- Kategori
- Felsefe
Yalnızlığın penceresinden...

Her insanın yalnız olduğu tezi sanki uzaya- az bir zaman kala ölüme- bırakılmışlığın; üstelik sonsuz karanlığında dört bir yanın ve altındaki- üzerindeki korkunç yalnızlığı anlatır bana: her insan yalnızdır. İsyanımda bu sözedir işte. Şimdi yazacaklarımda bunlar ve isyanın, kadifemsi iknacı son buluşu; dileğim olacak.
Günümüz insanı şu sözle ne denli çok karşılaşmıştır: ”kimse kimsenin kahrını çekmez bu devirde”. Neden çekmezmiş? Neden yalnızca bireyin tekil mutluluğu önemlidir? Birbirinin kahrını çekmeyen insan, dünyanın kahrını nasıl çekecektir?Hayvanlar bile yalnızlıklarında acı çekerken biz neden tahammül etmeliyiz yalnız olmaya?
Şair demiş ki, yalnızlık paylaşılırsa ismi değişir.
Yalnızlık kelimesine çok mu ihtiyacımız var? Veya neden bu denli saygı duyarız bu kelimeye.
Yalnızlık o denli önemsenmeli ki, böyle bir ritüele akademik bilgiler ve pratikler yüklenmeli ve daha yaşanılası, ve daha az acıtıcı hale getirilmeli düşüncesi adına algıladığım bir yazıydı, yazılarını çok sevdiğim Fulya hanımın “kalabalıkta bir başıma” adındaki yazısı.
“Kalabalıklar arasında yalnız kalma teknikleri” adında bir kitap yazılsa acaba kaç baskı yapardı.
Belki de “kendinizle yalnız kalmanın teknikler” gibi…
Sanıyorum kendi yalnızlığını en iyi paylaşan ve en yüksek düzeyde keyiflendiren çocukların oyuncaklarıyla kendi kendilerine oynadıkları andır.
İbni Tufeyl in hayy bin yakzan kitabında ve Robinson Cruzo da yalnız insanın nedenli doğaya yaklaşırken insan kavramına uzaklaşmasını hissedersiniz. Özünde insan hiçbir zaman yalnız olamaz. Tekil olduğunda kederli düşünceler onu yalnız bırakmadığı gibi, keyif alıyorsa da mutluluğu yalnız bırakmaz. Yalnızlık, kalabalıklar arasında sıkıntıyla giderilir. Yalnız, içinde yaşadığımız hep bizi peşinden zorla sürükleyen zamandır. ”An” ise zamanın platonik aşkı olabilir.
Sayın Erol Evgin’in kentin sokaklarında yalnız dolaşırken insanların sıcak evlerinden sokaklara sızan ışıktaki yalnızlığındaysa eğer; acı verdiğini söylemekte bir sakınca yok. Ama kendimle çıktığım bisiklet gezilerimde yalnızlığı yenerim. Öyle bir kelime yok olur gider. Aynı şey sayın Evgin’de ise yalnızlık kelimesini, acı süpürür atar.
Yalnızlık kelimesi çoğu zaman kişinin seçimiyle önem kazanır. Paylaşmayı ve vermeyi sevmemekle veya çok sevip zararlarından sonra tercihtir.
Kahır çekmedikçe yalnızlık anlam kazanır, yücelir. Kandırmaca gücü artar ve olimpus dağında bir ateş gibi sonsuz hisseder kendini. Ama alt tarafı yalnızlık diyorsanız hani öylesine, üstelik sizin için doğruları çok sakindir deniyorsa; siz gerçekten yalnızlık kelimesini bilmediğinizdendir.
Yalnız yaşamanız sizin yalnız olduğunuz anlamına gelmeyebilir. Kalabalık evlerden ne denli çok tekil çıkmıştır ama o da yalnız değildir.
Yaratıcı Yalnızdır derseniz; O nunda başa bela biz insanları var.
Dadaloğlu, “kötülerin gölgesi olmaz” derken eğer sonsuz “Tek” ten bahsetmişse, güzel olanları göremeyen bir yalnız olduğunu düşünürüm.
Birde çokcana bahsedilen dostluk, arkadaşlık, sevgi, namus, şeref gibi kelimelerin yalnızlığı vardır.
Hani bir yerde hırzsızlık olduğunda en çok oradaki hırsızın bağırıp çağırması gibi, sürekli belli toplumlarda iyi ve güzel olanın aşırı konuşulması, o kelimeleri kalabalıklar içinde yalnızlığa mahkum etmeştir. Madem şeref, namus çok önemli ve herkeste mutlaka olması gereken kelimelerse, neden bazı toplumlarda çokca dillendirilen kelimeler olur?
Sanıyorum en acısı bir kelimenin yalnızlığı olmalı; hem de en kalabalıklarda…
Amerika kendinden olmayanın yalnızlığa mahkum olacağını söylerken tarih şımarığı biz Türklere nasıl bir elbise dikmiştir. Acaba bize olacak mıdır? Sahi Amerika devleti bu tavırlarıyla yalnızlığı hak ediyor mu? Bir gazeteci tv de şöyle demişti: ”Amerika oynadığı satranç oyununda yenildiğini hissederse masaya bir tekme patlatıp hadi yeniden oynayalım diyen bir oluşumdur.” O zaman huntington ın saçmalıklarının farkına varmasını bekleyecek miyiz? Huntington, Amerika'nın sonunu hazırlamak adına yazdığı “b.o.p” projesinde biz Tükerlerin Araplarla aynı potada ve din ekseninde erimimiz gerektiğini söylüyor.
Yahu biz nasıl bir ulusuz ki onun bunun potasında eriyeceğiz. Üstelik erime gibi bir yapımız olsaydı onca devleti nasıl kuracaktık.
Amerika, yalnızlaşma siyaseti yerine sanatıyla, edebiyatıyla, sinemasıyla, sporuyla insanlığa örnek olup barışın tüm birleştirici gücüyle, gücüne güç katabilir. Üstelik çok çok…. daha ucuza. Barışın kazanmasına bir şans verin, lütfen.
Alın size bir yalnız kelime daha: “barış”.
Tarih içinde insanlar savaştıkları süreden daha az bir süre barış içinde yaşamış.
Tarih kelimesi de yalnızdır bu arada. Hem de o denli ki; içinde onca sırları taşır ama bazen sır vermez. Dünya tarihinde toplumlar ayakta kalma serüvenini tarih babaya yazdırırken en şımarık davranın biz Türkler olmuşuz. Sürekli kendi içimizde çatışırken bir de dünya devletleriyle uğraşmak bizi yalnızlıktan yeterince kurtarmış olmalı. 16 devlet kurup bir yenisi için üzerine gelindiğinde “şimdi sırası mı” diye ayağa kalkıp tek bir güce dönüşecek kadar da yalnızlık düşmanı bir halk.
Birde 12 eylül yalnızlıkları yaşamak zorunda kalmıştık. Hani “paranoyak olmamanız takip edilmiyor anlamına gelmez “ dönemi. çok sıkıcıydı çok… üç kişinin bir arada bulunması suç!
Yol filmini yalnızlığı vardır o dönemde. Geçenlerde sayın Özgentürk’ün bir yudum insan belgeseline konu olan film. Beyoğlu’nun arka sokağında bir ciğercide, yutdışına çıkış yasağı olan sayın Tarık Akan ve yönetmen arkadaşlarının, filmin büyük ödülünü Avrupa'da havaya kaldıran sayın Yılmaz’la birlikte kaldırdıkları kadehlerdeki yalnızlığı. Uzakların yalnızlığı hüzün kokar hep…
Yalnız Avrupalı ya ne demeli? İnsanların kutsal değerlerine saldırırken hiçbir zaman kendi kutsal değerlerine saldırılmayınca, karşıdaki halkları ne sandılar acaba? Öyle ki onların yalnızlık şarkılarında bile dürüstlük yok son zamanlarda…Acımasız kapitalizm, birbirine sürten bedenler, her şeyi biz biliriz kibri.
Sonuç mu?
Hadi gelin birbirimizin kahrını çekelim. Birbirimizi merak edelim. Yoksa nasıl çekeceğiz dünyanın onca kahrını… sağlıcakla