, dağların yamacına inen serin hava, genç kızın içini ürpertiyor. Birden bir sağanak başlıyor. Ilık, insanın iliklerine işleyen bir yaz yağmuru ! Genç kız yağmura yakalandığı yerde bekliyor. Bir saçak altı da yok görünürde. Eşeğiyle bir köylü geçiyor az ilerdeki patikadan. Genç kız, Vecdi dayıyı anımsayıp gülümsüyor. Ne işi var Vecdi dayının Gavarnie’de…? Vadide kıvrılarak sessizce akan çay, üç beş dakikaya kalmadan gürüldemeye başlıyor. Sular daha da yükselmeden, genç kız, sandaletlerini eline alıp, çayın ortasına serpiştirilmiş gibi duran taşların üstüne basarak karşıya geçmek istiyor. Son taşın üzerine geldiğinde bir el uzanıyor tutunması için. Başını kaldırıp bakıyor. Tam o anda bakışları gökyüzüne kayıyor yeniden. Az önce gri bulutlardan saklanan pembe ışık, güneşin yedi rengini peşine takmış, kurdeleden bir köprü oluşturmuş gökyüzünde. Genç kız, işte o gün, güneşin bütün renklerini ezberliyor ve hep ezberinde tutuyor.
Bir anne… yağmurlu bir günde çocuğuyla birlikte olmanın, ona öyküler anlatıp, onunla birlikte onun oyuncaklarıyla oynamanın tadını çıkarıyor. Mis gibi kurabiye kokuları geliyor mutfaktaki fırından. Birazdan Saime teyze de gelecek. Saime teyzenin Bulgaristan anıları eşliğinde, taze demlenmiş bir çayın yanında fırından yeni çıkmış kurabiyelerin ve poaçaların tadına bakılacak. Yağmur çisil çisil yağıyor. Mevsim, sonbahardan kışa dönmek üzere. Sobaya bir iki odun atıp, odanın havasını kırmalı… Şemsiyeleriyle insanlar geçiyor sokaktan. Tek şemsiye altında yürüyen sevgililer, daha bir sıkı sarılmışlar birbirlerine. Ee..yağmur bahane :D
Yıllar sonra, İstanbul…
Yağmur yağıyor. Nedense eskisi gibi güzel kokmuyor toprak. Emeğinin karşılığını aylarca alamayan bir işçinin iş yapmasına benziyor yağmurun yağması. Yağmur öfkeli yağıyor. Sağanak yağmur falan değil bu ! Düpedüz burnundan soluyor gökyüzü. Önüne kattığını sürüklüyor çamur deryasında. Yerin altını çöplüğe, lağıma çevirenlere dersini verircesine tekme tokat yağıyor. Zaten çürük olan kanalizasyon boruları patlıyor, yağmur sularına lağım suları karışıyor. İnsanlar saçak altlarına, pasajlara, otobüs duraklarına sığınıp yağmurun dinmesini bekliyorlar. Cep telefonlarını çıkarıp, birilerine yağmurun nasıl da berbat yağdığını anlatıyorlar.
Yağmurlu hava güzeldir oysa… Yağmur da öyle… İster çisil çisil yağsın, isterse gök ortadan yarılsın, çok güzeldir yağmurlu hava. Birileri küstürmüş olmalı yağmuru. Siz biliyor musunuz ? Haberiniz var mı ?