Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '11

 
Kategori
Öykü
 

Yalnız bir kadının öyküsü

Ellerinde bavulları otogarın ortasında öylece kalakalmıştı. Karşılaştığı o olaydan sonra artık bu kasabada kalamazdı. Oysa o kadar emindi ki… Kocası onu asla aldatmazdı. Aldatmıştı.  Şu anda istediği tek şey kendini İstanbul’a giden ilk otobüse atmaktı. Takside hıçkırarak ağlamamak için kendini zor tutmuştu ama artık tutamıyordu. Bu halde yazıhaneye nasıl girecekti. En iyisi biraz kendini toparlayıp sorana da annesinin hasta olduğu yalanını söylemekti. Ne de olsa burası küçük bir kasabaydı ve onu da kocasının konumundan dolayı herkes tanırdı.

Gitti, biletini aldı. Daha otobüsün kalkmasına epey vardı. Ne yapacaktı şimdi. Ya kocası onu aramak için buraya gelirse. En iyisi valizleri bırakıp sahilde biraz yürüyüp vakit geçirmekti. Dışarıda sıcak, bunaltıcı bir hava vardı. Güneş gözlüklerini taktı, böylece kızarmış gözlerden de kurtulmuştu.

Otobüs hareket ettiğinde yanına ne kadar az şey aldığını düşündü. Evde kalan eşyaları, para biriktirip aldığı gümüşleri, annesinin el emeği göz nuru çeyizlerini düşündü. Artık hepsi geride kalmıştı.

Kocası eve gelince ne yapacaktı acaba? Çünkü karısının onları öpüşürken gördüğünden haberi yoktu. Karısının yokluğuna anlam veremeyecek, cebinden ulaşamayınca belki ilk başta komşuları arayacak, sonra yavaş yavaş telaşlanacak biraz daha bekleyecek, vakit ilerledikçe telaşı artıp tüm tanıdıkları tek tek arayacaktı. Evet, kısa bir not bırakmıştı ama bu notu özellikle onun zor bulacağı bir yere koymuştu. Onun telaşını düşünmek iyi geldi. Hafifçe gülümsedi.

Kocası onu severdi aslında. On beş senelik evlilik hayatları boyunca öyle büyük bir anlaşmazlık yaşamamışlardı. Çocukları da olmadığı için çevrede birbirlerine son derece düşkün bir çift olarak tanınırlardı. Şu anda kocasının karşına geçse ve gördüklerinden bahsetse emindi ki bunun ilk defa yaptığı bir hata olduğunu söyleyerek, özürler dileyecek bir daha yapmam diyecek; o da kocasını affedecekti. Ama yoldaydı işte.

Ya anne babası karşılarında ağlamaktan perişan olmuş kızlarını gördüklerinde ne diyeceklerdi acaba. Belki de o henüz İstanbul’a varmadan kocası notu bulup onlara telefon eder, bin bir yalan uydurup bir vesveseye kapılarak evi tek ettiğini anlatırdı.

Annesi kimin tarafını tutacaktı çok merak ediyordu. Damadını da pek severdi ama… Belki de bu yaştan sonra eve dönen dul bir kızla uğraşmak istemezler, kocası ile barıştırmaya çalışırlardı. Ne de olsa bu evlilik onlar için bir gurur kaynağıydı. Zengin, yakışıklı, üniversite mezunu bir damat. Her tanıdığın gıptayla baktığı bir evlilik.

Bu arada iyi ki çocuğumuz yok diye düşündü. Öyle ya onüç-ondört yaşlarında bir çocukları olabilirdi. O zaman böyle çekip gidemezdi. Alıp götürse bir türlü bıraksa, bırakamazdı ki.

Aslında başlarda çok istemişler, olmayınca doktora gitmeye karar vermişler, hatta kendisi gittiği halde kocasını bir türlü götürememişti. Sorun onda değildi. Kocası da bunu bildiği için sorunun kendisi olduğu tescillenecek diye doktora gitmekten, herhangi bir tedaviye başlamaktan kaçınmıştı. O da çok istese de kocasını daha fazla üzmemek adına bu sevdadan vazgeçmişti. Acaba çocukları olsaydı bu durum yine de yaşanır mıydı? Yol uzadıkça ihanetin nedenini sorgulamaya başlamıştı. Oysa bunu hiç istemiyordu. Kocası su götürmez derecede suçluydu. Kendisini sevse de aldatmıştı, şimdi bahaneler uydurup bu suçu hafifletmek istemiyordu. Evliliklerinin en başında çok açık ve net olarak kocasına bunu söylemişti “en ufak bir ihanetinde seni bırakır giderim “ demişti. Bunun öylesine söylenmiş bir laf olmadığını bilmesi gerekirdi. Söylediğini yapmıştı da şimdi bu içini kemirip duran duygu da neyin nesiydi.

Ya yanış anladıysa? Yok canım, her şey bal gibi ortadaydı. Bir birlerine sarılmışlar kocası o genç sekreterin bir yandan saçlarını okşuyor bir yandan da boynunu öpüyordu. Bu durumu kim masumane olarak değerlendirebilirdi ki?

Yine de zaman geçtikçe bütün bu olanların bir yanlış anlama olmasını dilemeye başladı. Kocasının onu İstanbul’da ve ya daha önceki bir mola yerinde bekliyor olmasını istedi. O otobüsten iner inmez ayaklarına kapanıp özür dilemesini, her şeyin o gün çok üzüntülü olan sekreteri teselli etmek için başladığını ama o küçük sürtüğün onu ayarttığını, o öpüşün ardından birden kendini toparlayıp kızın işine son verdiğini anlatmasını istiyordu. Öyle olmuş olmalıydı. Belki az daha dursaydı bunun böyle olduğunu o da görecekti. Şimdi de sabırsızlığına kızmaya başlamıştı.

Peki, şimdiden sonra ne yapacaktı. Bu kısmı yola çıkarken hiç düşünmemişti. Nerede iş bulacaktı. Evet üniversite mezunuydu ama okulu bitirir bitirmez evlenmişti ve hiç iş tecrübesi yoktu. On beş yıldır da mesleğinden uzaktı. Sonra aradan geçen yıllarda her şey bilgisayarla yapılır olmuştu ama o bilgisayardan hiç anlamazdı. Onca yeni mezun, bilgili, dinamik genç işsiz varken onu kim işe alacaktı ki.

Kendi bir iş kursa; bunu için hem parası yoktu hem de ne iş yapacaktı? Anne ve babası da artık çok yaşlıydılar. Yanlarına sığınması hem maddi ham de manevi olarak onları zorlayacaktı. Ona yardım edebilecek arkadaşları da yoktu. Okuldan arkadaşları ile bağını –kocası onları sevmiyor diye- evlendikleri zaman kopartmıştı. Çevresinde sadece kocasının arkadaşlarının eşleri vardı ki; onlardan da hayır gelmeyeceği ortadaydı.

Yolun büyük bir bölümünü bunları düşünerek geçirdi. Neyse ki bir ara uyuya kaldı. Uyandığında başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Bir ağrı kesici içti. İstanbul’a yarım saat kalmıştı ama o henüz ne yapacağına bir karar vermemişti. Öfkeyle çıktığı eve geri dönmeye razı olmuş gibiydi için için.  Annesine ne diyecekti, kocası onu aradığında ters yanıtlar verirse geri dönülmez biçimde onu kaybedebilirdi. Ya da bir süre nazlandıktan sonra anne babasının çevrenin baskısına dayanamayıp evine geri dönecekti ama bu arada da ele güne rezil olacak bu olayı duymayan kalmayacaktı.

Şimdi tek umudu, tek isteği kocasını otobüsten inince onu bekliyor olarak bulmaktı. Hatta kocasının anne babasına bu olanlardan hiç bahsetmemiş olmasını, biraz surat asarak, özür dilemesini ve mazeretler ve vaatler sunarak onu kandırıp gerisin geriye eve gitmeyi diliyordu.

Otobüsün durmasıyla gözleri kocasını aramaya başladı. Şu araba…Yok onun ki değildi, gelmemişti. Birden derin bir umutsuzluğa düştü. Sonra şöyle bir silkindi. Arayacaktı, aramalıydı. “biraz sabret. “ dedi kendi kendine.

Valizini bagajdan aldı, bir taksiye atladı. İnşallah bizimkiler evdedirler diye düşündü. Onlara önce bir bahane uydururdu gelişiyle ilgili olarak. Yoksa maazallah babasının tansiyonu fırlardı birden, annesinin de şekeri. Onları çok özlediğini ve sürpriz yapmak istediğini söylerdi mesela. Daha sonra yavaş yavaş kocasıyla son günlerde aralarının biraz soğuk olduğunu bu aranın onlara iyi geleceğini düşündüğünü anlatırdı. Hemen ihanetten bahsetmezdi ki geri dönüş kolay olsun. Onlar fazla üzülmeden mesele de hallolurdu böylece.

Annesinin evine geleli iki gün olmuştu. Bu arada kocasıyla telefonda görüşmüşler ama o hayal ettiği gibi geçmemişti bu görüşmeler. Kocasının öyle üzüntüden perişan olmuş, ben yaptım sen yapma havası yoktu. Hatta dönmesi konusun da bile öyle çok ısrarcı değildi. Yarım ağız gel diyordu. Sadece  “gel” ne bir vaat ne bir yalvarma. İşte asıl sorun da buydu. Şimdi ne karar verecekti. Her şeyi sineye çekip geri dönecek ve bütün olanlara, olacaklara göz mü yumacaktı, kocasından boşanmayı seçip bu saatten sonra yaşamla omuz omuz bir mücadeleye mi girişecekti? Anne babası da evine geri dönmesi gerektiğini ima etmeye başlamışlar, ufak şeyleri sorun edip boşananların başına gelenleri örnek verir olmuşlardı.

Eve dönmeye karar verdi. Bu kararında yanıldığını daha eve döner dönmez anlasa da iki ay direndi. Çevreden duyduğu imalı sözler, kocasıyla tartışmaları günden güne arttı. Bu sefer tam ve kesin olarak kararını verdi bir gün kocası işe gider gitmez eşyalarını toparladı ve evini terk etti.

İlk başlarda çok zor günler geçirdi. Ama boşanma sonuçlanınca eline geçen mallar ve para ile kendine yeni bir dünya kurmayı başardı. Çok uzun süre geceleri ağlamadan uyuyamadı, çok uzun süre kendini, cinselliğini, iyi bir eş olup olmadığını sorguladı. Sağdan soldan yeni eş bulma çabalarını bertaraf edip kendi ayakları üzerinde durmasını öğrendi. Hayatta hiçbir şeyin garantisi yoktu ve birilerine tekrar güvenebilecek miydi? Bildiği tek şey uzunca bir süreden sonra  huzura kavuşmuş olduğuydu.

 
Toplam blog
: 12
: 343
Kayıt tarihi
: 02.10.07
 
 

1966 Doğumlu olup şu gençliği anlamaya çalışan biriyim. 1995 doğumlu bir oğlum var. Öyküler okuma..