- Kategori
- Deneme
Yalnızlık üzerine

yalnızlık yolu
"Yalnız olduğunuzu en çok yalnız değilsin dediklerinde hissedersin." Gurbete düşmüşçesine; en ıssız gurbet en yalnız olduğun yer değil,değerlerinden uzağa savrulduğun ve böyle yaşamak zorunda olduğuna kendini inandırarak bahaneler ürettiğin yerdir.
YALNIZLIK ÜZERİNE
Sulu sepken bir üşümek gibi hafiften bir sızıyla gelip tüm gününüzü kaplar kimi zaman, kimi zaman gecenizi. Yalnızlık aslında tüm akıp giden zaman içinde yakından tanıdığınız, bildik bir duygudur sizin için. Yaşam iki yanınızdan akıp giden değişiklikler içinde şekillendiremediğiniz, durduramadığınız, bir daha yinelenmesini başaramadığınız,kimileri içerinizde yer bilekaplamayan renk karmaşası görüntüler gibi akıp gitmektedir. Kimi zaman da avuçlarınızın içerisinden hızla kayıp giden kum taneleri gibi…
Başlangıçta yokuş aşagıya çağıldıyarak ”başını taştan taşa vuran,avare su” gibi akıp giden zaman sanki durulmuş, yorgun ırmaklar gibi hareketsiz, durağanlaşmıştır. Batmakta olan güneşin kızıla boyadığı ufuk görüntüsüne çentik atan hırçın bir kırlangıç uçuşunun içinizde giderek küllenen anlarınıza teğet geçtiği anlar büyütmektedir yalnızlığınızı. Son Kadıköy vapurunun güvertesinde, rıhtımın bir köşesinde tek başına arkanızdan mendil sallayan sevgilinizi anımsamayalı kaç zaman geçmiştir? Ya uzaklarda kıraç bir Anadolu panoramasında beklenmedik bir anda karşınıza çıkan, sabahın göğsüne asılmış ender bir broş gibi duran görkemli görünüşlü yalnız, asırlık meşe ağacının görüntüsünü anımsamayalı… Kaç zaman geçmiştir aradan hiç düşündünüz mü? Çocukluğunuzun tren yolculuklarında ıssız bir dağ istasyonu binası lojmanının kuş motifleri işlenmiş dantel perdeleri arkasından, duran Ege Ekspresine yalnızlığı büyüten siyah gözleri ile öylesine bakan küçük kız çocuğunu unutalı? Ya da eski taş plaklarda donup kalmış hüzne akortlu sevda şarkılarını? Güzellikleri; evet etrafımızda giderek uzaklaşan bizi yalnızlaştırarak çekip giden, son göçmen kuşlar gibi çekip giden ve bir daha giderek suları çekilmekte olan gönül göllerine dönmeyecek olan göçmen kuşlar gibi bir bir yitirdiğimiz, uzaklaştırdığımız güzellikleri…
Hiç düşündünüz mü, en son ne zaman bir çiçek diktiniz bahçenize, evinizde boynu bükük, renkleri solmuş, toprağı kurumuş begonya’yı ne zaman suladınız, en son ne zaman balkonunuza gelen kuşlar için yem bıraktınız, ne zaman bir türküye dalıp gözleriniz buğulandı, en son ne zaman birisine yürek dolusu seni seviyorum dediniz, ne zaman? Oysa varsın ev telefonunuz ya da cep telefonunuz o gün hiç çalmamış, kapı zilinize dokunulmamış olsun.
Aslında alışkınsınızdır yalnızlığa. Radyoda akşam haberlerinin okunması, ya da hep yemek öncesi hazırlıklarına rastlayan ince fasıl nağmelerinin açık ilk yaz pencerelerinden dışarıya taştığı, oyunları bitmiş evlerine dönen çocukların neşeli gürültülerinin, Ali baban geldi çabuk gel, çağrılarına karıştığı hüzünlü akşam saatlerine. İçerinizde pramparça bir gönül aynasına yansayan sevgi ve sevinç kırıntılarını büyütmekte ustasınızdır, ama anlatmakta bunca yıldır hala acemi. İçerinize bir çeki taşı gibi gelip yerleşen sıkıntılara yalnızca dudağınızı belli belirsiz ısırarak katlanışta da ustasınızdır ama yalnız bir çocuk başını okşamaya uzattığınız elinizin titremesini engellemekte hala acemi.
Akşamları bacalarından ince bir sızı gibi yalnızlık dumanı tüten kar altındaki Doğu’nun uzak köylerini, Marmara’nın yakılan ateşlerde Kasım ayazında zeytin toplayan çatlamış, üşümüş ellerini ısıtan zeytin gözlü genç kızlarını, inşaatlarda derme çatma pencereleri naylon kaplı barakalarda yalnızlık ve hasret dumanı tüten akşam çorbalarını karıştıran, yalnızlığa domates doğrayan genç ameleleri, karanlık uzak ve ıssız bir gecede 1-3 nöbetinde içinde yavuklusuna hasretini büyüten uykusuz bir askeri, bir hastane nöbetinin yalnız bir saatinde yaşam gözlerine gerilemiş, umarsız bir hastanın yaşama tutunma çabasındaki yalnız çaresizliğini iyi bilirsiniz. Köy meydanındaki sulaklarına çıngıraklarında yalnızlığı büyüten sesler taşıyarak dönen akşamın sürüleri, sabahçı kahvelerinin sönmüş sobası etrafında yalnızlıklarına kapaklanmış berduşları, istasyonların sabah mahmurluğuna gömülü bekleme salonlarının kaderlerine ve geleceklerine suskun kasketleri kaykılmış "ağız ve sır vermeyen” köylüleri hiç yabancınız değildir.
Yalnızlık, yalnızlıktan hoşlanmak bir tür bencillik midir acaba? Oysa hiç bencil olmamışsınızdır. Bir kendini anlatamamak, ya da anlatma gereği duymamak mı? Yoksa bitmek bilmez bir “iç yolculuk” için yola çıkma zamanı mı? Bunun için yollara düşmek, eski bir zaman yağmurunda ıslanmak, yüreği kabartıp çekip gitme zamanı mı?
Yollara düşmek ve alıp başını gitmek…
Zamanı mı?...
Akın YAZICI