Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '18

 
Kategori
Deneme
 

Yalnızlığın Yeni Adresi Metropoller

Yalnızlığın Yeni Adresi Metropoller
 

Kentleşme, dar bir alana yerleşen büyük nüfus birikimi, yeni fiziksel ve sosyal oluşum, karmaşık ilişkiler ağı, iş dallarının farklılaşması ve kendine özgü bir kültürel sistemin ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Kente göç eden bireyin ya da kentte ikamet eden nüfusun değişim sürecini oluşturur ve sosyal, kültürel, ekonomik özellikleri ile ele alınır. Bununla beraber; iç içe geçmiş büyük kentlerden ve banliyölerden oluşan, çevreye ve ülkeye göre kültür ve ekonomi yönünden en gelişmiş olan merkezi şehirlere metropol adı verilir.’’ (Wikipedia)

İlk insanla beraber, zaman içinde tecrübelerini üst üste yığan, ondan kocaman bir derya yaratan insanoğlu, her gün çoğalıp büyüdükçe, bu büyümenin maddi manevi sıkıntılarını son 50 yılda daha da çok hisseder oldu. Bunda hemen hemen her gün daha iyi hayat şartları umuduyla kırsal kesimlerden metropollere göçün büyük etkisi var. Şehirler nüfus olarak büyüdükçe, haddinden fazla insanı ikame etmeye başlamış,  konut, ulaşım, alt yapı, iş imkânları gibi durumlar zaman zaman içinden çıkılamaz hale gelmiştir. Şehrin yöneticileri tarafından en uygun çözümler en kısa zamanda uygulanarak bir nebze de olsa duruma göre elbette ki bir rahatlama sağlanmıştır. Büyük şehirlerde yaşamak insanoğlu için her zaman bir stres kaynağıdır. Bilimsel araştırmalar bunu doğrulamakta; kentleşmenin getirdiği sıkıntılar, insanlarda psikolojik ve patalojik rahatsızlıklara neden olmaktadır. Duygu dünyalarını alt üst eden yaşam şartları, insanoğlu için modern zamanın en büyük handikabıdır.

Metropollerde yaşan insanları belirgin bir şekilde strese sürükleyen başlıca sebepleri şöyle sıralayabiliriz:

*Kentlerde kiraların pahalı olması dolayısıyla fiyatı uygun diye işe uzak bölgelerde ev tutulması

*İş yerine ulaşmak için birkaç araç değiştirilmesi, dolayısıyla yüksek yol ücretlerinin çıkması

*Aynı saatlerde okul servislerinin, özel araçların ve toplu taşımaların hepsinin aynı anda trafikte olması nedeniyle trafiğin sıkışması, durma noktasına gelmesi

*Teknolojik aletlerin çoğalması ile birlikte özellikle bazı markaların kullanımı statü belirlemesi (tablet, bilgisayar, akıllı telefon ve benzeri), bunların olmazsa olmaz konuma yükselmesi ve dolayısıyla bütçeye ekstra yük binmesi

*Bilgi, eğitim ve becerisi doğrultusunda istenilen vasıflarda iş bulunamaması

*Uzun çalışma saatleri, mesaili çalışma ve trafikte geçen zamandan dolayı insanların koşuşturma halinde yaşaması, dolayısıyla kendine ayıracak özel zamanlarının kalmaması

*Kırsal kesimlerde yaşanan mahalle, sokak veya apartman komşuluğunun kentlerde yaşanamaması

*Yine teknolojinin hayatlarımıza daha çok girmesiyle ev ahalisinin ev içinde birbirinden kopuk yaşaması,  metropollerde, yaşama klasiği haline gelmiştir.

Etrafımıza baktığımızda yüzü gülen, hatta gülümseyebilen insan sayısının gittikçe azaldığını görüyoruz. Asık hatta bazen ifadesiz suratlı insanlardan oluşan bir topluluk gibidir şehirler. Etraflarını görmüyor, kendi içlerinde diyaloglar kura kura işlerine gidip geliyorlar. Bir tür robot insanlar topluluğu gibidir kentli insanların görüntüsü. İstanbul’da yaşayan biri; her sabah erkenden evinden çıkar, bir – bir buçuk saatte işyerine ulaşır. Simit, poğaça, börek ile kahvaltısını yapıp ve zaten sabah sabah bir dünya yol gelmişliğin verdiği bezginlikle işine başlar. Bir ay boyunca çalışıp kazandığı paranın büyük kısmını; ev kirasına, faturalara, mutfak masraflarına gidecek olduğunu bilen kişi, isteksizce çalışır, akşamın olmasını dört gözle bekler. Sabahki yol işkencesinin aynısını akşam iki kat fazla yaşayan kişi, doğal olarak, evine ulaştığında da tüm enerjisi tükenmiştir. Genelde farklı saatlerde evde olan aile bireyleri bir süre sonra aynı yemek masasına oturamaz olur. Hal böyle olunca; ev ahalisi aynı evi paylaşan pansiyonerler haline dönüşürler. İstediği statüye ulaşamayan, istediği parayı kazanamayan, kendine yeterince vakit ayıramayan kişi ise gittikçe içine kapanır ve hayallerini sürekli ertelemek zorunda kalır.

            Kentsel yaşamın sıkıntıları -bilimsel araştırmalar da bunu ispatlamakta- stres kaynaklı hastalıklara sebep olmaktalar. Stres kelime anlamıyla;  birtakım sorunların, etkenlerin, ruhsal gerilimin; organizmada, iç organlarda, metabolizmada ve  kişinin psikolojisinde oluşturduğu bozuklukların tümü olarak adlandırılır. Peki, stres vücudumuz/a/da ne yapar? En önemlisi  stres altında bağışıklık sistemi baskılanır. Yapılan araştırmalarda stresin vücutta “Cytokine” maddesini azalttığı tespit edilmiştir. Vücut savunmasında T-lenfositlerin üretiminde önemli madde olan bu madde az üretildiğinde T hücreleri ölmektedir. Bu ise yoğun bir trafikte zincirleme trafik kazası gibidir. En çok kalp yara alır bu kazadan. Strese bağlı kalp krizi geçirme oranı son zamanlarda birinci sırada yer almaktadır. ‘’Stresli ve hiperaktif özelliklerin fazla olduğu A-tipi kişilik yapısında kalp hastalıklarının 3 misli fazla olduğu, kalp krizinden ölümün 5 misli fazla olduğu bilinmektedir. Ohio State Üniversitesinde yürütülmüş bir çalışma “Homecysteine” adlı aminoasidin stresli kişilerde arttığını gösteriyor. Bu amino asit kalp hastalıkları riskini artıran bir maddedir. Finlandiya’dan Dr.Thomas Kamarck ‘da zihinsel stresin kan damarı lezyonlarını ve damar sertliğini artırdığını, kan kolesterol yüksekliği ile stresin ilişkisini doğrular araştırmalar yayınlamıştır.’’ (Prof. Dr Nevzat Tarhan söyleşisi)

Yine Avrupa’da bazı üniversitelerce yapılan araştırmalar gösteriyor ki; yaşlanmadan, felce, şeker hastalığından, kansere, yaraların iyileşmemesinden, ruhsal birçok bozukluğun altındaki temel sebep, strese bağlı bağışıklık sisteminin çökmesidir. Vücut dengesi bozulan kişi ise her gün adını BİLE ilk defa duyduğu değişik hastalıklarla uğraşıyor. Son yıllarda antidepresan kullanımı 9 kat artmış ve 37 milyon kutuya ulaşmış. Elbette ki bunun büyük bir miktarı büyük şehirlerde yaşayan insanlar tarafından tüketilmektedir. Kanser vakalarında keza patlama yaşanmıştır. Bu melun hastalıkta moral en büyük tedavi iken, hastaneye gidiş gelişler bile yeterince strese sebep olmaktadır.

Peki insanoğlu kendi memleketinde kalmayıp, neden bu işkencelere kendini maruz bırakır? Cevap çok basit; artık kendi memleketinde üretebileceği, geçimini sağlayabileceği bir kaynağı yoktur. Çiftçiliğin her gün daha da gerilediği, yetiştirdiği ürünlere pazar bulamadığı, bulsa da öldü fiyatına verdiği bir zaman dilimindeyiz. Teknoloji geliştikçe insan gücüne olan ihtiyaç düşmüştür. Bu da kişileri en azından bir fabrikaya girip işçi olarak çalışmaya yöneltmektedir. Kendi işini yapmak isteyenler ise dünya çapında sürekli tekrar eden krizlerden artık yorulmuş, yarına güveni kalmamıştır. Hal böyle olunca da büyük şehirlere gidip ücret olarak tatmin edici olmasa da en azından sosyal güvenceli işlerde çalışmak cazip gelmektedir. Sözün özü büyük kentlerde yaşam gittikçe zorlaşmakta ve aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık misali içinden çıkılmaz hale gelmektedir.

Sorulduğunda hepimizin emeklilik hayalidir, deniz kenarında bir kasabaya yada köyümüze geri dönmek –bir dönüm yer alıp, içine bir ev yapıp, yeşillik börtü böcekle iç içe yaşamak- oralara yerleşmek. Büyük şehirden yorulup nefes alamadığımız anlarda güzel bir düş olarak gelip yerleşir dimağlarımıza.

GÜLHAN GENÇ / İSTANBUL

 

 
Toplam blog
: 11
: 165
Kayıt tarihi
: 26.01.18
 
 

  Kelimelerle tanıştığım gün başladı edebiyata tutkunluğum. Önce kelimelerden cümleler kurmayı öğ..

 
 
 
 
 
Toplam blog
: 11
: 165
Kayıt tarihi
: 26.01.18
 
 

  Kelimelerle tanıştığım gün başladı edebiyata tutkunluğum. Önce kelimelerden cümleler kurmayı öğ..