10 Temmuz '06
- Kategori
- Sinema
Yalan Dünya

Uzun zamandır televizyonda film izlemiyordum. Geçen gün, gazetenin tv sayfasında tanıtımını gördüğüm bir film beni çok heyecanlandırdı. Coşkumun sebebi, gazetedeki birkaç satırlık yazıydı sanılmasın. Sözkonusu filmle gönül bağım var çünkü. Geçtiğimiz yılın (2005) İstanbul Film Festivali’nde, naçizane kendi keşfim saydığım bir filmden bahsediyorum. Her festivalin öne çıkan filmleri vardır, klasikler vardır, kültümsüler vardır. Bunların dışında kalanlar da keşfe açıktır, dileyen üstüne alabilir.
Filmin orijinal adı, Shijie. 2004 Çin yapımı bir film. İngilizce adı The World, Türkçe’de de Yalan Dünya adıyla gösterildi. Dikkatinizi çekmiştir, sıklıkla eleştirilen absürd film adı çevirilerinden biriyle karşıymışız gibi duruyor. Ama bu sefer Türkçe isim, televizyon kanalının işgüzarlığından ya da gösterim adından kaynaklanmıyor. Film ticari gösterime zaten girmedi. Dolayısıyla seçilen isim, bizzat festival komitesine aittir. Ki takipçileri bilir, İstanbul Film Festivali’nin açık ve gerçekçi çevirileri (bilhassa altyazılarda) izleyicileri epeyce eğlendirebiliyor (Bu konuda şikayetçiyim sanılmasın, bilakis çeviri politikasından son derece memnunum). Filmlerin kulak tırmalamadığı sürece orijinal adlarını, uyarlama sırasında korumalarından yana biri olarak, açıkçası bana da biraz olmamış hissi vermedi değil. Ama aslında isim, arabesk çağrışımının hakkını tam olarak veriyor, filmin ruhuyla son derece uyumlu. Ama sonuçta, izleyiciyi de baştan şartlamış oluyor. Anlayacağınız üzere Yalan Dünya, pek öyle pembe ve iç açıcı bir film değil. Ama ben de mazoşist olmadığımı rahatça söyleyebileceğime göre, tat alması olası bir film aynı zamanda. Film, Dünya adında bir eğlence parkında geçiyor. Burada dünyadaki ünlü yapıların daha küçük modelleri bir arada sergileniyor. Filmin adı da buradan geliyor. Ama tabi ki bu bir metafor ve bizim asıl derdimiz Dünya parkında dünya, özellikle de yalan dünya ahvaline bir göz atmak.
Mekan seçimi, çekilmek istenen film için o kadar uygun ki neredeyse bu uygunluğum kendisi bir dezavantaj olabilirmiş. Neyse ki yönetmen, derdini anlatma işini mekana bırakmaktan çok daha fazlasını yapmış. Hemen adını analım, Zhang Ke Jia. Hikaye anlatımı, parkın görkeminin aksine son derece sade, karakterler kalabalık Pekin’in küçük insanlarından bir grup: parkın çalışanları. Dansçı kızlar, güvenlik görevlileri, rehberler… Çoğunluğu taşradan gelmiş kişiler. Hiçbiri çok güzel ya da çok yakışıklı değil ama film ilerledikçe onları çekici bulmadan edemiyorsunuz. Kızlar her gece görkemli kostümler içinde, farklı bir ülkeye ait bir gösteri sunuyorlar. Bu parlak sahneler, özellikle çok kısa tutulmuş ve periyodik olarak tekrarlanıyorlar. Bu şekilde filmin bölümlü yapısına da katkıda bulunuyorlar. Tipik turist görüntüleri arasında görkemli gösteriler devam ederken hikayenin bizi ilgilendiren kısmı karanlık kulislerde, lojmanlarda, otellerde geçiyor. Yalan-yapay ve gerçek böylece ayrıldıktan sonra, yönetmen arasıra kahramanlarına animasyon eseri, pembeli morlu bir hayal dünyasına kaçma şansını da tanıyor ve üç boyutlu dünya tamamlanıyor.
Dansçı Tao’nun, güvenlik görevlisi Taisheng’le ilişkisi vardır. Taisheng, Tao’yu sevmektedir ama bir tekstil atölyesi işleten ve bir yandan aile sorunlarıyla boğuşurken bir yandan da Fransa’daki kocasının yanına gitmek için vize almaya çalışan Qun’a da ilgi duymaktadır. Bir diğer dansçı Mei, kıskanç Niu’yla sorunlu bir aşk yaşamaktadır. Taisheng’in Pekin’e yeni gelen akrabalarıyla da ilgilenmesi gerekmektedir. Tao’ysa aradığı yakınlığı Rus göçmen Anna’da bulmaya çalışır. Anna’nınsa diğerlerini aratmayacak problemleri vardır. Çalışanlar arası rekabet de kendini hissettirmektedir elbette.
Bu melankolik tablo içinde, fakirlik, sevgisizlik, iletişimsizlik, çaresizlik, kıskançlık, arayış, hayal birbirini kovalar. Anlar ölümsüzleşir ve parkın unutulmaz karelerine daha özellerini ekler. Mei, Niu ve Qun’un göreceli-kısmi mutlu sonlarının diğerlerinin trajedisine zemin hazırlaması da şaşırtıcı olmamakla birlikte iç burucu bir hal alır.
Çizilen karamsarlık bir yana, oldukça şık ve görsel açıdan yetkin bir yapıtla karşı karşıyayız. Öyle ki şantiyeler ve batakhaneler bile şiirsel bir havaya bürünüyor. Filmin özenli ve anlamlı afişindeyse geyşa kıyafetindeki Tao’yu cep telefonundan bir mesaj okurken üzgün bir ifadeyle görüyoruz, arka plandaysa animasyon Tao uçmaktadır.
Filmin el attığı temalar, hem bireysel hem sosyal alanda o kadar çok ki bu zenginliğin baş döndürmemesi (eğer döndürmüyorsa tabi) yine yalın anlatım diliyle sağlanıyor. Modern bir altyapı kazandırılmış, duygusal müzik de bize eşlik ederek filmin uyandırmak istediği etkiyi beynimize kazırcasına sağlamlaştırıyor. Haliyle film bittiğinde siz de açılış sahnesindeki Tao gibi bağıra bağıra yara bandı aramak istiyorsunuz. Açıkçası ben bu yarayı seviyorum. Mazoşist olmadığımı iddia ederek kendi kendimi mi yalanlamış oldum acaba? Ama ne çıkar, yalan dünya işte!