- Kategori
- Bayramlar
Yaklaşan bayrama dair hüzünlü bir matem yazısı..

Benim gibi özel günleri sevmeyenler var mı acaba? Acaba özel günlerde bir araya gelecek bir aile ortamı bulamadığından o günün coşkusunu hüzne değişenler? O günün gelmesini beklemek yerine, hiç gelmemesini yeğleyenler? Bayramlar, yılbaşları, Anneler Günü, Babalar Günü gibi özel günleri özlemeyen birileri var mı bir yerlerde? Hatta kendi doğum gününü dahi sevmeyen? Doğum gününde neşeli bir topluluğun ortasındayken, babasını tam da o gün kaybetmiş olmanın derinlerde bir yerlerde acıtan sızısıyla, iki kahkaha arasına göz yaşının ışıltısını saklayanlar var mı?
Evet..Belki de bana hayatımın en acılı doğum günü armağanını verdi babam veda ederken..Belki de, çok şakacı olan kişiliğiyle, neşe saçan sohbetleriyle, kendini mutlaka anımsatıp, her doğum günü toplantımda ısrarla ‘’Yanımda’’ olduğunu hissettirmek ve eğlendirmek istedi!? Kalabalıklar içinde, kendisiyle bir şekilde telepatik yolla da gizli bir şeyler paylaşmamızı istedi.. Bilinmez!..Tek bildiğim bir şey var ki, kendi doğum günümü dahi sevmediğim..
Aslında Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü gibi özel(!) günlere çok fazla değer verdiğim söylenemez. Özel değildir bu günler benim nazarımda. Hatta fazlasıyla genel olan kutlamalardır. Hele de Sevgililer Günü!.. İkimiz için özel ve değerli olan detayları aklına yazmayarak işin kolayına kaçan, hazıra konmayı yeğleyen ve bana Sevgililer Günü’nde hediye alma inceliği(!) gösteren bir erkek arkadaşıma karşı beklemediği kadar kabalaşabilirim belki de, kim bilir? Başkaları öyle uygun gördü diye, onlar daha çok kazanacaklar ve saçma sapan seremoniler düzenleyecekler diye, böylesi bir akımın peşinde sürüklenme ihtiyacını hissetmedim hiçbir zaman.
Ama yine de etkilenmiyor değil insanlar..Yine de bir şeyler bekler hale gelmiyor değiller galiba..Mesela, kendi çocuğuna bile, anneler gününde hediye alma telaşına düşmemesini söylemiş bir anne olarak, birilerinin ceplerini biraz daha fazladan doldurmasına vesile olacak olan ve dayatılan bir özel(!) gün yerine, kendisi için daha anlamlı gelen bir anneler günü seçebileceğini söylemiş bir anne olarak..Hatırlıyorum da, annemi kaybettikten sonraki ilk anneler gününde çay içerek sarhoş olmuştum nerdeyse.. Candan Erçetin’in o dönemde yeni çıkmış albümündeki şarkısı aynen şunları söylerken:
Annem annem
Sen üzülme
Sözlerin hep yüreğimde
derken, anneme üzülme deyip kendim üzülmüş, gün boyunca şarkıyı dinleyip dinleyip ağlamış ve ağlayıp ağlayıp dinlemiştim..Daha önceleri zaten sevmediğim bu günü iyice sevmemeye başlamıştım işte tam da o gün!
Ama bayramlar ve doğum günleri farklı olmuştur benim için her zaman. Doğum günleri için fazlaca söz söylemeye gerek bile yok. Zaten kişiye özel! Zaten o kişinin sadece kendisine dair..
Bayramlar da kişiye olmamakla beraber, kişilerin kişi olabilmesi yolunda ilk adımlarını atmaya başladığı ailesine dair olduğundan özel ve anlamlı gelmiştir bana hep. Sabahları erken kalkıp, ziyarete geleceklerin beklentisi ile kendini ve evini toparlama ve hazırlanma karmaşası.. Ailedeki erkeklerin bayram namazı dönüşlerinde, hep birlikte edilen neşeli ve telaşlı kahvaltılar.. Annemin ‘’acaba hangi tatlıyı yapsam’’ kararsızlığı ve sonunda genelde tek çeşitle yetinmeyip, mutlaka pişirilen ikinci çeşit tatlı tepsisine mutfakta yer bulamama tantanası..Babamın bayram günlerinde özellikle depreşen hamur işi sevdası..Gelen misafirlerden kaçmaya çalıştığım ve yanlarında çok oturmadığım için annemden yediğim ve ‘’Ayıp değil mi be kızım’’ diye başlayan zılgıtlar..Ablamla yaptığımız ‘’Bulaşıkları kim yıkayacak’’ kavgaları..Daha neler geçmiyor ki aklımdan ve gönlümden..
Keşke şimdi yine bir arada olabilsek ve yine anneme iki çeşit tatlı az gelse de iki çeşit de fazladan ben pişirip koyabilsem mutfak tezgahına bonus niyetine.. Keşke babama akıtmalar kızartıp, börekler açabilsem..Keşke ilk misafir eve ayak bastığı andan itibaren, son misafir evi terk edene kadar, oturma odasının demirbaşı gibi yanlarından ayrılmadan oturabilsem..Keşke yine hepimiz, tam kadro bir arada olabilsek de, dağlar gibi bulaşık yığılsa ve ben kavga etmeden hepsini tek başıma, hem de gönüllü olarak yıkasam..Keşke..Keşke..
Babam bizi terk edeli tam on yıl oluyor..Abimiz terk edeli dokuz yıl ve annem terk edeli ise yedi yıl..Ve onlarsız geçip giden bu yıllar, sanki benim için özel olan günlerin anlamının içini daha da bir boşaltıyor..
İşte bir sürü ‘’keşke’’lerim olduğu için sevemiyorum galiba benim özel günlerimi ben!..
Ama keşkelerin yanında ‘’İyi ki’’ dedirten o kadar çok yaşanmışlığım ve anılarım da var ki…
İşte belki de ben o ‘’iyi ki’’lerin hatırına, yaşamın tüm tatsız sürprizlerine inat, zamansız gelen vedalarına inat, yarınlara tutunmaya dair inancımı kaybetmiyorum..
Ne güzel!
İyi ki yaşıyoruz işte! Ve…
Ne güzel!
Benim ailem eksilmiş olsa da.. Bugünün pek çok küçüğünün, yarınlarda ‘’İyi ki’’ diyebilmesi için bayramlar gelmeye devam ediyor ve edecek..
Ben sevmiyorsam ne olacak yani? Bugünlerin pek çok küçüğü seviniyor ve aile olabilmenin anlamını kavrayıp, tadını çıkarabiliyor ya? Belki de hala bir yerlerdeki minik minik başlar, küçücük yüreklerindeki kocaman heyecanlarıyla, başuçlarındaki bayramlık ayakkabıları ile uykuya dalabiliyorlar ya!..Ve belki de mutfak tezgahlarındaki tatlı tepsilerinden arakladıkları tatlılarıb şerbetlerini sağa sola damlatıp, ağız tadıyla, mutlulukla yapış yapış olmuş bir bayram geçirebilecekler ya!?.
Ben sevmesem ne olacak!
İstisnaların kaideyi bozma hakkı var mı?
Ben sevmiyorum diye onları üzmeye değer mi şimdi yani!